İsmail BOZKURT

Kıbrıs Türkleri’nin bu adadaki Varoluş Savaşımı 1878’de başladı ve ne yazık ki daha bitmedi. 1955 - 1974 dönemi, Varoluş Savaşımımız içindeki Direniş Dönemi’dir. TRT’de yayınlanmakta olan “Bir Zamanlar Kıbrıs” dizisi, Direniş Dönemi’nin 21 Aralık 1963’te başlayan bölümünü ele alır.

NASIL BİR DİRENİŞTİ BİZİMKİ?

         Bizim direnişimiz teknik olarak bir savaş olarak görülmeyebilir ama düpedüz bir savaştı. Bir cephe savaşı değildi, meydan savaşı hiç değildi. Gayrî nizami bir savaş da değildi, çete savaşı da! Tam bir kuşatma savaşı da değildi, tam bir soğuk savaş da!

Yok edilmek istenen onurlu bir halkın, mücahidi sivili, erkeği kadını, çocuğu yaşlısı, eli silah tutabileni tutamayanı,  yediden yetmişe herkesin etkilendiği ve katkı koyduğu, hiç kimsenin can ve mal güvenliğinin olmadığı bir direniş savaşı idi. İnsan, silah ve ekonomik kaynakların sınırlı ve yetersiz olduğu,  eli silah tutanların tümünün eline silah verilemeyen, dengesiz güçlerin bir savaşı söz konusu idi.

Bir yandan da “ortak” devlet Kıbrıs Cumhuriyeti’ni işgal ederek, bize karşı Devlet’in tüm olanaklarını kullanarak, söylemleri, ekonomik kaynakları, silahlanmaları, yasakları, tv.-radyo yayınları ve genel olarak medya ile bize karşı yürütülen psikoloik/soğuk bir savaş vardı. Dahası, bile bile bizi yok etmek isteyenlerin yanında/arkasında duran ve bizi yalnızlaştıran dünya vardı. Daha da dahası, olan biteni yalnızca seyreden, seyrettikten sonra “raporlaştıran” ama bunu bile çoğu kez yüzüne gözüne bulaştıran ve tarafsızlığını bile koruyamayan, hiçbir biçimde asla güven vermeyen bir BM Barış Gücü vardı.    

   Bizi yok etme, en azından etkisizleştirme amacı ve hedefiyle uygulanmaya başlanan Akritas Planı’nın sonucu olarak kuşatma altındaki bölgelere/enklavlara sıkıştırılmıştık. “Direnişçi mücahit” ile çocuklar, kadınlar, engelli ve yaşlılar neredeyse iç içeydi. Bu durumun yarattığı psikolojik baskıyı hayal etmek bile olanaksız. Özellikle sıcak çatışmalarda, gerek mevzide elinde silah direnenlerin; gerekse mevzinin bir ya da birkaç sokak ötesindeki çocukların, kadınların, engelli ve yaşlıların,  anne-babaların, evlatların, kardeşlerin, sevgililerin, komşuların, akraba ve dostların üzerindeki psikolojik baskıyı hayal etmek bile olanaksız!  

ELVERİŞSİZ KOŞULLARA KARŞIN

DİRENİŞ NASIL GERÇEKLEŞTİ?

Aradan onca yıl geçtikten sonra bazen kendi kendime düşünür ve sorarım: Bu küçük halk, öylesine namüsait şartlara (uygunsuz/elverişsiz koşullara) karşın, o direnişi on bir yıl (1963 – 1974) nasıl sürdürebildi?

Ya da şöyle soralım: Yetersiz insan kaynağı ve ekonomik kaynak, yetersiz silah ve donanım, yetersiz iletişim;  coğrafî bütünlüğü olmayan, birbirinden kopuk, aralarındaki ulaşımın olanaksız ya da çok zor olduğu kuşatılmış enklavlara karşın, bu –gerçekten- efsanevî direniş on bir yıl nasıl sürdürülebildi?

Yanıt aslında çok yalın ve açık seçiktir: Kıbrıs Türkü inançlıydı, azimliydi, kararlıydı. Başka bir anlatımla maneviyatı/moral gücü yüksekti, psikolojik yıkıntıya uğratılamamıştı. Bu topraklar, onun için konuk olarak  bulunduğu bir toprak parçası değil, yurttu, vatandı, ata toprağı idi.  

Tek bir bağlaşığımız vardı. Türk Devleti ve Türk Halkı! Tek destekçimiz olarak ekonomik kaynak, silah, moral destek sağladı, dünyada sesimiz oldu.  Olduğu için direndik, direnebildik ve 20 Temmuz 1974 sürecinin yaşanmasını olanak yarattık.

         Bu arada 15 Kasım 1967’de Geçitkale-Boğaziçi’ne yapılan saldırıya Türkiye’nin gösterdiği sert tepkinin Kıbrıs Sorunu’nun ve tarihin seyrinin değiştirdiği ve saldırı sonrası dönemi göreceli olarak iyileştirdiği bir gerçektir. Bu bağlamda Grivas ve Ada’ya gizlice sokulan Yunan tümeninin geri çektirilmesi, Kıbrıs Türkleri üzerindeki baskıların azaltılması, ambargonun gevşetilmesi, barikatların kaldırılarak Kıbrıs Türkleri’nin serbest dolaşımının engellenmemesi ve Rum tarafında çalışmaya başlaması, Ada’ya göreceli bir dinginlik geldiğinin işaretleridir. Ama bir yandan da Türkler’in dışa göçü teşvik ediliyor, bir daha geri dönmemek koşuluyla pasaport ve bilet sağlanıyor, cebe para bile konuyordu. Yani iyileşme köklü ve kalıcı değil, taktikseldi. Makarios’un, Kıbrıs Türkleri ve Türkiye’ye karşın, zorla Enosis’e ulaşamayacağını anlamasının ve politikasında taktik değişiklik yaparak Enosis hedefi için zamana oynamaya başlamasının sonucuydu. Yukarıda saydığımız olumsuzluklar devam ediyordu. Nitekim, düzelme/iyileşme/dinginleşme’nin yapay ve taktiksel olduğu, 15 Temmuz 1974 darbesiyle belli oldu.

        

KISACASI…

Özelde Lefkoşa, genelde tüm ada “düşmedi” ve Enosis gerçekleşmedi ise bunun nedeni, Kıbrıs Türk Halkı’nın, -elbette Anavatan Türkiye’nin desteği ile- dizide es geçilen, adı bile geçmeyen TMT’nin önderliğinde, başta mücahidi kadını, erkeği, çocuğu, yaşlısı ile ortaya koyduğu, -sözcüğün gerçek anlamıyla “topyekün efsanevi direniş”tir.

TRT’nin yayımlamakta olduğu “Bir Zamanlar Kıbrıs” dizisini yapanların, Kıbrıs Türkleri olarak bu ülkede gerçekleştirdiğimiz bu “efsanevî direniş”in özünü/ruhunu bilmediklerini, anlamadıklarını ya da hem bilmediklerini hem anlamadıklarını gözler önüne serdi.

Tersini, yani o efsanevî direnişi bilerek isteyerek çarpıttıklarını düşünmek bile istemiyorum.