İsmail BOZKURT

Çoğu, üç beş sözcükle bir kitaplık anlatım yapan, algı yaratan atasözlerimizle deyimlerimiz var. Örnek olarak “dünyanın çivisi çıktı” deyimi günümüz dünyasını ne de güzel anlatıyor.  Birileri çıkıp “dünyanın çivisi çıkmadı, dünya güllük gülistanlık” derse buna inanan çıkar mı? Çıksa da ne oranda insan bunu söyleyenleri “takar?”

Söz konusu olan yalnız Ukrayna dramı değil! Dünyanın birçok yerinde fıkır fıkır kaynamalar süregidiyor. İletişim gücü büyük olan Avrupa’nın göbeğinde olan Ukrayna dramı dünyaya daha çok yansıyor ama kaynayan yalnız Ukrayna değil ve biyolojik ya da nükleer savaş olasılıklarının bile ciddî ciddi konuşulduğu bir dünyanın çivisi çıkmadıysa, içiniz rahat olsun, dünyanın çivisi hiç çıkmayacak demektir.

YA BİZDE DURUM NE?

Çivisi çıkan günümüz dünyasında biz ne durumdayız?  Dünyanın çivisi çıktı ama bizde çıkmadı demek mümkün mü?

Her şeyden önce ülkemiz hızla yangın yerine dönme yolunda! Pahalılık, halkın önemli bir bölümünün belini bükmüş. Alım gücü tükenen tükenene! Gerçek anlamda, geçim sıkıntısı yaşayan, hatta açlık sınırına yaklaşan insanlarımız var. İnanılması zor ama medyaya yansıyan, çöp içinde yiyecek ya da yiyeceğe dönüştürmek için para ettiğini sandığı şeyleri toplayan insanlar var bu ülkede!

Bütünlenmiş bir toprak parçasına sahip olduğumuz 1974’ün üzerinden 48 yıl, 1983 üzerinden 39 yıl geçmiş. Çok iyi anımsıyorum 1983 KKTC sürecinde dile getirilen derin kaygılardan biri “Güney komşumuzun elektriğimizi kesme” olasılığı idi. (O zamanlar elektriğimiz doğrudan Güney’den geliyordu.) Bunca yıl sonra, yeterli üretim olmadığı ve hâlâ daha bize yetecek elektrik üretiminin yetersiz olduğu mazeretinin/gerekçesinin arkasına saklanılıyor. Gelen gideni aratıyor, gelen geçenleri suçluyor. Suçlayan suçlayana ama sonuç yok! 

Ülkemizdeki olumsuzluklar dağ gibi ve saymakla bitmez. Doğallıkla bunda çivisi çıkan dünyamızdan da ciddî oranda yansımalar/kaynaklanmalar var ama kendimizden ve de özellikle siyaset kurumumuzun sorun çözme yeteneksizliğinden kaynaklanma olmadığını söylemek, Mısır’daki sağır sultanın kulağına kadar gideni yadsımaktan başka bir şey değil!

 Şu ya da bu, neden ne olursa olsun gerçekler var: Böylesi durumlarda Devlet bir biçimde kitlelere olanak/para ulaştırmak zorunda! Oysaki bizde Devlet’in eli halkın cebinden çıkmıyor. Çığlıklar ayyuka çıkmış durumda ama inanılmaz bir vurdumduymazlık söz konusu!  Fiatlarla zamlar roket hızıyla göklere doğru uçarken, vitesler boşta ve denetimsiz bir gidiş var. Halk deyişiyle “frivıl” gidiyoruz. Kaptansız/kontrolü yitirmiş kaptan gibi, her an yoldan çıkıp bir yerlere toslayabiliriz. (Frivıl, viteslerin boşta olduğunu anlatmak için İngilizcede kullanılan “freewheel” sözcüğünün Kıbrıs Türkçesindeki biçimi)

Peki ama çivisi çıkan ve kötüleştikçe kötüleşen bir sürecin süregittiği bu dünyada, kendimizi (olabildiğince) olumsuzlukların dışında tutmak, en azından olumsuzlukları azaltmak hiç mi olanaklı değil? Başbakan ve hükümet yetkilileri “reformlar”dan ve “acı reçete”lerden öz edip duruyor. İyi güzel de ne/nasıl reform yapılacağını ve acı reçetelerin ne olduğu konusunda yeterli açıklama yok, çoğu kez “tıs” yok.

İnsanın aklına birçok soru takılıyor: Bu “reformlar”la “acı reçeteler”in halka yansıması nasıl olacak? Bedelinin halka adil biçimde yansıyacağını nasıl anlatacaksınız? Genellikle olageldiği gibi zenginin daha zengin, yoksulun daha yoksul olmayacağını nasıl inandıracaksınız? 

LAFLA PEYNİR GEMİSİ YÜRÜMEZ

Yazıma sıkça dile getirdiğim bir anekdotla son vereceğim: Girdiği çatışmada yenilen bir Fransız generali, üstlerine göndereceği rapor için “yaz” der emrindeki subaya, “Almanlarla girdiğimiz savaştan zaferle çıktık.”

“Fakat generalim” diye tepki gösterir subay “biz yenildik.”

“Sen benim dediğimi yaz evlat” der general, “ileride tarih yazarlarken bizim raporumuza bakacaklar.” Siyaset, bu anekdotta anlatıldığı gibi başarısızlıkları laf kalabalığı ile başarı gibi göstermeyi Fransız generalinden iyi bilir. Siyaset, siyasetçi ve siyaset kurumu da öyledir. Başarısızlıkları başarı olarak göstermeyi, başkalarına yüklemeyi, gerekçeler/mazeretler/nedenler arkasına saklanmayı da anekdottaki Fransız generali gibi çok iyi bilir ve becerir.

Siyaset, bir anlamda “sorun çözme sanatı”dır. Bizde siyaset, sorunları çözmüyor ya da çözemiyor. Tam tersi siyasetin kendisi sorun haline geldi. Başbakan ve hükümetin bunu tersine çevirecek ve sorun çözme becerisini kanıtlayacak  politikalarla uygulamalara, “frivıl” gidişi durdurup “usta kaptan” olarak ortaya çıkmasına gereksinim var.

“Lafla peynir gemisi yürümüyor.”