İsmail BOZKURT

Benim kuşağım, tarih kitaplarında yazılanların neredeyse tümünü yaşadı: Savaş, kuşatma, kıyım, işkence, tecavüz, aşağılanma, eziklik, göç,  kıtlık, doğa felaketi, yoksulluk, acı! Diğer yandan mutluluk, sevinç, gurur, coşku! 

Tarih kitaplarında okuduğumuz “salgın”ı yaşamamıştık. Corona belası onu da bize yaşattı. Tarih kitaplarındaki adıyla “salgın” olarak değil, “pandemi” diye cafcaflı bir isimle! Bundan sonra, olsa olsa uzaylıların Dünya’ya -ve belki “cennet”liğimize (!) özenerek ülkemize- gelişlerini de görürüz.

CORONA BELASI İLE SAVAŞIMDA BAŞARI,

UYGULAMADA?

İlginç bir Corona serüveni yaşadık: Ülke olarak bir dönem onu sıfırlamayı başardık da ama işi gevşek tutmuşuz ki, bir baktık azıvermiş. Bu günlerde azgınlığının gemlenmeye başladığı günler geçiriyoruz.

Siyasal erkin,  Corona karşısında hatalar yaptığı, ihmalleri görüldüğü, çelişkiler sergilediği, tutarsızlıkları olduğu sır değildir ama genel anlamda ortaya konan “devlet refleksi” ve virüsle savaşımda göreceli başarı kazanıldığı da bir gerçektir. Tek tek ağaçlara bakıp orman görmezlikten gelinemez.

“Devlet” ya da “KKTC” olarak tanınma sorunumuz vardır. Hem de içte ve dışta bu algıyı zedeleyecek, erozyona uğratacak açık ya da kapalı algı yaratma çabaları (saldırıları da diyebiliriz) kesintisiz sürmektedir.  Bu bakımdan “Devlet” algısı, Kıbrıs Türkleri bakımından, başka halklardan çok daha önemlidir.

Corona ile savaşımda ortaya çıkan devlet refleksi ve gösterilen göreceli başarı; hata, ihmal, çelişki ve tutarsızlıklara karşın; iyi çalışan ve yurttaşı potansiyel istismarcı görmeyen bir bürokrasi ile, Kıbrıs Türk Halkı’ndaki “KKTC Devleti” algısına inanılmaz olumlu katkı yapılabilir, “devlet” algısı çok güçlenebilirdi. Yanılmayı isterim ama ne yazık ki bunun olduğunu söyleyecek durumda değilim.

Ben kendim de bürokrasinin saçmalığı karşısında kaç kez patlama aşamasına geldim. 80 yaş üstü kategorisinden yaptığım iki doz aşıda bile, çığlık atacak kadar olumsuzluklar,  Aziz Nesin öykülerine taş çıkartacak tuhaflıklar yaşadım ve zaman zaman sosyal medyada bunları paylaştım.

SOSYAL DEVLET OLAMAMAK

Ne yazık ki Anayasa’mızda yeri olmasına karşın devlet, Corona sürecinde bile “sosyal devlet” gibi davranamadı. Bir “memur devleti” olduğu algısını yıkamadı, tersine güçlendirdi. Üstelik ek/yardımcı bir sosyal güvenlik düzeneği olan ihtiyat sandığında, yabancı işçilerin haklarının gasp edilmesi olayı var. Corona mağdurlarının bir bölümüne transfer edilen istihdamı teşvik fonunun böyle bir kaynak olması düşündürücü ve rahatsız edici!

Ortada, yabancı işçilere eşit davranmayan, eşit davranmayı bir yana bırakın, onların ek/yardımcı bir sosyal güvenlik hakkı olan ihtiyat sandığı yatırımlarını gasp etme gibi bir “insanlık ayıbı” var. Bu ayıba “solcular”dan (!) bile ses çıkmaması başka bir “garabet!”

İstismara yer vermemek için söyleyeyim: Düşündürücü ve rahatsız edici olan, bu fonlardan mağdurların yararlandırılması değil, yabancı işçilerin haklarının gasp edilmesidir.

Sözün kısası, “sosyal devlet” anlayışı bakımından da, “Devlet algısı”na katkı anlamında yarar sağlandığını düşünmüyorum.

YA EKONOMİK POLİTİKALAR?

Corona döneminde uygulanan ekonomik politikaların başarısı ve zararı en az düzeyde tutulabilmesi de, Kıbrıs Türk Halkı’ndaki “KKTC Devleti” algısına olumlu katkı yapabilecek bir unsurdur.

Bu konuda yoğun eleştiri ve yakınmaların ardı arkası kesilmiyor. Ben sıkça dile getirdiğim gibi, ekonomist değilim. Bu bakımdan doğrudan ekonomiyi ilgilendiren konularda kendime göre değerlendirme yaparım, düşüncemi söylerim ama “2+2=4” gibi kesin konuşmam. Kaldı ki bizde “yakınma” kültürü güçlü olduğu için neyin doğru, neyin yanlış olduğunu zaman gösterir. Bu konuda da öyle olacağını düşünüyorum.  

CORONA BAHANESİ İLE

SİSTEME “REÇETE” ÖNERMEK

Her vesile ile ve bu sayfada, ilke olarak bir devlet/hükümet sisteminin “reçete” olarak gösterilmesini çok yanlış bulduğumu çok yazdım. Corona döneminden dersler çıkarıp gelecek için hedefler saptanırken de, aynı şey pazarlanmaya çalışılmaktadır.

Diğer yandan seçim yasasında değişiklik söz konusudur ve konuşulan,  karma oy ile tercih işareti ve partilerin Meclis’te temsil hakkını kazanma barajının yükseltilmesi konularıdır. Dikkat edilirse bunların tümü de seçmen iradesini kısıtlama amaçlı, benim her koşulda karşı çıkıp savaşım vereceğim düşünce, öneri ve niyetlerdir. 

Karma oy ile tercih hakkı, yaklaşık 45 yıldır uygulanmaktadır ve içselleşmiştir. Sorun bu hakkın kullanılmasında değil, değerlendirmesindedir ve Yasa’daki saçma sapan değerlendirme yöntemi “çarşaf liste”yi sindiremeyen Meclis’in popülist yaklaşımından kaynaklanmıştır.

Kaldırın bölgeleri, salt bir tek seçim bölgesi olsun. Ya da seçmeni, karma ya da tercih hakkını kullanırken serbest bırakınız, hakkını çarşaf listenin tümü üzerinden kullansın, her seçim bölgesi için de kullanma zorunluluğu olmasın.

Bana göre sorunun çözümü budur, seçmenin iradesini sınırlamak değil!

%5 barajı da çok uzun yıllar uygulanmıştır ve içselleşmiştir. Bu oranı yükseltmenin de haklı bir mantığı olamaz.  

NOT: Ali Pilli’nin görevden alınması haberini, yazım şekillendikten sonra aldım. Hiç de şık olmadığını söylemekle yetiniyorum.