İsmail BOZKURT

         Bugün iki ayrı konu paylaşacağım. Kararların hak sahiplerine göre değil, olası istismarcılara göre alındığından, uygulamaların da aynı esasa göre yapıldığından söz edeceğim ve kısaca Burhan Nalbantoğlu’nu anlatacağım.

HAK SAHİPLERİNE GÖRE DEĞİL

İSTİSMARCILARA GÖRE KARAR/UYGULAMA

Başlıktaki konuyu, güncel yaşamdan ve doğrudan içinde olduğum somut bir örnekle anlatmaya çalışacağım.  

İçinde bulunduğumuz Corona belası sürecinde, zaman zaman sokağa çıkma yasakları konuyor. Son aşamada da Üst Kurul’un kararı Bakanlar Kurulu’nun onayı ile, sokağa çıkma yasakları ile yüz yüzeyiz ama -kaçınılmaz olarak- yasak kapsamı dışında tutulanlar var. Bazısı kararda belirtiliyor, bazıları ise “izin” almak zorunda!  

Benim burada üzerinde duracağım zümre, doğrudan beni de ilgilendiren ve hayatlarını idame ettirmek için bakıma ve bakıcıya gereksinimi olan ileri derecede yaşlılarla engellilerdir. Bana göre bu zümrenin bakıcıları, sürecin ta başında yasak kapsamı dışında bırakılmalıydı ama bırakılmadı ve bu insanlar izin almak koşuluyla kapsam dışına çıkabildiler.

(Parantez içinde bir husus daha: Devlet önce sağlıkçılarla risk gruplarını ve 80 yaş üstü olanları aşıladı ama yaşlılara bakan çoğu eski sağlıkçı, sayıları da korkutucu olmayan bakıcılarını hâlâ daha aşılama programına almadı. Var mıdır bunun bir mantığı?)     

Neyse, bunları geçiyorum ama toplumun en güçsüz ve korunması gereken bu kesimine yani yaşlılarla engellilerin bakıcılarına daha önce verilmiş olan izinleri, ikinci aşamada yani 4 Şubat kararlarında iptal etmenin ve “yeniden izin alma” zorunda bırakılmalarının anlamı ya da mantığı nedir?

Oluşturan “internet üzerinden başvuru-izin” düzeneğinin saat gibi tıkır tıkır çalışmadığının canlı tanığıyım. Bu süreçte internet üzerinden yapılan başvurulara yanıt verilmediğini de; yıldırım gibi hayır ya da evet dendiğini de; bir dayıya ulaşılarak izin verildiğini de gördüm.

Ben kendim, daha önce alınan bir iznin 4 Şubat kararlarıyla iptal edilmesi üzerine, yeni izin almak için 5 Şubat günü saat 8.30’da telefon başına geçtim ama sonucu, cebelleşe cebelleşe ancak akşam saatlerinde alabildim.

İzinler ilçe emniyet kurullarından alınacak dendi ama kişi olarak ben, internette Lefkoşa Emniyet Kurulu’nun koordinasyonu bağlamında verilen telefon numarasına ulaşamadım bile! Bir çözüm bulmak için kimlere, hangi makamlara ulaştığımı ya da hiç ulaşamadığımı söylemeyeyim ama başka nereye başvuracağımı öğrenemediğimi söyleyeyim bari!

Nitekim izni, ancak öğleden sonra bir arkadaş bana başvuru İçişleri’ne yapılıyor diyene kadar ve gün boyu süren cebelleşmeden sonra alabildim.

Bu verdiğim yalnız bir örnek! Esas/temel sorun, “HAK SAHİPLERİNE GÖRE DEĞİL İSTİSMARCILARA GÖRE KARAR/UYGULAMA”lardan başka şey değil!

Aslında bu bizim gerçeğimiz: “KARARLAR/UYGULAMALAR HAK SAHİPLERİNE GÖRE DEĞİL, İSTİSMAR EDECEKLERE GÖREDİR. Sistem bunun üzerine kuruludur. Herkesi potansiyel erdemsiz sayan, bürokrasi/kırtasiyecilik tutsağı bir kamu yönetimimiz var.

         Elbette ki bunun tersini uygulayan ülkeler de vardır. Örnek olarak çoğumuzun yakın bağlantısı olan İngiltere! İngiliz sistemi yurttaşının beyanını doğru kabul eder ama istismar edenin de canına okur. O anlayışta esas olan, tek bir haklı yurttaşın haksız uygulamaya uğramamasıdır. Haksızların/erdemsizlerin/istismar edenlerin peşine devlet olarak kendisi düşer; istismarcıları engelleyecek diye haksız yurttaşlarının önüne engeller koymaz.   

Bizdeki durumu/uygulamayı, “yapanın yanında kalır” anlayışı (kurumlaşmama/kurumlaşamama, sistemsizlik, kuralsızlık, kurallara boş verme, yaptırımsızlık, denetimsizlik) ile birlikte de düşünmek gerekir. Yapanın yanında kalır anlayışı var olduğu sürece, istismarcılara dokunmama/dokunamama da sürüp gider. Devleti yönetenler/kamu görevlileri de çareyi, güya istismarcıları önlemek için yurttaşın önüne saçma sapan engeller koymakta görürler.

Olan da garibanlara, güçsüzlere, verdiğimiz somut örnekte yaşlılarla engellilere olur. İşlerini yapabilmek için dayı aramak zorunda kalırlar.

Olagelen ve yaşanan budur.

BUGÜNLERDE NALBANTOĞLU’NU ANIMSAMAK

6 Şubat, benim kişisel görüş ve saptamalarıma göre Kıbrıs Türkleri’nin tarihindeki en etkili on kişiden biri olan Dr. Burhan Nalbantoğlu’nun sonsuzluğa göçtüğü gündür. Son 6 Şubat, (2021) onun 41. ölüm yıldönümü idi. Her ölüm yıldönümünde onu mezarı başında andık ama Corona belası bu yıl o olanağı vermedi. Bu bakımdan onu bu sayfada anmak geldi içimden!

Özellikle bu Coronalı günlerde adını kullanmadığımız ya da duymadığımız gün yok. Çünkü sağlık sistemimizin ana hastahanesi onun adını taşıyor: Sürekli olarak genişletilen ama yine de genişleme gereği duyulan, onun anıtlaşmış eseri Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastahanesi!

Bu hastaneyi çok daha büyük boyutta düşünmüştü. Bu kadarını bile yapmak için çok çaba harcamıştı. Öyle bir vizyonu vardı ama siyasal ortam, vizyonunu gerçeğe çevirmesine olanak vermedi. Onun hayal aleminde dolaştığını söylediler. Sonraki yıllarda, hastanenin sürekli olarak genişletilmesi, bugün artık gereksinime yanıt vermemesi, onun öngörülerinin doğruluğu ile gerçekçiliğini kanıtlar niteliktedir. Sağlık sistemi konusunda dile getirdiği görüşler, bu gün bile geçerliliğini korumaktadır. Ayrıca tüm sağlık altyapımızda onun izleri vardır. Kısacası, ülkemizin sağlık konusu söz konusu olduğunda, her koşulda Nalbantoğlu’nun silinmez izleri ile karşılaşırız.   

Nalbantoğlu’nu ölümsüzleştiren yalnız sağlık alanında yaptıkları değildir. Eğer ENOSİS olmamışsa ve bu Ada’da Türk Halkı varlığını sürdürebiliyorsa bu, TMT’nin başarısıdır ve Nalbantoğlu, TMT’nin üç kurucusundan biridir.  

Demokratikleşmemizin önemli kilometre taşlarından da biridir Nalbantoğlu! Anayasal düzenin ve çok partili yaşamımızın hayata geçişinde önemli katkısı olmuş, bu konudaki hareketin içinde ve yanında yer almıştır.

Çağdaş bir kafası vardı. Çok okurdu. Canlı kütüphane gibiydi.

Hoşgörülü, özverili, gerçekçi, cesur ve dürüsttü.

Bu nitelikleri ve yaşamı örnek alınacak bir insandır. Kanlı yaşam kavgamız içinde, önder olarak en tehlikeli ve ağır görevleri üstlendi, ödün vermez tavrı ile sivrildi.

Büyük servetlerin yağmalandığı ortamlarda dürüstlüğünden asla ödün vermedi, kişisel çıkarları için boyun eğenlerin, şekilden şekle girenlerin arasında dik durdu.

Yaşamının son saatlerinde, yurt topraklarını uluslararası şirketlere kaptırmamak için verdiği savaşım, özellikle geldiğimiz noktada ibretle anımsanmalıdır.

Nalbantoğlu Kıbrıs Türk Halkı içinde bir “değer,” dahası bir “hazine” ve göz ardı edilemecek / yadsınılamayacak bir gerçektir. Kıbrıs Türkü’nün direniş/ varoluş savaşımı, “halklaşma” ve “devletleşme” süreçlerinde başlı başına bir olgu, bir fenomendir.  

         Onu bir kez daha rahmetle, özlemle anıyorum. Ruhu şad, toprağı bol olsun.