İsmail BOZKURT

            Dingili kopmuş bir dünya.. Etkisiz/”zavallıcık” bir BM… Alavere dalaverenin ve çıkar/güç çatışmalarının hiç eksilmediği sorunlu bir bölge (Doğu Akdeniz ve Ortadoğu)… Kulüpçülükle vakit öldüren, uluslararası ilişkiler ve askerî alanlarda “cüce” bir AB…  Küresel salgın belası Corona… Başta ekonomi, bir sürü iç ve dış sorunla cebelleşen bir Türkiye… Ve de bırakınız öncesini, 1960 ortak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasından beri bu adanın tek sahibi olmayı kendisine hak görmekten zerre kadar geri adım atmayan, “gomşu”suna ev aldıran bir kötü “gomşu!”

Ve ve de bizim için yaşamsal “siyaset kurumu” sorunumuz! Sorun çözme yeteneğini yitiren siyaset kurumumuz!

GOGOT BEKLENTİSİ DİYE BİRŞEY

Kesinleşmiş gibi görülen 23 Ocak 2022 seçimlerinin yeniden biçimlendireceği siyaset kurumumuzun önündeki en büyük ve aşılması gereken sorun, kendisinden kaynaklanan “sorun çözememe sorunu”dur ve bu sorun, yalnız Meclis’te çoğunluk sağlayacak bir hükümet, hatta tek parti hükümeti kurmakla ortadan kalkacak değil! Tek başına iktidar/hükümet dönemlerinin hep sorunlu, hem de “fena halde sorunlu” olduğuna yakın tarihimiz kanıttır. Yani ne yazık ki neredeyse sorunların tümünün ya da büyük çoğunluğunun kaynağı olan temel sorunun özüne inilmeden “Gogot beklentisi” içinde olmayı sürdüreceğiz.  

Gogot beklentisinin bizim yaşamımızda zaten yeri var: Bazı konularda bir türlü eyleme/sonuca ulaşamayan ya da sonuçsuz varoluş sancıları çeken insanlarız/bir halkız. Yaklaşık yarım yüzyıl, bu ülkede federal bir yapı oluşacağını bekledik. Annan Planı’na evet diyerek cennete ulaşmayı bekledik. Olayın içinde tek başına alındığında bile, AB bize çok şeyler vaat eden bir Gogot’tan başka şey değildi.   

İrlandalı yazar Samuel Beckett’in “Godot'yu Beklerken” adlı oyunundaki Gogot’tan söz ediyorum. Bir türlü eyleme dönüşmeyen/sonuca ulaşamayan ya da sonuçsuz varoluş sancıları çeken insanların, “kim” ya da “ne” olduğunu bilmedikleri “Godot”u beklemeleri ele alır. Oyunun iki kahramanı, bellekleri işlevini yerine getiremeyince gerçekliğin kesinliğinden uzaklaşırlar.

GERÇEKLERİMİZ… GERÇEKLİKLERİMİZ…

Devlet yönetimlerinde, gelenekler sisteme biçim verecek kadar önemli; İngilizler’de, sözlü kurallar yazılı kurallar kadar belirleyicidir. KKTC’de de parlamenter devlet sistemini etkileyen ya da biçimlendiren uygulamalar/gelenekler/olgular söz konusudur. O kadar ki popülizm ile patronaj düzeninin (kısaca yöneticilerin kendilerini “patron” gibi görmesi) fiilen sistem haline geldiği, bunun sonucunda facto bir devlet düzeni doğduğu söylenebilir. Ortaya çıkan de facto devlet düzeni, “güçler ayırımı”nın pek belli olmadığı; fren ve dengelerin çalışmadığı çarpık bir düzendir.

Populizm demokrasinin bir hastalığı iken patronaj düzeni demokrasinin özüne ters bir hastalıktır. Bizdeki popülizmin unsurları olup demokrasiye karşın patronaj düzeninin sürdürülmesine de olanak veren “kamu olanaklarını dağıtma temeline dayalı yağma/ganimet anlayışı,” “kamuya istihdam,” “üçlü kararname” uygulamalarının özünde “rant dağıtma” ve “çıkar çakışması” olduğu için bu olanağı bulan siyasiler patronaj düzenini sürdürme olanağı buluyor, uygulanan biçimi ile “parlamentarizm” ve siyaset kurumunun sorun çözemez duruma gelmesi de işlerine yarıyor.

“De facto” devlet düzeni daha iyi anlamak için dayandığı olumsuzluklara göz atmak yeterlidir:

-Rant kültürü (popülizm, patronaj, yağma/ganimet anlayışı) yaygın; siyasal erki kamuya yandaş istihdamı ile eşdeğerde görme anlayışı egemendir. Devlet olanakları “cevizcinin çuvalı” gibi dağıtma alışkanlığı vardır.

-Çatışma kültürü, ötekileştirme söz konusudur.

-Herkesi potansiyel “erdemsiz (kötü/kötü niyetli/suçlu)” gören ve öyle sayan; bürokrasi/kırtasiyecilik tutsağı bir kamu yönetimi vardır.

-“Yapanın yanında kalır” anlayışı (Kurumlaşmama/kurumlaşamama, sistemsizlik, kuralsızlık, kurallara boş verme, yaptırımsızlık, denetimsizlik) egemendir.

Bunlar varken iyi bir devlet yönetimi kurulamaz. İyi bir kamu yönetimi olmadan ve popülizm sistemden olabildiğince arındırılmadan devletin iyi çalışması ve iyi bir devlet yönetimi kurulaması olanaksızdır. İyi bir kamu yönetimi içinse verimlilik, etkinlik, liyakat, hukukun üstünlüğü, şeffaflık, demokrasi ve güvenilirlik gibi ölçütlerin hassasiyetle gözetilmesi/pekiştirilmesi gerekir. Buna koşut olarak üçlü kararnameler kaldırılmadığı, en azından çok aza indirilmediği sürece, doğru dürüst ve etkin bir kamu yönetimi oluşturamazsınız. Ve tabii ki sistemi iyi çalıştırmak için kamu görevlilerinin “dağ gibi” sorunlarını da çözmelisiniz.

  Popülizm ile patronaj düzenini besleyen tüm unsurlar, statükonun dinamikleri olarak da işlev görür.  Statükonun dinamiklerini etkisizleştirmeden ayakları üzerinde durabilen bir devlet yapısının oluşturulması olanaklı değildir. Bunun yolu da siyaset kurumunun, popülist eğilimlerden ve “yağma ganimet” anlayışından ve patronaj düzeninden arındırılması, kamuya istihdamın ya da işe adam almanın politikacının/siyaset kurumunun “güç/erk” göstergesi olmaktan çıkarılması ve ilk seçimi değil gelecek kuşakları düşünen devlet adamları yetiştirebilecek duruma gelmesinden geçer.  

Kuşkusuz ki seçim olan yerde popülizm tümüyle yok edilemez, ama etkisi azaltılabilir. Siyasal rantı kamçılayıp pompalayan popülist baskı ve uygulamalardan korunarak, politik rant nitelikli dayatmaları asgariye indirmek mümkündür. Bunun için siyaset kurumunun,  olabildiğince rant dağıtır konumdan arındırılması, rant dağıtma dürtüsünün kurumsal denetim altında tutulması koşuldur. Bunun bir çaresi, siyasetin “takdir yetkisini sınırlayıp minimize eden” ve popülist baskılardan olabildiğince arındıran ayrıntılı düzenlemeler ve özerkleştirmeler gerçekleştirmek; siyaset kurumunun, kamu yönetimi ile ilişkisini kurumsal ve kuramsal temele indirgemek, bu bağlamda parti örgütlerinin popülist baskısına olanak vermeyecek düzenlemeler yapmaktır.

KKTC’nin somut koşullarında kamuya istihdamın, popülist uygulamaların başında gelir. Kamu kadroları aşırıysa, bunun nedeni seçim önceleri ile sonralarında yapılan toplu istihdamlardır.  Çare, bu popülist uygulamayı olabildiğince bertaraf ederek, kamu yönetimini siyaset kurumunun etki alanından çıkaracak, bu bağlamda iktidar/hükümet olma ile eş anlamlı bir anlayış durumuna gelen kamuda istihdamı çok sıkı kurallara bağlayacak düzenlemeler yapmak, kamu harcamalarını sıkı denetime tabi tutmaktır. Yağma/ganimet sisteminin ta kendisi olan “üçlü kararname”nin kalkması, en azından çok daraltılarak minimize edilmesi de önemlidir.

SON OLARAK…

            Ümitsiz mi olmak gerekir? Yoo, her şeye ve birçok şeye karşın, demokrasiden umut kesemeyiz ki!  

Tabii ki özellikle sağlık, ekonomi ve eğitimde hızlı ve sonuç alıcı önlemlere, hayat pahalılığı konusunda rahatlatıcı uygulamalara gerek vardır ama bunlar yetmez. Bizim, iç siyaset/devlet yönetimi bakımından halkını mutlu edebilen, düzgün çalışabilen, sorun çözebilen ve uluslararası tanınmamışlığın dezavantajlarını/olumsuzluklarını tersine/hatta fırsata çevirebilen bir siyaset kurumuna gereksinimimiz vardır. Bunun için de Amerika’yı yeniden keşfetmek gerekmiyor. Ben Kıbrıs Türk Halkı’nda böyle bir siyaset kurumu yaratabilecek potansiyel olduğuna inanıyorum ama 23 Ocak 2023 seçimlerinden bu potansiyel çıkar mı, emin değilim.

Bekleyip göreceğiz.