İsmail BOZKURT

Dostum Kenan Mortan, “kocaman” bilgiler içeren yazılarına bir yenisini ekledi: “BİO-ÇEŞİTLİLİK YOK OLURKEN...”

Yazının nedense en hoşuma giden ya da bana çarpıcı gelen kısmı, Alman Yeşiller Partisi’nin “Seçim Programı”nda yer alarak “insanlık hakkı’’ olarak tescil edilen, birbirinden ayrılmaz “Özgürlük + Adalet + İklim” üçlüsü! 

Bu üçlü, bana 20 Nisan 2021 günkü yazımda paylaştığım ve Şilililer’in ‘Sosyal Sözleşme’ dedikleri yeni anayasalarını ele aldığı yazısında yer verdiği “üçlü”yü anımsattı. Sayın Mortan, Şili için bu ‘Sosyal Sözleşme’ ile Daha Özgür / Daha Yeşil / Daha Adil hedefli ve “salt Latin Amerika’da değil, yerküre genelinde de bir ‘model ülke’ olabilir” diyordu o yazısında!

Alman Yeşiller Partisi’nin “Özgürlük + Adalet + İklim” üçlüsünün bir başka anlatımı!

Biri Şili, diğeri Almanya ile ama aslında dünyamızla ilgili bu üçlülere bayıldım. “İklim” ile “yeşil”in, doğa ile çevreyi de kapsayan eş anlamda kavramlar olduğunu belirtelim.

BİZDE DURUM…

Peki ama bir partinin bir konuyu programına alması, bir şey ifade eder mi?

“Bize” bakıldığında bunun çok birşey ifade etmediği açık! Parti programını bırakın, Hükümet Programı’nda, hatta yasa, tüzük ve yönetmeliklerde ugulanmayan nice kural var. Bile bile çiğnenen Anayasal kuralları da unumayalım. Güncel “Ara seçim” konusu öyle değil mi?

Gözardı edilen, gözden çıkarılan, göz önünde bulundurulmayan, doğrudan konumuzla, çevre ile doğa ile ilgili anayasa maddemiz bile var: “Çevrenin Korunması” başlıklı 40’ıncı madde! Şöyle der o madde:

“(1)     Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.

“(2)     Gerçek veya tüzel kişiler, hiçbir amaçla, insan sağlığını bozacak veya deniz varlıklarını tehlikeye düşürecek nitelikteki sıvı, gaz ve katı maddeleri denizlere, barajlara, göllere veya derelere akıtamaz veya dökemez.

“(3)     Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin, gerçek ve tüzel kişilerin ödevidir.

“(4)     Devlet, milli parklar oluşturulması amacıyla gerekli önlemleri alır.”

1985’ten beri yürürlükte olan bu madde, “gerçek” anlamda var mıdır ve   göz önünde bulundurmaka mıdır?

Ya da şöyle bir soru sorayım: “1985 öncesine göre durum ne?”

En iyi yanıt elbette ki “rezaletin daniskası” biçiminde olandır. Yani bizde öyle bir anayasal kural olması, doğanın, çevrenin canına okunmasını engelleyemedi, engelleyemiyor.

Konuyu dağıtmayayım: “Biz” sözkonusu olsaydık, Alman Yeşiller Partisi’nin  “Seçim Programı”nda yeralan  “Özgürlük + Adalet + İklim” üçlüsünün “insanlık hakkı’’ olarak tescil edilmesi çok şey ifade etmezdi ama söz konusu olan Almanya!

Ayrıca işin güzeli, Alman halkının 2/3’ü artık bağlayıcı iklim kuralları istiyor. Yani Alman Yeşiller’inin bu çıkışı seçmende yankı bulabilecek!

“BİO- ÇEŞİTLİLİK  YOK OLURKEN..”.

Kenan Mortan, 2010 yılında Birleşmiş Milletler’in, 20 noktalı Aichi Hedefleri‘ni benimsediğini, bunlara 2020’de ulaşma hedefi de koyduğunu ama  2020’ye gelindiğinde hiçbir hedefe ulaşılmadığı gibi beş başlıkta “kötüleşme” bile olduğunu belirtiyor. Nitekim 145 uzmanın yaptığı bir çalışmaya göre  “Dünya her zamankinden daha fazla bozuluyor.”

Şu saptamaya ne dersiniz: “Yeryüzünün yok edilmesiyle, kârların çoklaştırılması arasında doğru bir orantı var.”

Bunları “insanın içini bayıltan olgular” olarak niteliyor Sayın Mortan! Katılmamak mümkün mü?

Mortan, yok oluşu önleme yolunda olup-bitenden söz ederken bunların küçük adımlar olduğunu da saklamaz ama ardında bilinçli insan iradesi olduğu için anlamlı olduğunu da vurgulamayı ihmal etmez.!

.

SON OLARAK…

Çok açık, kimse boş durmuyor, önemli olan varolma / yokolma  savaşında kimin baskın çıkacağı...” diye bağlıyor konuyu Mortan dostum!  Güzel esintilerle beslenen, halen cılız olan çoban ateşini kıvama dönüştürmenin bizim elimizde       olduğunu; aksi takdirde “ulu çınarımız Yaşar Kemal’in haklı çıkacağını ve ‘Deniz Küstü’ demeye devam edeceğini” anımsatarak!.

Katılmamak mümkün mü Sayın Mortan?

Bu arada bizim, süregelen ve daha da süregideceği açık olan varoluş savaşımımız geliyor aklıma ve kafam karışıyor: Halk olarak verdiğimiz varoluş savaşımımızın, doğa/çevre bağlantılı da olması, birlikte koşut olarak verilmesi gerekmez mi ve biz bunu yapıyor muyuz? 

Ne yazık ki yanıt olumlu değil! Bu adada var olmaya çalışıyoruz ama doğanın çevrenin canına okumaktan da geri kalmıyoruz.

Varoluş savaşımı veriyoruz ama üzerinde yaşadığımız ve bize yurt olan toprağın doğasını/çevresini korumuyoruz. Toprağın/yurdun kendisini bile koruyamıyoruz. Beşparmak Dağları’nı haritadan silme pahasına hem de!  

“Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” gibi bir şey!