İsmail BOZKURT

        Geçen hafta (25 Ocak 2022) bu sayfada “DEMOKRASİ SÜRECİNDE YENİ BİR DÖNEMEÇ” başlıklı yazımla 23 Ocak 2022 seçimi ile ilgili ilk izlenimlerimi paylaştığımda kesin sonuç alınmamıştı ve Meclis’e girecek kadın milletvekili sayısı henüz belli değildi. Artık seçimin sonucu belli ve  Meclis’in elli üyesinden yalnız on biri kadın!

        Siyasal Partiler Yasası’nda 2015 yılında yapılan değişiklikle her partinin yüzde otuz oranında karşı cinsten aday göstermesi zorunlu hale getirildiğinden, 23 Ocak 2022 erken seçiminde katılan sekiz siyasal partinin toplam 400 milletvekili adayının 131’i kadın olarak belirlenmişti. Yani kadın adayların oranı yüzde 32,75’ti. Yasanın öngördüğü kadın aday kotasının az üzerinde!

        Meclis’e giren on bir kadının toplam milletvekilleri içindeki oranı yüzde yirmi iki! Yani aday oranı Meclis’e de yansımamış.

        On bir kadın milletvekilinin altısı CTP’den, üçü UBP’den, ikisi HP’den! CTP’nin kadın milletvekili adayı oranı üçte bir, HP’deki oran üçte oluyor.  

        Meclis’te 24 milletvekili ile yüzde kırk sekiz oranında temsil edilecek olan en büyük parti UBP’nin yalnız üç kadın milletvekili var. Sekizde bir yani yüzde on iki buçuk oranında! Üç milletvekili ile Meclis’te temsil edilecek olan DP ile iki milletvekilliği kazanan YDP’nin kadın milletvekili sayısı sıfır! Belli ki UBP, DP ve YDP seçmeninin beyninde kadınları seçmeme yönündeki eğilim sürüyor.

        Ne yazık ki seçmenin % 50’sini oluşturan kadınlarımız da, seçim sonucunu belirleme gücünü kullanamamış ve “kilidi açan anahtar” olamamışlardır. 

           

İSKANDİNAV SOLU NE YAPIYOR?

            Biz parlamentoda kadın temsiliyeti konusunda yakınıp dururken beş Nordik/İskandinav ülkesinin (İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka, İzlanda) dördünde siyasal iktidarı kadınların yönettiğini vurgulayan, değerli dostum Kenan Mortan’ın son yazısı, her zamanki gibi dört dörtlük! Bu yazısını paylaşmak istiyorum:    

‘‘’Nordik Ülkeler’  olarak adlandırdığımız, İzlanda’yı da kapsayan İskandinavya’nın beş ülkesinin tamamında 2001’den bu yana merkez sol ya da sosyal demokrasi yeniden iktidarda. Bu beş siyasal iktidarın dördünü kadınlar yönetiyor. İsveç’in siyasal yaşamında ilk kez bir kadın başbakan var.

Önemli bir sayısal farklılıkla... 1970’lerde %40 alarak iktidara gelen sosyal demokrasi, bu kez  % 30‘larla yetiniyor. Ya İsveç örneğinde olduğu gibi azınlık hükümeti kuruyor. Ya da  daha solu ya da daha sağı ile oydaşıyor, iktidarı  karşılığında ödünler veriyor. 

Bunların uygulamada neleri değiştirdiği konusu The Economist dergisinde bu hafta bir inceleme konusu oldu. İncelemenin vardığı temel sonuç şu:

-Kuzey solunun gündemi ve uygulaması refah devleti döneminden çok uzakta. Çok daha gerçekçi ve pragmatik. Bu başta işçiler eski klasik seçmen tabanını da çok öfkelendiriyor. Bu nedenle bu kesim daha sola kayıyor... 

Sol partiler istihdam ve işyeri garantisi konu değişti. İşçi çıkarmak kolaylaştırılıyor. Göç konusunda ödünsüzler. ‘Kapı açık, gelsinler’ politikası noktalanmış durumda. Danimarka, Suriye’de iç savaş bittiği gerekçesiyle sığınmacıları geri yollayan dünyada ‘ilk’ örnek oldu. Temel ürünlerde artık ‘hakediş fiyatı’ uygulanıyor, sübvansiyon yok. Norveç, petrol zengini ama enerjide maliyeti fiyata yansıttı.  Nordikler, devlet konutçuluğu yerine  toplu konut yapıp vatandaşa  satışı öngörülüyor. 

Ancak geçmişte geleneksel başarının sağlandığı  ‘temel sağlık’ ve ‘eğitim’ konusu çok sıkıntılı. Refah devleti döneminde alışılmış standardın çok altındalar. Özelleştirme konusunda pragmatikler, bu konuda geri durmuyorlar.

Buna karşılık hemen hepsi iklim bozulması konusunda etkin adımlar atıyorlar.  Az nüfuslu olmaları, bu konuda etkili. Ancak bunun vatandaşın günlük yaşama yansıması zaman alacak. Danimarka’nın dünyaya lanse ettiği çalışma dünyası için geliştirdiği Esnek-Güvence Dengesi Modeli (Flexicurity)  başarılı bir örnek olmaya devam etmekte.

Nordik Model için The Economist dergisi bir İsveç’ce söz kullanıyor: Smorganbord... İki ucu açık İsveç sandviçine verilen ad bu. Her zaman içine bir ekleme yapmak, ya da malzeme eksiltmek mümkün.

Küresel konuma gelen dünyada bu 5 kuzey ülkesi geçmişte olduğu gibi bir  ‘yaşam laboratuvarı’ durumundalar. Bir kuzeyli siyasetçinin nitelemesiyle 30 yıl boyunca defans oynadık, şimdi ofansa karar verdik, bunu öğreniyoruz.’

Bu labarotuvar ne öğretirse öğretsin, değişmez bir ders başlığı var:

Kurumlar ayakta olacak ve bunlara yurttaş güven duyacak! Bir de programlar yaşama dönüşürken ‘sosyal diyalog’ esas olacak, hot-zot uygulamaya yer yok.               

Sözün özü şu: Siyasal programı olmak, buna inandırmak, ayağı yere basan vaatler yapmak, uçmamak / savurmamak,  günümüzde İsveç solunda olduğu gibi tüm siyasi hareketler için bir gerçeklik konumuna geldi.

Zira oy veren, teknik deyimle ‘talep sahibi’ hangi taşların kımıldatabileceğini herkesten iyi biliyor... Ancak siyasal ayırım gözetmeyen laik değerlerin varlığı, kayırımsız siyaset ve hukukun üstünlüğü konusu her dönemden fazla önemli. Bu konuda ‘Nordik Ülkeler’ el’an bizler için iyi bir örnek.

İngiliz İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn’nin son genel seçimleri için hazırladığı 140 sayfalık parlak seçim programını anımsayın... Ortodoks sol bir programdı, eski zamanlara ait akla gelecek her türden konu başlığı vardı, seçmen hiç birine itibar etmedi. ‘Olmayana Ergi’ yöntemiyle,  neyin mümkün olduğunu gelin siz kestirin.

‘Zamanın Ruhunu’ okumak, sanırım günümüz siyasetinin en önemli işi oluyor...”     

SONUÇ OLARAK

Değerli dostum Kenan Mortan, dünyada bir ‘yaşam laboratuvarı’ olduğunu belirttiği beş Nordik ülkenin siyaset anlayışını şu cümle ile özetliyor: “Kurumlar ayakta olacak ve bunlara yurttaş güven duyacak! Bir de programlar yaşama dönüşürken ‘sosyal diyalog’ esas olacak, hot-zot uygulamaya yer yok.”               

Sayın Mortan’ın “sözün özü şu” dediği cümleye de bakınız: “Siyasal programı olmak, buna inandırmak, ayağı yere basan vaatler yapmak, uçmamak / savurmamak,  günümüzde İsveç solunda olduğu gibi tüm siyasi hareketler için bir gerçeklik konumuna geldi.”

Bu iki cümleyi bizim son seçimimiz (aslında tüm seçimlerimiz ve siyasetimiz) ile birlikte okuduğumda içimde bir burukluk duyuyorum. Nerede bizim ayakta olan kurumlarımız, nerede yurttaşın güven duyduğu kurumlar, nerde sosyal diyaloğun esas olduğu, hot-zot uygulamaya yer olmayan programlar? Nerde Sayın Mortan’ın  “sözün özü şu” dediği ve tüm siyasal hareketler için bir gerçeklik konumuna geldiğini savunduğu inandırıcı siyasal programlar, nerede ayağı yere basan vaatler, nerede uçmamalar / savurmamalar?

Bizdeki sağ sol ayırımının, -belki de hiç olmaması gereken bir konuda-, Ada’da federasyon mu kurulusun, iki ayrı devlet mi sürsün tartışmasında “görünür” olduğunu düşününce içimdeki burukluk daha da artıyor.

Siyasette cinsiyet eşitsizliği yaratan beyinlerdeki takozların yarattığı takozlar cabası!   

Sahi! Seçim sonrası yeni hükümet çalışmaları sürüyor. Ne dersiniz? Kadınların yeri olacak mı yeni hükümette?

Değerli dostumun son cümlesinden esinlenerek yazıma son vereyim: Zamanın Ruhunu’ okumak, sanırım günümüz siyasetinin en önemli işi!