İsmail BOZKURT

“Şu ya da bu nedenle, şöyle ya da böyle, Rusya Ukrayna’ya gaddarca/vahşice ‘saldırdı” ve Avrupa ile Dünya bir kez daha savaşın çirkin yüzü ile yüz yüze geldi. Orman Yasası’nın egemen olduğu Dünya düzeni süregidiyor. Dünyanın ‘dayıları/kabadayıları,’ dayılıklarını/kabadayılıklarını; ‘dünya delileri’ deliliklerini sürdürüyor ama olan Ukrayna’ya, Ukrayna Halkı’na, çocuklara ve sivillere oluyor, yürek sızlatan insanlık dramları yaşanıyor. Bu yazıyı okurken Ukraynalıların yiğitçe direnişi sürebilecek mi bilemem ama gönlüm ve yüreğim onların yanında!”

Bu alıntı geçen haftaki yazımdan! Benzerini sosyal medya üzerinden de paylaştım.

Konu hakkında televizyon kanallarında, gazetelerde, “şurda burda” analizler gırla! Hem de ne analizler? Dikkatli izlerseniz, bir gün önce söylediklerinin tam tersini söyleyenler de var. Benim için konu apaçıktır. Neden/gerekçe (tarihî, iktisadî, kültürel, egotik, psikolojik, sosyolojik, politik ya da başka bir şey) ne olursa olsun, Rusya’nın Ukrayna’ya gaddarca/vahşice saldırmasının inandırıcılığı ya da haklılığı olamaz. Rusya ile ABD ve bağlaşıkları arasında süregiden “tencere dibin kara, seninki benden kara” yarışmasının/ tahtaravallisinin/bilek güreşinin bedelini Ukraynalılara, sivillere, güçsüzlere ve çocuklara ödettirmenin de haklılığı olamaz. ABD ile bağlaşıklarının kışkırtması, şu ya da bu nedenle şu ya da bu biçimde bazı Ukraynalıları örgütlemesi, Ukraynalılar’ın dolduruşa gelmesi de Rusya’ya gaddarca/vahşice saldırma hakkı veremez.

            Dünya dayısı ya da dünya delisisin diye, dayılığını/deliliğini bir ülkeyi yerle bir etmeye; çocukları, kadınları, güçsüzleri, kendilerini koruma gücü olmayanları katletmeye, evinden yurdundan etmeye, insanlığı, insanlık onurunu ayaklar altına almaya, yerleşim yerlerini yok etmeye hakkın olamaz. Sabıkalısın diye ya da senin gibi sabıkası çok olanlar var diye de yapamazsın bunu!

            Dünya’nın dayıları ya da delilerinin, gizli servisleriyle birbirleriyle şu ya da bu nedenle cebelleşirken insanlık onurunu bu denli ayaklar altına almaya ne hakları var? “Şu denge bu denge” diyerek başkalarına saldırmaları nasıl hak olur?  Vietnam’da beş, Irak’ta bir milyon insanın ölümüne neden olan rezaletler nasıl başkalarına saldırmak için örnek olabilir?

            Saldırganlara yaptırım diyerek hayatta olmayan bir Rus yazarı yaptırım konusu yapmak, savaştan kaçan sığınmacıları ırk ayırımına tabi tutmak, ikiyüzlülük, çifte standart sergilemek nasıl bir (Avrupalı) mantıktır?

            Çıkar ve gücün geçerli olduğu bu berbat dünya düzeninde soruların ardı arkası kesilmez.

***

Irak Savaşı’ndan beri, savaşları canlı yayınla izleyebiliyoruz. Rusya’nın gaddarca ve vahşice saldırıları yanında sivil halkın direnişini de izleyebiliyoruz. Benim kuşağımdan olanlar, “bu filmi daha önce de görmüş,” Ukrayna’da yaşananları biz de yaşamıştık. Boyutlar bizde belki küçüktü ama -yürek sızlatan insanlık dramları ve saldırganlara karşı direniş bağlamında- “öz ve ruh” farklı değildi. Ben kendim, yıllarca önce yayımladığım anılarımda 21-25 Aralık 1963’i kapsayan günlerin tanıklığımı şöyle dile getirmiştim:

“Mevzilerimiz kum ya da toprak torbalarıyla berkitilmeye başlanmış; kadınlar, çocuklar, silahı olmayan erkekler de seferber olmuş, ellerine geçen kovalar ve saksılarla bu berkitmeye katkıda bulunuyorlardı. Kimi kum ya da toprak (bulabilirlerse kum, bulamazlarsa toprak) taşıyor, kimi gelen kumu/toprağı torbalara yerleştiriyor, kimi dolan torbalarla mevzi yapılmasına yardım ediyor; kimileri de çay, çorba ya da başka yiyecek bir şeyler taşıyordu.”

“22 Aralık 1963 günüyle onu izleyen günlerdeki özveri, dayanışma, imece, toplumsal direniş bilinci, yiğitlik, yüreklilik, gözü peklik bugünkü gibi gözümün önündedir. Ateş çemberi içinde mermiler yakılır, ötede beride patlamalar olurken, kadın erkek, yaşlı genç, hatta çoluk çocuk ayrımı olmaksızın herkes bir şeyler yapma çabasında ve çırpınışı içindeydi.”

            O günlerde çocuk olan Yılmaz Sarper, Umudum Köpükte  (2013) adlı şiir kitabında “Siper kazarken minicik ellerimizle,/Mevzilere kum torbası doldururken;” “Yaralılara pansuman yapılsın diye / Şiltelerin pamuklarını sökerken” ve “Evdeki son erzağı pişirip/ Çetinkaya Burcu’ndaki Mücahit’e yetiştirirken” dizeleriyle benim anlattıklarımı çocuk gözüyle anlatır. Ayrıca direnişin, çok iyi bildiğim başka bir muhteşem kadın boyutunu dile getirir. Kadınlar, bulundukları evin içine “devasa, kaya gibi çakıl taşları” yığmış, pencere içlerine “kazanlar dolusu kaynar sular” koymuşlardı. Düşman, mücahitleri aşıp eve gelirse, taşları onlara atacaklar; kaynar suları başlarına dökeceklerdi.

Evini, yerini, yurdunu terk edip göç yollarına düşen Ukraynalılar gibi, bizim direnişimizin, tanıklık ettiğim bir göç yanı da vardı ve anılarıma şöyle yansımıştı: “Savaşın, suçsuz günahsız insanları nasıl perişan ettiğini o gece gözlerimle gördüm. Kadın, çocuk, yaşlı insanların; tedirginlik, güvensizlik, korku içinde; ne olduğunu, nereye gideceklerini bilmeden bir anda sıcak yuvalarını terk edip yollara düşmesinin yarattığı facia ortamını anlatmak olanaksız! O görüntüler gözümün önünden hiç gitmedi.”

Elbette ki direnişin kitlesel boyutu önemli! Ukrayna’da saldırganlara/işgalcilere karşı gösterilen direnişin kitlesel olduğu açıkça görülüyor. Bizde de direnişe ilk geçen TMT mensupları idi ama halkımız onları yalnız bırakmamıştı. Anılarımda dile getirdiğim gibi “Türk toplumunda genel bir direniş bilinci doğmuş, çevrede yaşayan erkekler, kendiliğinden ve gönüllü halde bize katılmaya başlamıştı. Bize ilk katılan kişi olan Gültekin Karsu’nun, belinde kargılık (fişeklik), elinde av tüfeği ile gelişi, canlı biçimde gözlerimin önündedir.”  Kıbrıs Türk halkının direnişe katılımının, “yediden yetmişe kadar” kitlesel ve gönüllü olduğunu çok rahat söyleyebilirim. Bunun tanığıyım.  (Alıntılar, 2017’de çıkan anı kitabım “Zirköy’den Mermertepe’ye Kıbrıs’ta Direniş ve Mücahitlik Yılları - 1 Nisan 1955 – 1968 Baharı”dan yapıldı.)

***

            Yıllar öncesine gidip kendi direnişimizi niye anlattım biliyor musunuz? Ukraynalıların direnişi bizimkine çok benzediğinden! Yukarıda da yazdım: Öz ve ruh aynı! Eğer Ukraynalılar’ın direnişini anlatsaydım, neredeyse aynı sözcükleri, aynı cümleleri, aynı paragrafları kullanacaktım.

            Elbette ki iki direniş arasında, doğal olarak önemli bazı farklar da var. Kısaca onlara da değineyim:

Kıbrıs Türkleri, eşit ortak oldukları Devlet’ten dışlanmışlar, Devlet/hükümet onlar için “buharlaşmıştı.” Direnişlerini “Devletsiz/hükümetsiz” yapıyorlardı. Dahası karşılarındaki saldırgan, kendileri için buharlaşmış/gasp edilmiş/darbe ile ele geçirilmiş Devlet’in/hükümetin ta kendisi idi. Oysa Ukraynalılar’ın, tüm kurumlarıyla ayakta Devletleri/hükümetleri var.

Kıbrıs Türkleri dünyadan soyutlanmıştı. Anavatanları dışında hiçbir devlet onların yardımına koşmamıştı. Ukraynalılara ise yardım eden çok ve Dünya’nın çok geniş bir bölümü, BM üyesi 141 devlet onlardan yana! 

Bir fark daha var: Ukraynalıların direnişini bütün dünya görüyor. Ve benim hiç kuşkum yok, bu direniş çok konuşulup yazılacak. Bol bol filmleri de yapılacak! Oysa bizim direnişimiz de efsane ama bırakın bunu dünyanın bilmesini, biz kendimiz bile bilmiyoruz.    

Bir şey daha: Saldırganın boy hedefi olan Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’nin sonu ne olacak bilinmez ama performansı, -hiç kuşkunuz olmasın- onu dünya çapında efsanevî bir kahraman yapacak! Kitaplara sığmayacak, nice filme konu olacak!

            Yazımı, paylaşımımın son paragrafı ile bitirmek isterim: “Siz bu yazıyı okurken Ukraynalıların yiğitçe direnişi sürebilecek mi bilemem ama gönlüm ve yüreğim onların yanında!”