İsmail BOZKURT

Bir yandan hükümet bunalımı, diğer yandan yakın bir gelecekte karşımıza çıkacağı kesin gibi görünen Seçim Ve Halkoylaması Yasası’nda değişiklik gibi iki konuyu görmezden gelmem olanaksız. Tabii ki iç politik dengeler bakımından değil, ilkeler bağlamında!   

Bu yazıyı siz okurken, büyük olasılıkla Cumhurbaşkanı hükümeti kurması için birini görevlendirmiş olacaktır. Bu bakımdan hükümet bunalımı sorununu es geçiyorum ve daha çok Seçim Ve Halkoylaması Yasası’nda yapılması düşünülen değişiklikler üzerinde durmak istiyorum.

MECLİS’İN YÜZÜNE GÖZÜNE BULAŞTIRDIĞI

TEK SEÇİM BÖLGESİ KONUSU

Seçim Ve Halkoylaması Yasası’nda, 2016’da yapılan tek seçim bölgesine yönelik son değişiklikte siyaset, konuyu yüzüne gözüne bulaştırarak sorun çözme yeteneksizliğini bir kez daha kanıtlamış; güya temel sorunlardan birini çözerken yeni sorunlar yaratmıştı.

O değişiklik, KKTC demokrasisini popülizme teslim eden en önemli husus olan küçük seçim bölgeleri yerine, tek seçim bölgesine geçmeye yönelikti. Sonuçta tek seçim bölgesine geçildi ama özünde, ilçelere dayalı seçim bölgeleri karma oy ve tercih işaretleri için yaratılan karmakarışık düzenekle, dolaylı olarak korundu. Bunun özünde/doğasında feodal ilişkiler ve popülizmle iç içe olan yerel/bölge politikasını/politikacılarını koruma, onlara prim verme güdüsü/çabası vardı. Bu durum en çok Yüksek Seçim Kurulu’nu yordu. Kurul’un yasanın işleyişi ile ilgili sıkıntıları gidermeye yönelik istekleri bundan kaynaklanır.   

Aslında yapılması gereken,  tüm KKTC ülkesini tek seçim bölgesi olarak belirleyip ilçe seçim bölgeleri kavramını ortadan kaldırmak ve seçmenin karma oyları ile tercihlerini tek bölge üzerinden ve tüm adaylar üzerinden yapmasına olanak vermektir.  

Seçim Ve Halkoylaması Yasası’ndaki o değişiklikler görüşülürken,  neredeyse koro halinde, karma oy “tu kaka,” ya da değişik bir anlatımla “linç” edilmişti. Şimdi de öyle görülüyor ki, konu gündeme geldiğinde karma oyun kalkması gündeme getirilecek, bu arada %5 olan barajın yükseltilmesine çalışılacak! 

“TU KAKA”/”LİNÇ” EDİLEN KARMA OY

Karma oy “tu kaka” ya da “linç” edilirken, genellikle “siyasal partilerin demokrasinin vazgeçilmez ögeleri” olmasından hareketle, karma oya gerek olmadığı savı ortaya atılır. Ardına sığınılan Anayasa kuralı, “Siyasal Parti Kurma ve Partilerin Siyasal Hayattaki Yeri” başlıklı 70’inci maddenin, “Siyasal partiler, ister iktidarda ister muhalefette olsunlar, demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez öğeleridir” diyen (3)’üncü fıkrasıdır. Sanki “Demokratik siyasal yaşam” yalnız siyasal partilerle var olurmuş gibi, bu kurala dayanarak seçmenin irade ve takdirini ille de bir siyasal partiden yapmasını zorunlu kılmak isteniyor.

Oysa siyasal partiler, elbette ki “demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez ögeleridir” ama tek başlarına değil! İlgili yasanın adı ve içeriği bile buna kanıttır. “Halkoylaması” kurumundan söz ediyorum. Bizim sistemimizde, halkoylaması da demokratik siyasal yaşamın unsurlarından biridir. Kaldı ki “demokratik siyasal yaşamın” içinde sivil toplum var, demokrasinin beşinci gücü medya var, dahası “sosyal medya” var. Yerel yönetim birimleri olan muhtarlıklar var.

Hem muhtarlık ve ihtiyar heyeti seçimlerini siyasal partiler dışına çıkaran kim? Eğer “demokratik siyasal yaşam” yalnızca siyasal partilerse, o zaman bunu yapmakla bu kural çiğnenmiş olmadı mı? Ayrıca, siyasal partiler demokrasinin vazgeçilmez ögeleridir de seçmen ve seçilmek isteyenlerin iradelerini olabildiğince özgür ve kısıntısız biçimde kullanma hakları vazgeçilir midir?

Demokrasi, hukuksal olduğu kadar, elbette ki siyasal bir süreçtir ve moda deyimle “görünürlüğü” oy hakkına sahip olanlarla seçmen olabileceklerin sayısının artması yani kitleselleşmesi, oy kullanma ve aday olma sınırlarıyla yasaklarının ortadan kaldırılmasıyla doğru orantılıdır. Karma oy da hem seçmene, hem seçilmek isteyene daha geniş takdir ve hareket olanağı verdiği için demokratikleşme unsurlarından biridir. Bu bakından yurttaşın, kısa bir süre dışında, kırk dört yıldır kullanageldiği karma oy hakkı elinden alınırsa, bal gibi antidemokratik bir iş yapılmış olunacaktır. Hele hele demokrasi, demokratikleşme söz konusu olunca harmanlara sığmamak ama bunu yapmak hem çelişkidir, hem etik değildir; hem de seçmene karşı vicdansızlıktır.  

Kaldı ki sorunun özüne inilirse, karma oyların partilere olan güven sarsıldıkça arttığı görülür. Karma oy kullanma oranının yükselmesi, büyük oranda buna bağlıdır. Siz eğer, “zorlama” ile seçmeni yalnız partilere oy vermeye zorlarsanız, tepki o oranda yükselir ve başka yönlere kayar. Özellikle siyasete güvenin dipte olduğu bu dönemde karma oyla oynamak, partilerin kendilerini kurtarma operasyonundan başka şey olmayacak ve işe de yaramayacaktır.   

         Sözün kısası, karma oydan vazgeçmek, demokratikleşme sürecinden geri adım atma anlamında bir uygulama olacak; koşut olarak seçmenin elindeki demokratik bir hak geri alınacak; yaygınlaştırılması gereken demokrasi, sınırlandırılıp daraltılmış olacaktır.

SEÇİM BARAJINI YÜKSELTMEK

Seçim Ve Halkoylaması Yasası ellenirken gelmesi olası değişiklik isteklerinin biri de %5 olan seçim barajını yukarılara çekmek olacaktır sanırım. Yukarıda saydığım sakıncaların, çok daha fazla olarak bu konuda da geçerli olduğunu söyleyerek bu konuya geçeyim.

Demokrasilerde, yasa koyucunun siyasal çalışmalara çok kalın çizgiler halinde çerçeveler çizmesi, çok genel ilkeler koyması, çok geniş bir alan çizip o alan içinde siyasal partileri, anayasal ve yasal kurallar çerçevesinde özgür bırakması esas olmalıdır. Sosyo-kültürel yapımız, coğrafi küçüklüğümüz, az nüfusumuz da bunu gerektirir.

Siyasal yaşamı ya da siyasal yaşamın bir bölümünü yasayla düzenleme ve belli bir yöne yönlendirme çabası sonuç vermez, çünkü yasağı/kısıtlamayı aşacak yollar bulunabilir. Ayrıca sosyal olaylar, yasalarla, yasaklarla, kısıtlamalarla durdurulamaz. Siyasal partiler, konuna yasağı/kısıtlamayı/barajı açmak için hem Anayasa’ya, hem yasaya uygun çareler bulabilirler.

Bu konuda yaşanmışlıklarımız vardır.  

En çarpıcı örnek, şu anda da sürdürülen seçimlerde ortak liste yapma yasağıdır. Yasak dolayısıyla ortak liste yapamayan partiler, seçim yaklaştığı  zaman, yasanın öngördüğü süre içinde, bir formül bulup kendilerinin koyduğu yasal yasağı delip (yani hile-i şeriye yapıp) seçime ortak liste ile girerler.

Bunun siyasal tarihimizdeki ilk örneği, 1990’da Demokratik Mücadele Partisi ile görüldü. Yasağı aşmak için TKP, CTP ve YDP’liler partilerinden istifa edip sözde paravan olarak kurulan DMP’ye katıldılar, oradan aday oldular.  Seçim sonrasına da “evli evine köylü köyüne”, herkes partisine döndü. Bu örnek daha sonra neredeyse bütün partilerce kullanıldı. CTP-BG, DP- UG ve bunlar gibi, daha birçok örnek var.

    

TEMSİLİ DEMOKRASİMİZ

“VİTRİN” DEMOKRASİSİ GİBİ

Kişi olarak ben, Seçim Ve Halkoylaması Yasası’ndan karma oyu kaldırmanın ya da barajı yükseltmenin, özünde Anayasa’nın “Eşitlik” başlıklı 8’inci maddesinin (1)’inci fıkrası olan “(1) Herkes, hiçbir ayırım gözetilmeksizin, Anayasa ve yasa önünde eşittir,  Hiçbir kişi, aile, zümre veya sınıfa ayrıcalık tanınamaz.” kuralına aykırı olduğunu düşünüyorum.

“Temel Hak ve Özgürlüklerin Özü ve Sınırlanması” başlıklı 11’inci maddesi olanTemel hak ve özgürlükler, özüne dokunmadan, kamu yararı, kamu düzeni, genel ahlak, sosyal adalet, ulusal güvenlik, genel sağlık ve kişilerin can ve mal güvenliğini sağlamak gibi nedenlerle ancak yasalarla kısıtlanabilir.” kuralı için de aynı şeyi söyleyebilirim. 

İyi bir hukukçunun, iki konuda da Anayasa Mahkemesi’ni ikna edebileceğini de düşünüyorum.

Sonuç olarak, uygulamada sanal, kısıtlı, sınırlı, dayatmalı, sorunlu ve daha çok bir “vitrin demokrasisi” görüntüsü olan KKTC temsilî demokrasisi, daha da kısıtlanmamalıdır.  Sistemde zaten “ortak liste   (seçim bağlaşıklıkları, insiyatifleri ve platformları) yasağı vardır. Üstelik siyaset kurumu, yasa ile başkalarının önüne diktiği yasakları, bu konuda kendisi için delik deşik ederek aşıyor. Kamu görevlilerine uygulanan fiili ayrımcılık; “erkek egemen” nitelikli çarpık temsiliyet; büyük olasılıkla sayıları ülkede ikamet edenlerden çok olan Dış Kıbrıslı Türkler’e KKTC demokrasisinde yer olmaması gibi, anti demokratik kuralları da unutmamak gerekir.

Bunlara yenilerini eklemek, uygulamada kimseye yaramayacaktır.

Hem bir ülkenin anayasal düzenini yalnızca anayasası belirlemez. Siyasal partiler ve seçim yasaları da sistemin oluşmasında belirleyicidir. Parlamentonun çalışma biçimini yönlendiren içtüzük de öyledir. Nitekim siyaset bilimi literatüründe “bir ülkenin gerçek anayasasının seçim yasası,” “gizli anayasasının Meclis içtüzüğü” olduğunu savlayan siyaset bilimciler vardır ki bu sav, özellikle seçim yasası bakımından büyük oranda gerçektir. Bu bakımdan seçim yasası ile çok da oynamamak gerekir. Ayrıca uzun yıllardır uygulanmakta olup hem partiler, hem seçmen tarafından içselleştirmiş bir durum söz konusudur. İçselleştirilemeyen tek konu, siyasetin yüzüne gözüne bulaştırdığı tek seçim bölgesinin sulandırılmış olmasıdır. O düzeltilecek diye (ki düzeltildiğinde bile yüze göze bulaştırılabilir) yasanın iki can alıcı kuralının canına okunmamalıdır.   

Özünde partisiz ya da partiye inanmayan seçmeni cezalandırma/saf dışı bırakma anlamı taşıyan karma oyu kaldırmak, genel anlamda seçmen iradesine dayatma anlamı taşır.

Bazı partilere avantaj sağlamaya yönelik olan seçim barajını yükseltme ise, genel anlamda hem seçmen iradesine dayatma, hem bazı görüşleri Meclis dışına itme anlamları taşır.

Bunlar, kabul edilemez. Sert ve yaygın tepki gerektirir. Ben kendi adıma, böyle yapacağım.