İsmail BOZKURT

Godot'yu Beklerken,” deneysel edebiyatın önde gelen isimlerinden biri olan İrlandalı yazar Samuel Beckett’in, yenilikçi/öncü (avangard) olarak nitelenmesine karşın hızla klasikleşmiş tiyatro yapıtının adıdır. Fransız “Le Monde” gazetesinin yaptığı bir ankette, yirminci yüzyılın en iyi yüz kitabı içinde ve 12’nci sırada yer aldı.

TC Devlet Tiyatroları tarafından sahnelenen oyunu, üniversite yıllarımda Ankara’da izlemiştim. Günümüze kadar bende iz bırakan oyunlardan biri idi. Bir türlü eyleme dönüşmeyen/sonuca ulaşamayan ya da sonuçsuz varoluş sancıları çeken insanların, “kim” ya da “ne” olduğunu bilmedikleri “Godot”u beklemelerini, bir anlamda “belleksizleşmelerini”  konu alır. Oyunun iki kahramanı, bellekleri işlevini yerine getiremeyince gerçekliğin kesinliğinden uzaklaşırlar.  

BİZİM “GOGOT”

Belki çok yaygınlığı yoktur ama bir deyim olarak da kullanılır. Son günlerde aklıma takıldı. Bunun bizim yaşamımızda ne denli yeri olduğunu düşünmeye başladım: Meğer biz, birçok bakımdan “Gogot” beklentisi içindeymişiz de haberimiz yokmuş.

Bazı konularda bir türlü eyleme/sonuca ulaşamayan ya da sonuçsuz varoluş sancıları çeken insanlar/halk değil miyiz biz?

Benim çokça ve her vesile ile vurguladığım gibi, büyük oranda toplumsal ve kurumsal bellek sorunu yaşamıyor muyuz? Böyle olunca bazı konularda, bir türlü eyleme geçemeyen/sonuca ulaşamayan ya da sonuçsuz varoluş sancıları çeken insanlar/halk değil miyiz biz?

Ve bir türlü eyleme/sonuca ulaşamayan ya da sonuçsuz varoluş sancıları çeken insanlar olarak, kim ya da ne olduğunu bilmediğimiz “Godot”u bekleye durmuyor muyuz?

Yaklaşık yarım yüzyıldır, bu ülkede federal bir yapı oluşacağını beklerken, bellekleri işlevini yerine getiremeyince gerçekliğin kesinliğinden uzaklaşan oyunun iki kahramanından ne farkımız var? Onlar Gogot’u beklerken biz de federal yapıyı beklemedik mi?  

Şu Annan Planı neydi sahi? Güya evet diyerek cennete ulaşacaktık. Ne vaatler, ne vaatler… Havuzlu villalar, falan filan… Gerçi dinsel inançta cennette periler, güzellikler içinde olunur ve bu dillendirilmedi ama pek çok insanın kafasında periler, güzellikler canlanmadı mı dersiniz?

Bu cennet vaadi sonuçta federal yapıyı gerçekliğin kesinliğinden uzaklaştırdığına göre, Annan Planı da bizim Gogot’umuz değil miydi? Olayın içinde tek başına alındığında bile, AB bize çok şeyler vaat eden bir Gogot değil miydi?    

Annan Planı bize, boşu boşuna Gogot beklentisi içinde olmamızın, gerçekliğin kesinliğinden uzaklaştığımız anlamında olduğumuzu göstermişti. Bunu görebilmeliydik. Ama biz ne yaptık? Yeniden Gogot beklentisi içine girmedik mi?

BİR DAHA MI GOGOL BEKLENTİSİ

Cran Montana’da, Gogot’u beklemekte olduğumuz bir kez daha, hem de gerçekliğin en gerçekliği ile ortaya çıktı. Dahası tescil edildi. Daha da dahası, bunu cihan-ı aleme ilan da ettik. O zaman yeniden federal yapı için Gogot beklentisi içine girmenin mantığı ne?

Elbette ki artık ayan beyan gündemde olan/konuşulan iki devletliliğin de Gogol beklentisi olduğu söylenebilir ama bu öyle midir? Tanınmamışlığı bir yana koyarsak, iki devletliliğin fiilî olarak zaten var olduğu açıktır. Yani yeni bir şey olacak değildir, yani ortada Gogol beklentisi değil bir gerçek vardır.

Bu fiilî gerçekliğe karşın, elbette ki “tanınma”nın Gogot beklentisi olduğu savlanabilir. Buna sava açıdan bakmak gerekir.

Devletler Hukuku Enstitüsü, 1936 Brüksel toplantısında, tanınmayı şöyle tarif etti: “Yeni bir devletin tanınması, belirli bir ülke üzerinde, siyasal bakımdan örgütlenmiş, mevcut herhangi bir diğer devletten bağımsız ve Devletler Hukuku yükümlülüklerini yerine getirmeye muktedir bir insan topluluğunun mevcudiyetinin, bir veya birçok devlet tarafından kabul edilmesi ve bu devletlerin yeni devleti uluslararası topluluğun bir üyesi olarak sayma niyetlerini açıklayan serbest bir tasarruftur.”

Demek ki “tanınma isteminde bulunma ve en az bir devletin tanımasıyla,”  bağımsız bir devlet olma yanı gerçekleşmiş. Yani demek ki, iki devletlilik hedefi/siyaseti, bizi tanıyan tek bir ülke bile varsa “tanınma açısından” yeterli imiş. Yani bir daha demek ki, iki devletlilik politikası, pek de “Gogol” beklentisi değilmiş.

Tabii ki var olan ortamda, eğer bir anda çok sayıda devlet tarafından tanınacağınızı söylerseniz, elbette ki bu bir “Gogot” beklentisi olur.

Ha, iç siyaset/devlet yönetimi bakımından, halkını mutlu edebilen, düzgün çalışabilen, sorun çözebilen ve sadece tek devlet tarafından tanınmanın dezavantajlarını tersine/hatta fırsata çevirebilen bir siyaset kurumu bakımından, bu saydıklarımın Gogol beklentisi olduğu söylenirse, söyleyecek pek sözüm yoktur.

Ne yazık ki yoktur ve Kıbrıs Türk Halkı’nın temel sorunu, bir bütün olarak, kendi siyaset kurumudur.