İsmail BOZKURT

            Ne yazık ki zaten az ve yetersiz olan yeşilimizin/ormanımızın önemli bir kısmı yine yangına kurban gitti. İçimiz yandı, ciğerimiz kavruldu. Doğaçlama ustası Bülent Fevzioğlu’na “Bayrak yarıya insin” dedirtecek kadar yaktı bizi yangın:

            “Bayrak! Yarıya insin. Ülkemin, matemi var…

            Ömrümüzün üstüne simsiyah küller yağar…

            Hiç kimse bu vatandan daha büyük değildir!..

            Bayrak! Yarıya insin… bundan büyük yas mı var…”

           

            Fevzioğlu,  bu çığlığını, 24 Haziran 2022 tarihli FC paylaşımı ile yaptı.

            Gerçekten de bundan büyük yas mı var çığlık atmak için?  Ben de içimden attım çığlıkları! Neyse ki doğa, ona yapılan ihaneti cezalandırmayı, bol yaz yağışıyla yine kendisi durdurarak her iki durumdaki gücünü gösterdi.          Bundan sonrası, “insanımıza” ve Devlet dediğimiz “insan eseri”ne kalıyor. Ne yapacağını bekleyip göreceğiz.

            Bu haftaki yazımın konusu yangından başka bir şey olamazdı ama son yangını yazmak da gelmedi içimden! Eski defterleri karıştırınca, 5 Ağustos 2008’de bu sayfada çıkan, “YANGI YANGI BEŞPARMAKLAR” başlıklı yazımı buldum. Nasıl olsa benzer şeyleri yazacağım. Bu bakımdan yeni bir yazı yazmaktansa o yazımı paylaşıyorum:   

            “Bu satırları yazarken Beşparmaklar cayır cayır yanıyor.

            Beşparmaklar’ın karşı yakası da yanıyor.

            Yüzyıllar içinde oluşan doğal yaşamı yok ederek ve içimizi yangına çevirerek!

            Hem de insan doğasının vurdumduymazlığı nedeni ile! İnanılmaz duyarsızlık sonucunda!

            Belleksizleştirilen toplum yanında, ülke daha da ormansızlaşıyor, yeşilsizleşiyor.

DEDEMİN ZEYTİNLERİ

            Her insanın belli konulara eğilimi, ilgisi vardır. Ben de, başka eğilimlerim yanında, kişiliğimin bir parçası olduğuna inandığım bir ağaç/orman/doğa tutkunuyum.

            Bu tutku bana, doğup büyüdüğüm çevreden, aile ortamından, özellikle de rahmetli Hasan Dedem’den kaldı.

            Bir öyküye konu yaptım, daha önce birçok kez yazdım da: Rahmetli Hasan Dedem, kocaman değil, küçük bünyeli eşeciğine su dolu tankları yerleştirir; beni de, eşeğe bindirerek, kendisi yaya, en az beş-altı kilometre ötede ektiği zeytin fidanlarını sulamaya giderdi.

            Yol boyu ve gittiğimiz yerde, bana hep ağacın, özellikle de zeytinin erdemlerini anlatırdı.                İsterseniz buna “beyin yıkama” da deyin! (Böyle “beyin yıkama”ya can kurban!)

            Dedem ve o çevrede yaşayan insanlar için, her ağacın bir kişiliği / kimliği vardı. Herkes bilirdi bunu! Kimin nerede, hangi ağacı anlattığı anlaşılırdı.

            Böyle bir ortamdan doğdu ağaç tutkum!

ORMANLAŞTIRMA HEDEFİ

            Yirmi yıllık parlamenterlik yaşamımda, ormanlaştırma konusunu sürekli gündeme taşıdım. Tüm sorunların konuşulduğu bütçe görüşmelerinde bıkmadan dile getirdiğim birkaç konudan biri idi ağaçlandırma/ormanlaştırma konusu!

            Hep bir savım vardı: Kupkuru Mesarya ovası, yüzde otuz oranını buluncaya kadar yer yer ağaçlandırılmalı, öbek öbek ormanlarla donatılmalıydı. (Bir ülkenin yeterli ormana sahip olduğu, yüzölçümünün yüzde otuzunun orman olması ile anlaşılır.)

            Askerî makamlar, Sivil Savunma ve (Tarım Bakanlığı döneminde) bugünkü Başbakan Ferdi Sabit Soyer; Mesarya’nın göbeğinde, benim gözümde anıtsal değeri olan böyle orman öbekleri yarattılar. Hayrettin Tuncerler gibi duyarlı bir yurttaş da, kendi inanç, özveri ve olanakları ile bir orman yarattı.

            Devlet eliyle ormanlaştırma yapılmadı değil! Hatta 1995 Beşparmak Yangını’ndan sonra, (sanırım tarihimizdeki en kitlesel katılımla) yangın yerleri ağaçlandırıldı.

            Sonuçta bir şeyler oldu ama yapılanlar yetersiz!
            Bari eldekileri koruyabilseydik, bari her yaz orman yangını karabasanları yaşamasaydık!

TOPLUMDA ÇÖZÜLME, YABANCILAŞMA, KİMLİK SORUNU

            Cumhurbaşkanı Talat, Kıbrıs Türk Halkı için, geçmişte “marazî toplum” nitelemesi yapmıştı. Son nitelemesine göre “toplumda ciddî çözülme, yabancılaşma ve kimlik sorunu” var. Ayrıca “devlete güvensizlik söz konusu!

            Sayın Talat’ın değerlendirmelerine katılıyorum.

            Peki ama neden?

            Nedenler çok! Ama bana göre bu durumun temel etkenlerinden biri toplumumuzdaki “bellek yitimi” ya da “belleksizleşme”dir.

            Sayın Talat’ın söyledikleri, (ya da benim nitelememe göre “belleksizleşme”), bize çok pahalıya mal oluyor.

            Daha da olacak!

            Belleksizleşme sonucu yitirdiğimiz yalnız kökümüz, geçmişimiz, manevî zenginliğimiz, kimliğimiz, kişiliğimiz değil!

            Doğamız da gidiyor. Hem de göz göre göre!

            Yalnız yangınlar değil, oyulan Beşparmaklar ve Mesarya da var gündemimizde! Sesten görüntüye, denizden kentlerimize, giderek yaşamımıza karabasan gibi giren kirlilik, çevreyi ve doğayı yok ediyor. (Evet, Beşparmaklar gibi Mesarya da oyuluyor. İsteyen Alaniçi, Akova, Sandallar arasındaki bölgeye bir gitsin!)

            İşin acı yanı “statüko” bu konuda da geçerli!

            Beşparmaklar yanarken bazı TV kanalları, sevindiren bir duyarlılıkla canlı yayına geçti. Bu yayında boy gösterip parlak sözler söyleyen söyleyene!

            Sonra?

            Her şey “küllü su” gibi oturacak (mı?)! Statüko yine, statükosal süreçte süregidecek (mi?)!

YENİ BİR AĞAÇLANDIRMA POLİTİKASI

            Hep söylerim: Bir ülkede, siyaset kurumu, ilk seçimi kazanma peşinde olan popülist politikacılar yerine gelecek kuşakları düşünerek iş yapacak devlet adamları yetiştirmezse, o ülkeden hayır gelmez.

            Statükoyu da ancak devlet adamları tersine çevirebilir.

            Sayın Soyer, geçmişte Mesarya’nın göbeğinde bir orman yaratmakla bu konudaki duyarlılığını ve sorumluluk anlayışını kanıtladı.

            Yepyeni bir ağaçlandırma politikasını neden yürürlüğe koymasın?

SON OLARAK

            Yazımı tamamlarken, Beşparmaklar yanmaya devam ediyor. Yangın, henüz denetlenemedi.

            (Bir süre önce oralardan geçtiğim) Anadolu’nun güney kıyıları da yanıyor. Üstelik oralardaki yangın giderek yayılıyor.

            “Yangı Yangı Beşparmaklar” başlığını atarken Özben Aksoy’un “Yangı Yangı Limnidi” kitabından esinlendiğimi söylemeliyim.

            “Yangın, yangın, Beşparmaklar” diyeceğime, “yangı yangı Beşparmaklar” demeyi yeğledim.

            Dedim demesine de ateş sürüp gidiyor. Bu ateş, başka bir ateş! Yalnız düştüğü yeri değil, içimizi de yakıyor. Hem de fena yakıyor!

            Yazık!”