İsmail Bozkurt

“Corona” belasının (nam-ı diğerle Convid 19 ya da Coronavirus) bizde sıfırlandığı söyleniyordu.  

Bir baktık ki fena “azmış.” Uzmanlar, “uzmanımsılar” ya da uzman kesilenler, çoğu kez birbirleriyle çelişen “fetva”larla kafaları karıştıradursun, o aldı başını gidiyor. Öyle kolayca yakamızı bırakacağı da yok!

“Can pazarı”nın tavan yaptığı bu korkulu Corona gerginliği günlerinde,  felâket dellallığı dehşet boyutta!

Bir yandan da “politika” virüsü sinsi kıpırtılar içinde!

Siyaset, populizm/halk dalkavukluğu ve parti içi dengeler batağından kurtulamıyor. (Aslında kurtulmak isteği de yok.)

Medya ve sosyal medya  “toz duman” içinde!

Sosyal medyada düzeysizliğin dik alası segileniyor.

Ve bu ortamda, bir ara sıfırlanarak bizi epeyce rahatlatan belanın, “kritik” denen aşamaya gelmek üzere olduğu söyleniyor. O aşamaya geldik diyenler de var. Kapanmak gerek, kapanıyoruz derken “şöyle böyle” kapanıverdik.   

CORONA DERKEN BİR DE DOĞAL AFET

 Bu ortam ve koşullarda, Corona Corona diye diye ve tehlikenin tambura tellerine dönüştürdüğü sinir sistemimizin yarattığı berbat psikoloji içindeyken, Cumartesi’ni Pazar’a bağlayan 30 - 31 Ocak 2021 gecesi, müthiş bir doğal afetle karşı karşıya geldik. Adına fırtına deniyor ama bugüne kadar gördüklerimizden bambaşka bir şeydi.

Yerle göğün karıştığı, doğanın gücünü ve öfkesini, karşısında bulduğu engelleri yıka devire gösterdiği, belleklerden kolay kolay çıkmayacak korkunç bir olaydı.

O yaklaşık bir saatlik yerin göğün karıştığı zamanı, gecenin koyu karanlığında, devrilen, yerinden sökülen, sürüklenen, parçalanan birşeylerin kaygı verici, kulakları rahatsız eden sesleriyle yaşadık. Kapıyı açıp ne olup bittiğine bakabilecek bir ortam yoktu. Zaten elektrik de gitmişti.

(İşin iyi ve güzel yanı, “bu gece gelmez “diye düşündüğümüz elektriğin bir bir buçuk saatte gelmiş olması!)

“AH SERVİM, VAH SERVİM”

Üst kattaki çalışma odamla alt kattaki oturma odası dahil, evimin alt ya da üst katında, pencereden evin arkasındaki bahçemize bakıldığında, bahçenin ucunda ve tam karşıda dev gibi bir servi ağacı görülür(dü).

1991 ya da 1992’de, bizim kendi ellerimizle diktiğimiz, 28-29 yaşlarında bir “Kıbrıs selvisi”! (O serviye “Kıbrıs servisi” dendiğini Kırım’da öğrenince şaşırmıştım.)

Hani “servi boylum” diye, film adı bile olan bir deyim var. O deyimdeki gibi öyle ince - uzun, sipsivri, upuzun, bilinen servilerden değildi bizimki! Çok kalındı: 3-4 selvi ağacı kalınlığında ve 18-20 metre boyunda!

Çeşit çeşit, boy boy kuşlara ev sahipliği yapan bir doğa ortamı! Onlarca, belki yüzlerce kuşun evi, cıvıldaşma, oynaşma, çiftleşme yeri!

Evimize, bahçemize güzellikler katardı kuş cıvıltıları! Ben ve eşim, Neriman Cahit’e o kadar anlatmıştık ki kuş cıvıltılarını, çok görmek istemişti.

Daha ne diyeyim?

İstesem de diyemem, çünkü o servi ağacımız artık yok! Daha doğrusu var da, eskinin üçte biri! Geri kalan üçte iki, fırtınaya/doğal afete, o korkunç 30-31 Ocak gecesine kurban gitti.

Doğanın öfkesi, doğal bir ortamı yok etti.

Bundan böyle kuşlar, servimin geri kalan kısmını yeniden mekân tutar mı, bilemem. (İki gündür ortada görünmüyorlar.) 

Özellikli bir servi ağacıydı. Dev gibi, kalın, kocaman ve uzun, deyim yerinde ise “şahbaz!” “Gün gelir, koruma altına alınması gereken bir doğa harikası olur bu servi” diyen vardı  arkadaşlardan!

Artık deyemeyecekler! Ben de korumaya alınmış bir doğa harikası dikme onurunu kazanma olasılığını yitirdim.

GERÇEK BİR FELÂKET

         Servimin arkasından “ağıt yakarak,” bir anlamda bencillik yaptığım sanılmasın. Karakterimde bencillik yok! Felaketin, onca ağılı, serayı, ağacı, hayvanı ya da benzerlerini yok ederek birçok insan için yıkım anlamı taşıdığını, maddi/ekonomik boyutunun büyük olduğumun ayırımındayım.

Benimkini, doğanın öfkesinin, doğal bir ortamı bile durduramadığını göstermek için anlattım.

         Corona Devlet’i -zaten- zorlarken, buna doğa felaketinin zararları da eklendi. 

Devlet, kim ne derse desin, ne yazık ki Corona karşısında Anayasası’nda da yer alan “sosyal devlet” gibi davranamadı. Dilerim bu felaket karşısında da öyle davranmaz.

Aslında, bizim koşullarımızda, corona sürecinden çıkarılacak derslerin en başında “sosyal devlet”te dört elle sarılmak; acımasız, katı vahşi kapitalizmle bir yere gidemeyeceğimizin bilincine varmak gerekir. En azından corona benzeri zamanlarda ve doğal afet durumlarında, Devlet’in hızla “sosyal devlet” anlayışına dönüşmesini sağlayacak kural ve düzeneklerimizi oluşturmalıyız.       

Tabii bir de doğaya karşı olan “ihanetimiz” var ve bu ihaneti doğa dostluğuna dönüştürmek, göreceli de olsa doğanın öfkesinin önüne geçecek uygulamalar yapmak “sosyal devlet”in amaç, hedef ve gereklerindendir.