İsmail Bozkurt

Son dört yıldır Trump adıyla yakın tanış olduk. Genellikle de onun tuhaflıklarını, saçmalıklarını, çılgınlıklarını; bazan da Türkiye ile takışmasını ya da Cumhurbaşkanı Erdoğan’a olan sempatisini duya geldik. Medyamızda onunla ilgili doğru dürüst bir bilgi, hele inceleme, tahlil, yorum falan çıkmadı. En azından ben görmedim. Benim de ondan söz ettiğim oldu ama yüzeysel olarak!

Kasım 2019’da yitirdiği seçimin galibi Biden’e ABD Başkanlığı koltuğunu devretmesine günler kala, Trump taraftarlarının parlamento binasını bastığı ve dört insanın öldüğü haberi ile dünya şaşkına döndü.    

Ne yalan söyleyeyim, ben bunu Tramp’ın çılgınlığı olarak algıladım ve işin aslını astarını, değerli dostum Kenan Mortan’ın son yazısını okuyunca fark edebildim.   

 Okuyucularım, dostum Kenan Mortan’ı anımsayacaklardır. Onun çok sayıda haber, belge, rapor ya da kitabı harmanlayan “ilginç, doyurucu, güvenli ve bilgilendirici” yazılarından birkaçını daha önce paylaşmıştım. .

Kenan Mortan bu kez, “ABD’YE NE OLUYOR? başlıklı yazısıyla, Tramp konusunu derinliğine ele aldı ve kişi olarak ben olaya ne kadar yüzeysel baktığımı anladım. Gelin önce o yazıyı birlikte okuyalım:

“ABD’YE NE OLUYOR?

“Sağduyu sahibi herkes iliklerine kadar titremiş olmalı...

Bu ülkenin “başı” olan kişi, ülkenin insanına “Gidin parlamentoyu basın, yasal seçim sonuçlarını iptal ettirin” şeklinde bir çağrı yapıyor.

Çağrı yankılanıyor, silahlanmış bir güruh insan, ABD Parlamento Binası’nı basıyor, 4 kişinin ölümüne neden oluyor.

“Baş” bu olayları Beyaz Saray’da tv’dan naklen izliyor.

Bu olup bitenler nedir?

ABD, demokrasisi dünyada en köklü olmakla öğünür.

Ama aynı ABD, dünyanın nerdeyse “gelir dağılımında en eşitsiz” ülkesidir. Zenginlik,75.000 ailenin elinde toplanmıştır. 250 yıllık demokrasinin vardığı nokta budur...

İşte bu noktada “halk davukluğu” yaparak bu korkunç adaletsizliği göz ardı edecek bir insana ihtiyaç vardı, Trump bu küllerden doğdu. 

20.yy’ın en büyük tarihçilerinden biri olarak anılan Eric Hobsbawn, 1936’da yayınladığı “Kısa 20. Yüzyıl” adlı eserinde çok önemli bir kavram benzeşmesine değinir ve “Totaliterizm olarak anılan şey, bir kavram olarak popülizm anlamına gelir” der.

Nobel İktisat Ödülü sahibi Profesör Paul Krugman geniş bir optikten baktığı yeni çalışması “Arguing With Zombies” adlı kitabında, dikkat çekici saptama yaparak diyor ki:

-Gelirin küçük bir elde toplanması, paylaşan toplum ilkesini bir yana itti, öfkeli bir kalabalığın doğmasına neden oldu. Eşitsizliği inkar eden, sağlıklı tartışmayı ortadan kaldıran bir gündeme ihtiyaç vardı, bu da popülist lider tipini ve korku/hınç eken ve sürekli gündem değiştiren bir muhafazakarlığı doğurdu.

Krugman‘ın “Bait-and-Switch Strategy” (Önce Vaat Et, Sonra Sıvış Git” adını verdiği bu strateji, radikal yeni muhafazakarlığın gelişme biçimini anlatıyor. 

Prof. Krugman, “azgın” yeni muhafazakarlığın Bush döneminde “Neo-Con”larca başlatıldığını yazıyor. 

Gündemin çarpıtılması/güncel gerçeklerin tepe taklak edilmesi /efsanelere tapındırma/komplo teorileri/paranoyalar, bunların hepsi, totaliterizm özlemli  radikal muhafazakarlığın kullandığı yaygın araçlar.

Habsbawn, kapitalizmin 20. yy.’ın son çeyreğindeki krizlerini “Krizlerle Dolu 10 Yıllar” sözcükleriyle niteler. 90‘lı yıllardaki bu süregen krizlerle  birlikte yükselişe geçen bu yeni muhafazakarlık, en az çeyrek yüzyıldır  aramızda sinsi bir biçimde kol geziyordu, şimdi iyice açığa çıktı.

İşin “ilk” gong vuruşunu G. Bush yaparak, bu olayın temelini atmıştı. Trump ise en arlanmaz/en patavatsız /en büyük yalan makinesi olarak, bu örtük totaliterizmi pekiştirmek istedi. 

Şimdi Trump -üstelik muhtemelen azledilmiş ve mahkum edilmiş olarak- bu başkanlık görevini bırakıyor ama “Trumpizm yaşıyor” ve yaşayacak ta...

Zira “gazino kapitalizmi”ne dönüşmüş olarak tek işleyiş ölçüsünün yükselen/düşen borsaların olduğu bu sistemde sorun, ekonominin yaratılan refahı bölüştürmemesi. 

Başkan J. Biden bu gündemin farkında....

Geleneklere uymayarak ciddi bir teşvik planını yemin töreninden 1  hafta önce kamuoyuna açıkladı, ancak olayın çok daha derinlere uzanan sistem yaklaşımları gerektiriyor, sistemin sıkıntısı “yetersiz teşvik” ve “yüksek vergilendirme” değil.

Beyaz derililerin siyah derili ile kucaklaşmadığı, sarı derililerin vatandaşlık almakta zorlandığı, “%50-%50 Bölünmüş” bir toplumla karşı karşıyayız.

Yüzde 50’nin kökleşmiş bu öfkesi ile beslenen bu radikal muhafazakarlık, kök salmak için başkaca hamleler de yapacak, bunda kimsenin kuşkusu olmasın.

(Kenan Mortan)”    

BİRKAÇ KISA NOT

Bu kısa yazıda, yazıya zenginlik ve yoğunluk kazandıran iki önemli yazarın kitaplarına gönderme var:

 “Kısa 20. Yüzyıl” (1936) - Eric Hobsbawn (20.yy’ın en büyük tarihçilerinden biri)

“Arguing With Zombies” - Paul Krugman (Nobel İktisat Ödülü sahibi)

Her biri için çok şey konuşulabilecek kavramlar/deyişler de var bu kısa yazıda:

-Önce Vaat Et, Sonra Sıvış Git” Stratejisi

-Halk dalkavukluğu

-Totaliterizm bir kavram olarak popülizm anlamına gelir.

-Örtük totaliterizm 

-Popülist lider tipi

-Korku/hınç eken muhafazakarlık  

-Sürekli gündem değiştiren muhafazakarlık

-Yeni azgın muhafazakarlık

-Totaliterizm özlemli  radikal muhafazakarlık

-Öfke ile beslenen radikal muhafazakarlık

-Gündem çarpıtma

-Güncel gerçeklerin tepe taklak edilmesi

-Efsanelere tapındırma

-Komplo teorileri

-Paranoyalar

-En arlanmaz/en patavatsız /en büyük yalan makinesi

-Trumpizm

-Gazino kapitalizmi

-Yaratılan refahı bölüştürmeyen ekonominin 

-Yetersiz teşvik

-Yüksek vergilendirme

Huyum ve de alışkanlığımdır, okuduğum yazılarda ne murat edildiği konusuna kafa yorar ve vardığım sonucu kendi ülkem açısından da yorumlamaya çalışırım.

ABD dev bir ülke! Kocaman ve de dünyanın en büyük süper gücü! Bizimki ise minnacık bir adanın yarısı bile değil! Yine de ABD için kullanılan yukarıdaki kavram ve deyişlerin bizdeki yansımalarını düşünmeden edemiyor insan!

Üstelik bu kavram ve deyişlerin bazısı çok tanıdık geliyor.

Ne dersiniz?