İsmail BOZKURT

        Bir yanda iklimsel cehennemî sıcak hava; diğer yanda sıcaklığı hiç bitmeyen, biter gibi olduğunda da bir anda alevlenen Kıbrıs sorunu; Maraş ve vakıflar; hükümet içi hükümet dışı, partiler içi partiler arası krizler; UBP Kurultayı, erken seçim, pahalılık; varlığını ısrarla sürdüren corona; sağlık, eğitim ve saire ve saire!

Tümü de “yakan/yakıcı” konular!

Üstüne üstlük dünya yanıyor, Türkiye’miz de cayır cayır “yanıyor,” insanlar ölüyor. Azerbaycanlı spiker Lale Azertaş, gözyaşları içinde duygularımıza nasıl da tercüman oldu: "Ruhumuzun ne kadar yandığını hissediyorum. İnsanları insanlarımız, dağları dağlarımız, ağaçları ağaçlarımız, denizleri denizlerimizdir. Ve yine diyorum, Türkiye bizim evimizdir."

Yakın çevremizde de sağdan soldan “yanma” olayları boy göstermeye başladı bile!

İşin özü her yanımız “yanıyor.” Hem “dışı seni içi beni yakar” biçimindeki ünlü atasözümüzdeki gibi dışımız kadar içimiz de yanıyor.  

KIZ EVLAT/ABLA MUAZZEZ

Atasözleri ile deyimleri severim. Boşuna söylenmemişlerdir. Yenileri de var kuşkusuz ama yüzyıllardır söylenegelenler de vardır. “Dışı seni içi beni yakar” atasözü de öyledir. Doğru ve anlamlı bir atasözüdür.

“Ne hayatlar var… Sessizce yaşanan, yaşadığı acıları yüreğinde saklayan… Etrafına yansıtmayan… Yaşamayanın empati yapamadığı… Diğerinin yaşadığı acıyı anlayamadığında hayal kırıklığı olmasın diye…”

Tam da “dışı seni içi beni yakar” atasözüne uygun!    

Tırnak içindeki alıntı, Süheyla Tuce Göktürk’ün “Ablam Muazzez” adlı kitabından! (Süheyla Tuce Göktürk (2021) Ablam Muazzez, Da Vinci Yayınları, İstanbul)

Yazar, 16 yaşında evlenen ablası Muazzez’in yedi aylık evlilikten sonra yaşamını yitirmesini, “roman tadı”nda, sürükleyici, akıcı bir dille paylaşıyor.

Toplam 17 yıl 5 ay 11 gün yaşamış Muazzez. Lise birinci sınıf öğrencisi iken sevdaya yakalanmış ve okulunu bırakarak çocuk denilebilecek yaşta yuvadan uçarak çok çok uzaklara gelin gitmiş. Gidiş o gidiş. “Gelinin ailesinin evine ilk gidişinin eşiyle birlikte olması” gerektiği yönündeki inanış/gelenek dolayısıyla bir daha dönememiş ata evine! Eşinin çok işleri olduğundan birlikte de gidememişler. Üstelik ayrı bir evleri de olmamış. Bir odada sıkışıp kaldıklarından annesi ile babası da ona gidememişiler. Muazzez mektuplarına yansıyan anne baba kardeş özlemi ile kıvranıp durmuş. Ve gelin çıktığı ata evine bir daha gidemeden sonsuzluğa göçmüş.  

Muazzez’in hüzünlü ama etkileyici, o denli “can yakıcı” kısacık yaşamöyküsünü, ablasının yazdığı mektuplar ekseninde kurgulayarak öyküleştirmiş yazar!   Çarpıcı ama nostaljik küçük olay ve ayrıntılar, imrendiren sıcacık bir aile ortamı, çok güçlü özlem söylemi öyküyü iyice zenginleştiriyor. Mektupla anlatım biçimi şahane! 16-17 yaşında bir “çocuk-kadın” olan Muazzez, güzel, anlamlı, duygu yüklü, buram buram özlem kokan çarpıcı mektuplar yazmış.

Mektup, Kıbrıs Türk Edebiyatı’nda pek kullanılmayan bir yazınsal tür! Bana, ilk gençlik yıllarında okumaktan büyük keyif aldığım “mektup-roman”ları anımsattı. Ve ne yalan söyleyeyim, benim de en azından, -yapabilir miyim bilmem- bir “mektup-roman”ım olsun isteğini kamçıladı.  

Öyküyü ne kadar beğendiğimi anlayın artık!

SÜHEYLA TUCE GÖKTÜRK

ABLASININ ANISINI SONSUZLAŞTIRDI

Süheyla Tuce Göktürk, ablası Muazzez’in öyküsünü yazarak, yaşama veda eden annesine verdiği sözü yerine getirdiğini söyleyerek, “sen yalnız değilsin, unutulmayacaksın” diye sesleniyor sonsuzluğa göçmüş olan ablasına ve ekliyor: “Yazdığın onca mektup… Onları yazan güzel ellerin… O eller şimdi gitmiş olsa bile… Ben yazarken, mektuplarından ve anılarından yola çıktım ve yazdım. Bu kitabı okuyan herkesin sana olan sevgisini ruhunda hissedeceksin…”

Aynen söylediğiniz gibi oldu Sayın Süheyla Tuce Göktürk! Kitabı okuyunca, 17 yaşında yaşama veda eden ablanız Muazzez’e derin bir sevgi duydum. Ruhu şad, toprağı bol olsun ablanızın!

Ne iyi ettiniz de onun anısını sonsuzlaştırdınız.