İsmail BOZKURT

            Bir anlamda, yerleşim yerleri ile ilgili sosyokültürel, sosyopsikolojik ve sosyoekonomik verilerin bir tür envanteri olan ve bilimsel yöntemlerle yapılan monografiler, bu ülkenin ciddî eksiklerinden biridir.

            Bazı yerleşim yerlerimiz şanslı sayılır. Örnek olarak Ali Nesim, monografi anlamında değil ama kendi köyü Zeytinlik’i birçok yönüyle kaleme aldı. Harid Fedai Lefke için çok yazmıştı. Güney’deki köyüm Boğaziçi için benim de bazı çalışmalarım oldu. Başka çalışmalar da var. Eksik bırakırım kaygısıyla isim vermiyorum ama sayıları çok değil! 

            Elnur Agayev bir Lefke sevdalısı! Son yıllarda, bıkıp usanmadan Lefke’yi araştırıp topladığı verileri yayımlıyor. Titiz bir tarihçi olarak, kutlanacak ve teşekkür edilecek çalışmalarını ısrarla sürdüren dost bir akademisyen! Keşke her yerleşim birimimizin bir Elnur Agayev’i olsa!

            Bir süreden beri, yaptığı arşiv çalışmalarında rastladığı bazı verileri benimle paylaşıyor Elnur bey! Bu arada Nacak gazetesinde yayımlanmış yazılarımı benimle paylaşmaya başladı. Son gönderdiği yazılardan birinin başlığı “BELEDİYELERİMİZ VE EFKAF.” 9 Kasım 1962 Cuma günü yani 60 yıl önce Nacak gazetesinde çıkan o yazıyı paylaşmak isterim. Dil oldukça eski ama anlaşılmaz değil. Bu bakımdan parantez içinde verdiğim birkaç kısa açıklama dışında, yazıyı olduğu gibi alıyorum:  

“BELEDİYELERİMİZ VE EFKAF

“Türkiye’den tahsil dönüşü, beni en önemli iki cemaat davası ile karşı karşıya getirdi. Yıllardır bir türlü yola girmeyen Evkafla, yıllarca askıda kalacak olan belediyeler meselesi ile karşılaştırdı. Bu iki önemli dava beni, kendi açımdan meselelere hal çaresi aratmaya sevk etti. Burada bunlar üzerinde duracak değilim. Esasen belediyeler hususunda az çok icraî kuvvet kullanabilecek bir durumda olduğum için çalışmalarımın ve hal çaresi saydığım hususların isabetlilik derecesi perdeypey ortaya çıkacaktır.

Burada bu iki davamızın sıkı bağlılığına ve bir kısım bu meselelerdeki davranışlarına temas etmek istiyorum. İslâm şeriat ve ahlâkına göre kurulmuş olan vakıf müessesesi tarihî devirler içinde çok daha fazla vazifeler ifa etmekte idi. Bu vazifelerden çoğunu bugün için belediyeler üzerlerine almışlardır. Mesela Türkiye’mizde modern anlamda belediyeler ancak Tanzimat’tan sonra kurulmuştur. Ondan önce vakıfların gördüğü beledî hizmetlerin örnekleri bugün kendi belediyelerimizde bile görülmektedir. Meselâ su işleri (bizde Bekirpaşa Su İdaresi), hamamlar (bizde Büyük Hamam). umumî helâlar, hastahane, tımarhane, kaplıca ve mezarlıklar, çeşitli sosyal yardım faaliyetleri, okullar, çeşitli bayındırlık işleri, kapalı çarşılar ve bunun gibi bugün belediye faaliyetleri arasında yer alan birçok hizmetler vakıf müesseseleri tarafından yapılıyordu. Şimdi beledî hizmetler, bütün modern dünyada olduğu gibi, bizde de bizzat halkın arasından seçilen kimselerin idaresi altındadır. Bu bakımdan belediyeler halkın müşterek ihtiyaçlarını temin için kurulmuş oldukları için modern bilim aleminde çok defa belediyenin devlete tekaddüm ettiği (devletten önce geldiği) ileri sürülmektedir. Bu görüşün tatbikattaki en kuvvetli ve bariz delili Birleşik Amerika’dır.  Orada belediyeler geniş muhtariyete sahiptirler.

1958 yılı ortalarında cemaatler arası mücadelenin korkunç bir safhaya girdiği an fiilen ayrılmış olan bizim belediyelerimiz sonradan hukukî varlık da kazanmışlardır. Her ne kadar da Rum ortaklarımız coğrafî sınır çizmemekte ısrar etmekte iseler de hukukî varlığa sahip olan belediyelerimiz faaliyetlerini devam ettirmektedirler.

İşte belediyelerimize köstek olan da bu durumdur. Şurası açıktır ki hiçbir kuvvet belediyelerimizin sönmesine kâfi gelmeyecektir. Coğrafî sınır henüz çizilmediği için her çeşit kanunî takibata girebilen belediyelerimize karşı vazifelerini yerine getirmeyerek onlara köstek olan menfi ruhlu şahısların cemaatimiz arasında mevcut olması esef vericidir. Hiç şüphesiz bunlar Rum ortaklarımızın manevralarına alet olduklarını biliyorlar ve bunu bile bile –bilmemelerini çok isterdik-  yapıyorlar yine. Vazifelerini yerine getirmeye çalışan belediye memurlarına kaba kuvvetle mani olmak isteyenler kadar, mükellefiyetlerini yerine getirmeyenler de bilmelidirler ki emellerine hizmet ettikleri ortaklar bile, bu durumu devam ettirmelerini sağlayamaz. Türk belediyelerinin her gün artan otoritesi,  artan enerjisi onları yola getirecektir. Fazla ısrar etmesinler.

Garip değil mi? Türk cemaatine mahiyet itibarıyla pek farklı hizmetler sağlamayan Evkaf idaresi de aynı menfî ruhlu şahıslar tarafından kösteklenmektedir. Gerek belediyelerimize, gerek Evkaf’a köstek olanların yalnız küçük bir zümre olduğunu, bu köstekçilerin büyük çoğunluğunun aydınlanma ile yola gelebilecek cehalet kurbanı olduğunu temenni edelim.

Çünkü medenî toplum, bir bakıma da toplum mükellefiyetlerini severek yerine getiren toplumdur. Medenî bir cemaat olduğumuz iddialarını da hep beraber tevsik etmemiz gerekir.” (Nacak gazetesi, 9 Kasım 1962 Cuma, sayfa 3, yıl 4, sayı 181)

60 YIL ÖNCESİNDE BELEDİYELERİMİZ

Yerel yönetim, halka en yakın yönetim biçimidir. Tarihsel olarak merkezi yönetimden önce geldiği gibi, diğer yönetim birimlerinden daha geniş demokratik potansiyele sahiptir. Bizdeki yerel yönetimler, çeşitli aşamalardan geçti. 1958’de kurulan ayrı Türk belediyeleri, 1959’da İngiliz Sömürge Yönetimi tarafından yasallaştırılıp yasallığı (hatta uluslararası hukukun bir parçası olduğu) Zürih – Londra sistemi ve 1960 ortaklık cumhuriyeti anayasası ile de tescil edilince, Kıbrıs Türk Halkı ilk kez coğrafi zeminde ciddi bir kazanım elde etti. Ortaklık cumhuriyetinin çöküşüne neden olan olgulardan biri de, Rum tarafının içine sindiremediği ayrı Türk belediyelerinin varlığı oldu. Ayrı belediyelerimiz, Kıbrıs adasını 21 Aralık 1963 sürecine götüren nedenlerin başında gelir. Yerel yönetimler o kadar önemlidir Kıbrıs Türkleri için!

Ben de bu sürecin bir parçası idim. 1962 Haziranı’nda Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni/Mülkiye’yi bitirip ülkeye dönmüştüm. Benim için çok ters/olumsuz/kırıcı ve o yaştaki bir genç için düş kırıklığı yaratan bir “iş,” daha doğrusu “işe başlama” süreci yaşadım ve ilk “iş” olarak 1 Ekim 1962’de Evkaf’ta çalışmaya başladım. Sırf bir işim olsun diye verilen, “öylesine” bir işti.   

Kurulmuş olan ortak Kıbrıs Cumhuriyeti çerçevesinde Türk Cemaat Meclisi de oluşmuştu. 1955-1958 direniş sürecinin en somut kazanımlarından olan Türk Belediyeleri, Türk Cemaat Meclisi’ne bağlı idi ama yasada yer alan “belediye müfettişliği” boştu. Birileri bu işin ayırımına vardı ve o tarihte Ada’daki tek kamu yönetimi okuyan kişi olan beni Cemaat Meclisi’ne belediyeler müfettişi olarak aldılar. Mülkiye’de yerel yönetimlerle ilgili derslere özel ilgim vardı ve bu derslerden çok yüksek notlar almıştım. Yani belediyeler, daha doğrusu yerel yönetimler konusunda donanımlıydım.

Anlayacağınız, 22 yaşımda kaleme aldığım ve yukarıya aktardığım 9 Kasım 1962 tarihi yazıyı, Evkafta 15 gün çalışıp Cemaat Meclisi’ne belediyeler müfettişi olarak geçtikten hemen sonra yazmıştım.

60 YIL SONRA “EL YORDAMI” İLE

(GÜYA) BELEDİYELER REFORMU

            Son birkaç haftada yoğunlaşan ve adına “reform” denen, belediye sayısının azaltılması tartışması var. Meclis’e yasa tasarıları bile verilmiş. Son iki yazım bu konu ile ilgiliydi.

Ayrı Türk belediyeleri, Zürih Londra Anlaşmaları ile 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nda yer alıyordu ama Makarios ayrı belediyeleri benimsemediği için anayasada öngörülmesine karşın, belediyeler yasasını çıkarmıyor, dolayısıyla Türk belediyelerinin fiilî sınırları resmileşemiyordu. 60 yıl önceki yazım, esas itibarıyla Türk Belediyeleri’nın sınırlarının resmileştirilmemesinden kaynaklanan sorunu ele alıyor. (Lefke Belediyesi’nin öyle bir sorunu yoktu, çünkü çok önceden kurulmuştu.)

Kişi olarak yerel yönetimleri, her zaman önemsedim. Bu arada 1980’lerde iyi bir çalışma yapıp iki Yasa Önerisi hazırladım ve bu öneriler Meclis Başkanlığı’na da verildi, ilgili komiteye de havale edildi. Bu iki çalışmam, Yerel Kuruluşlar Yasa Önerisi ile Yerel Kuruluş Gelirleri Yasa Önerisi idi. (KTFD Anayasası’nda yerel yönetimlerden “yerel kuruluş” diye söz edilir.) İkisi de kapsamlı ve uzun yıllar yerel yönetimlerin gereksinimine yanıt verebilecek nitelikte kaleme alınmıştı. Günümüzün sorunu olan belediye sınırların değişmesi konusu için de kurallar vardı.  Ne yazık ki onca emek verdiğim çalışma sürekli olarak savsaklandı ve bir türlü Komite’de görüşülüp Meclis Genel Kurulu’na gelmedi. Yaptığım onca çalışma ve gösterdiğim çaba sonuç vermedi. İki öneri de Meclis arşivinde kaldı.

Alıntılan yazımın üzerinden 60 yıl, hazırladığım yasa önerilerinin üzerinden yaklaşık 40 yıl geçmiş. Şimdi belediyeler sorunu, 28 belediyenin on beşini kapatarak belediyelerin sınırlarını yeniden belirleme biçiminde karşımıza çıkıyor. Yapılmak istenene “reform” deniyor ama asla reform olmadığını, kapanacak belediyelerin adil ve saydam kriterlerle değil “el yordamıyla,” hatta siyasal dengelerle yapıldığını bir daha vurgulamak isterim. Olsaydı da bakılacağını sanmıyorum ama yerleşim birimlerinin monografileri zaten yapılmadı ki bakılsın!

Konu hakkında uzlaşma olmadığı görülüyor. Bu kısa sürede Meclis aşamasında uzlaşma olur mu bilemem. Oysa sürekli vurguladığım gibi böyle bir konu, katılımcı bir anlayışla ve tüm paydaşların katkısıyla didik didik edilmeli, sağlanacak olabildiğince geniş uzlaşma ile yasalaşmalıdır. Yalnızca kalkan ellerle sonuca varılırsa, çok tartışmalı bir yerel yönetim yapılanması ortaya çıkacağı kesin! Hele Haziran’da yerel seçimler varken, yani yaklaşık bir ay sonra seçim yasakları başlayacakken kalkan ellerle 15 belediyeyi kapatmak neye hizmet eder bilemem.

İnsanın, içinden “neredesin ey basiret” diye haykırması gerekir.