İsmail BOZKURT

       

            Tarihin seyrini değiştiren 20 Temmuz 1974’ün 47’nci yıldönümü geride kaldı ama yansımaları ile etkileri bayağı sürecek gibi görünüyor. Elbette ki yansıma ve etkilemeler esas itibarıyla Türk Cumhurbaşkanı Recep Erdoğan’dan kaynaklandı. Zaten Sayın Erdoğan epeyce önceden bu yönde sinyaller de vermişti.

           Bu arada sinyallerde bize müjde verileceği de vardı ama Cumhuriyet Meclisi’nde söylenenler (Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, Parlamento binası, millet bahçesi) pek de müjde olmadı. Buna karşı Maraş’ın %3.5’unun askeri bölge olmaktan çıkarıldığı ve Mal Tazmin Komisyonu aracılığıyla mülk sahiplerine verileceği önündeki açıklamalar uluslararası arenada bomba etkisi yapmış görünüyor.

           Erdoğan’ın Cumhuriyet Meclisi’ndeki konuşmasından sonra iki ilginç ama bana göre gerçekle hiç ilgisi olmayan yorum/yakıştırma dinledim: İlk yorumda, “aslında bir şey vardı ama son dakika ABD kaynaklı bir şey oldu (yani ABD baskı yaptı/tehdit etti)  ve vazgeçildi” deniyordu.

            İkinci yorum/ yakıştırma bana göre çok komikti: Muhalefetin büyük kısmı Meclise katılmayınca Erdoğan müjdeyi/açıklamayı göze alamamışmış. .     

            Yeri gelmişken, ayrıntıya girmeden söyleyeyim: Özellikle Ana Muhalefet’in tavrı (yani Meclis’e ve hiçbir törene katılmaması) bana göre çocuksu, abartılı duygusal ve ciddi bir sratejik hata idi. Bunun çok ciddi yansımaları olacağını düşünüyorum.

KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ,

KIBRIS TÜRK DEVLETİ OLSUN (MU?)

          Bu konu Erdoğan’ın ziyareti ile oraya çıkmadı ama yeniden gündeme geldi. Bunun mantığını, yararının ne olacağını ve ne değişeceğini hiçbir zaman anlamadım. Anlayacağımı da sanmıyorum. Gerektiğini de hiç düşünmüyorum.

          Söylem olarak elbette kullanılabilir çünkü KKTC zaten “Kıbrıs Türk Devleti”dir. Nitekim gözlemci üye statüsünde olduğumuz İslam Örgütü ile Türksoy’da bu adla yer alıyoruz. Hemen her partiden temsilciler bu iki örgütün toplantılarında bu adla yer aldılar ve hiçbir dönemde anayasal/yasal bir sorun yaşanmadı/olmadı. 

           Tabii ki anayasa değişmedikçe devletin resmi adı KKTC’dir ve kaldı ki bu resmi adın değişmesi birçok zorlukları da yanında getirecektir. Tanınsın tanınmasın “Kuzey Kıbrıs” diye bir ülke vardır ve bu ülke tüm dünyanın kayıtlarına öyle geçmiş, özellikle bu ülkenin turizmcileri, tüm turizm alemine Kuzey Kıbrıs diye turistik bir ülke olduğunu kabul ettirmişlerdir.

          Sözün kısası, Devlet’in resmi adının değişmesi, Ercan adının değişmesi gibi sıkıntılı olacaktır.

          Bir husus daha var: KKTC adının resmen değişmesi, ancak Meclis’in üçe iki çoğunlukla karar vermesi ve bunun halkoylamasında onaylanması ile olanaklıdır ve Meclis’e üçe iki çoğunluk karar verse bile, bu siyaset kurumunun bunu halka anlatabilmesi neredeyse olanaksız görünmektedir.

           Başkanlık sistemine geçiş konusunda çok yazdım, yinelemek istemem. Hiçbir sistemin bir ülke için “reçete” olacağını asla düşünmüyorum.            Önemli olan bünyemizi, koşullarımızı, güçlü popülizm eğilimlerini hesaba katarak yaşanan çıkmazları aşabilecek, sorunları çözebilecek kendimize özgü bir sistem bulabilmektir. Yeter ki sistemin şimdiki zafiyetlerini taşımayacak ve “ilk seçimi düşünerek politika üreten politikacı” değil, “gelecek kuşakları düşünerek politika üreten devlet adamı” üretecek bir yapı oluşturulabilsin! Bu yapıda, sistem ne olacaksa olsun, “güçler ayırımına” dayanmalı, “fren ve denge”ler iyi oluşturulmalıdır. Kendi koşullarımıza uymayan, demokratiklik özünü zedeleyen ve sağlam fren ve dengeler oluşturmayan bir başkanlık sistemi bize çok şeye mal olur ve daha çok acı çekeriz.  

SON OLARAK

           Turgut Özal’ın “anayasa bir kez çiğnenirse bir şey olmaz” anlamında bir sözü vardır. Ülkemizde de –kaygılanarak- buna benzer bir anlayışa gidiş olduğunu gözlemliyoruz. Ayrıca fiili bir anayasal düzen yaratma yönünde kuşkular dile getirilmektedir. Umarım böyle bir anlayış ve öyle bir “niyet” yoktur.

             Churchill’in deyimiyle “demokrasi en iyi yönetim biçimi değil, kötülerin iyisidir” ve “mükemmel demokrasi” diye bir şey yoktur. Demokrasi hiçbir zaman kemale ermeyecek, demokratikleşme sonsuza dek sürecek bir süreçtir. Bizdeki demokratikleşme ve sivilleşme tartışmalarının özü de budur.

             Kıbrıs Türk Halkı’nın en büyük gücü; ulusal / toplumsal belleği, demokratik birlikteliğini sağlayacak olan demokrasi bilinci ve ulusal/toplumsal bilincidir. Bu gücü, uzlaşma kültürünün egemen olacağı çok partili yaşam; çoğulcu ve eşitlikçi demokrasi; insan hakları, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü; hak, adalet ve liyakat ilkeleri; kısaca çoğulcu demokratik toplum yapısını zedelemeden kullanmak gerekir. Değişim yaşama geçirilirken, ulusal/toplumsal değerleri koruma ve ortak bellek yaratmanın; halkın huzurunu, kamunun saygınlığını ve kamu düzenini sağlamanın; devletin varlığına yönelik olası kalkışmalara göğüs gerebilmenin yolu da budur.

           Hiç kuşkusuz anayasada değişiklik yapılabilir. Gerekirse tümüyle yeni bir anayasa da yapılabilir ama ne yapılacaksa anayasal çerçevede ve anayasal önemlerle yapılmalı; anayasal/hukuksal meşruiyet yanında demokratik meşruiyet de gözetilmelidir.