İsmail BOZKURT

KKTC Anayasası’nda yerel yönetimlerle ilgili iki madde var ve elbette ki seçimle ilgili kurallar yerel yönetimlerle de bağlantılıdır.

            Anayasa’nın “Devlet Yönetimi” başlıklı 113’üncü maddesinin (2)’nci fıkrasına göre “Devlet yönetiminin kuruluş ve görevleri merkezden yönetim ve yerinden yönetim ilkelerine göre yürütülür.”

            “Yerinden yönetim” ilkesi, KKTC Anayasası’nın “Yerel Yönetimler” başlıklı 119’uncu maddesinin (2)’nci fıkrasında da “Yerel yönetimlerin kuruluş ve görevleri ile yetkileri, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak yasa ile düzenlenir.” biçiminde yer alır.

            Anayasa (119/1), “yerinden yönetim”in coğrafi temellerini, bölge, belediye, köy, mahalle” olarak belirtir. Bunu anımsatma gereğini duydum çünkü “belediye reformu” denen süreçte, işin bu yönünün es geçildiğini görüyorum. İşin elbette ki yönetsel, parasal, ekonomik, verimlilik, kaynak vb. gibi yönleri vardır ama “yerinden yönetim” boyutu da göz ardı edilemez.    

YANLIŞ TEMELİN ÜZERİNE SAĞLAM YAPI KONDURMAK

Yanlış bir başlangıçla doğru düzgün sonuç alamazsınız. Yanlış temelin üzerine sağlam bir yapı konduramayacağınız gibi! Bizde “belediyeler reformu” diye başlayan süreç aynen öyle başladı ve ülkemiz bakımından temelsiz/anlamsız, gerçekte olmayan/kurumlaşmayan, yönetsel “bucak” esasına dayandırılmaya çalışıldı. Ne yazık ki “çok kötü,” hatta “en kötü” bir yapılandırma yeğlendi.  

Her şeyden önce ülkemizde bucak örgütünün yalnız sınırlı uygulaması vardır. Kaldı ki bizdeki bucak uygulaması, bu uygulamayı aldığımız Türkiye’de bile artık yok, orada 2014’te bucaklar kaldırıldı.

“Ben dediydim” söylemini sevmem ama bazen de cuk diye yerine oturur. Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, Meclis Başkan Yardımcısı, bakanlar, milletvekilleri ve siyasal parti başkanlarına yazdığım ve bu sayfada da yayımlanan,  15 Mart 2022 tarihli “Açık Mektup,” dillendirilmekte olan ilçe 12 bucak = 12 belediye yapılandırmasının, bu ülkede düşünülemeyecek kadar “çok kötü,” hatta “en kötü” bir yapılandırma olacağını vurguluyordum.

Gerçekten de öyle olduğu, tepkilerle direnişten belli. Nitekim sayı orada durmadı. Oysa belirli kriterler saptanarak yola çıkılsaydı, çok daha sağlıklı bir sonuca ulaşılabilirdi. 

Bu yazımın okuyucuya ulaşacağı 12 Nisan 2022 Salı gününe kadar partilerin görüşlerini hazırlayacağı ve uzlaşma arayışları olacağını biliyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı da parti liderleriyle/temsilcileriyle bir araya gelerek bu konuda uzlaşma sağlanmasına katkı koydu. (Sayın Cumhurbaşkanı ondan önce, aralarında benim de olduğum eski siyasetçi, bürokrat ve akademisyenlerle de bir değerlendirme toplantısı yapmıştı.)

Böyle bir konuda uzlaşma sağlanması çok önemlidir. Bu bakımdan dilerim uzlaşmaya varılır ve yanlış temellendirilmeye çalışılan sorun, doğru temele oturtulup uzlaşılmış bir sonuca ulaşır.  Elbette ki sorunun “yerinden yönetim” boyutu da göz önünde bulundurularak!

BİRKAÇ KONU

            Bu süreçte, zaman zaman dillendirilen “bu işin burada bitmeyeceği” söylemine de değinmek istiyorum. Bu söylemin anlamı, bir süre sonra belediye sayısının yeniden düşürüleceği ve bu da yalnız ilçe belediyelerinin bırakılacağıdır. Ben bunun büyük hata olacağını düşünüyorum. Artık belediye sayısı sabitleşmeli ve o biçimde kurumlaşmalıdır. Eğer hedef, konuyu ilçe belediyelerine bağlamaksa bu ya şimdi yapılmalıydı ya da artık o konu düşünülmemelidir.    

Değinmek istediğim diğer bir konu, Anayasamıza göre (119/1) en küçük ve en “yerinden yönetim” birimimiz olan köy ve mahalle yani muhtarlıklardır. Anayasal statülerine karşın, işlevleri giderek sıfırlanmaya yakın duruma getirildi ve alt yerel yönetim birimleri olarak belediyelerle ilişkileri havada bırakıldı. Oysa belediyeler büyüdükçe, daha doğrusu siyasal erk eliyle büyütüldükçe, muhtarlıkların işlevleri de koşut olarak düzenlenmeliydi ama bu ne tüm yerleşim birimleri belediyelere bağlanırken yapıldı, ne de şimdi yapılıyor.

Belediyeler reformu denen sürecin, yürürlükteki kuralların öngördüğü usul ve yöntemlere (prosedüre) göre yürütülmediği, belediyelerin/belediye meclislerinin devre dışı bırakıldığı açıktır. Gazimağusa-Yeniboğaziçi-İskele İmar Planı sürecini düşünün. Neredeyse sona gelmişken sırf bu yüzden, yani prosedüre uyulmadığı için durduğunu anımsayın. Burada da tıpatıp aynı durum söz konusudur. Bir konuda yasa yapılması, kaldırılacağı güne kadar o konuda yürürlükte olan kuralların yok sayılmasına hak vermez.  Bu durumun, çıkacak yasanın bir yargı süreci yaşama sonucu yaratması büyük olasılıktır ve bu olasılığı, -belki- sorunun uzlaşma ile çözülmesi ortadan kaldırabilir.

Böyle bir konunun, katılımcı bir anlayışla ve tüm paydaşların katkısıyla didik didik edilmesi, sağlanacak olabildiğince geniş uzlaşma ile yasalaşması gereğini her zaman vurguladım. Bu aşamaya geldikten sonra en azından Meclis’te bir uzlaşmaya varılabilir mi? Dilerim basiret ve ortak akıl baskın çıkar ve bir uzlaşmaya varılır. Özellikle de yerinden yönetim ilkesi havada bırakılmaz.