İsmail BOZKURT

            Bizde ilk partiler arası seçim 1976’da yapılmıştı. Hemen önümüzde yine bir seçim var: Cumhuriyet Meclisi bir kez daha Anayasa’nın öngördüğü beş yılı tamamlamadan, 23 Ocak 2023’te yapılacak erken genel seçimle yenilenecek.

1976’dan başlayarak günümüze kadar yapılan genel seçimlerin tarihlerine baktığımızda, KTFD Dönemi’nde 1976 ve 1981’de iki kez yapılan seçimlerin olağan süresinde yani beş yıl ara ile yapıldığını görürüz. KKTC Dönemi’nde ise, 23 Ocak 2022’de yapılacak seçimi de katarsak on üç genel seçim yapılmış: 1985, 1990, 1991, 1993, 1998, 2003, 2005, 2006, 2009, 2010, 2013, 2018, 2022! 

Bunlardan sadece 1976 - 1981, 1993 – 1998, 1998 – 2003 dönemlerinde beş yıllık dönem tamamlanabilmiş. 1985 – 1990 dönemi de beş yılı tamamlanamadan bir ay önce yapılmıştı. Yani toplam on beş Meclis seçiminden sadece dördünde olağan yasama dönemini tamamlayabildi.

23 Ocak 2023 seçimi ile yenilenecek Meclis beş yıllık dönemi yaşayabilir mi? Göreceğiz.

HER KAFADAN BİR SES YA DA HOŞGÖRÜ

Geçen haftaki son yazımızda (23 Kasım 2021 - BİR KEZ DAHA ERKEN GENEL SEÇİM AMA YA SONRASI?) ülkemizde var olan “de facto” devlet düzenini daha iyi anlamak için dayandığı olumsuzluklara göz atmanın yeterli olduğunu belirtmiş ve olumsuzluklardan birini “çatışma kültürü, ötekileştirme”  olarak işaret etmiştim.

Hoşgörü, demokrasinin temel kavramlarından biridir. Hoşgörü ortamı, bir ülkede düşünce, anlatım ve örgütlenme özgürlükleri kadar önemli ve gereklidir.

Türkçe’de “her kafadan bir ses” biçiminde bir deyim vardır. Asıl anlamı “kargaşa”dır ama her sesi “düşünce” olarak kabul edersek bir “doğru”yu yansıtmaktadır ve bazı kafalardan çıkan sesler, bize göre “saçma” olarak görünse de saygı duymalıyız; duyabilmeliyiz. Bunun adı kuşkusuz “hoşgörü”dür ve çoğulcu, çok sesli demokrasinin temel gereklerinden biridir.

Gerçekten de demokrasiden söz edilen her yerde, hatta bir parti içinde bile, herkes düşüncesini özgürce dile getirebilmeli, örgütlenebilmeli, demokratik eylemler yapabilmeli, bu bağlamda başkasının düşünceleri/eylemleri hoşgörü ile karşılanabilmelidir. Gerek toplum, gerek ülke, gerekse dünya barışına giden yol, demokrasinin tüm dünyada yaygınlaşmasından geçer. Demokrasinin yaygınlaşması ise, hoşgörü kavramını egemen kılmak suretiyle her kafadan bir ses çıkmasını saygıyla karşılamakla olur. Bu bağlamda politikacılardan çok; bilim insanlarına, sanatçılara, yazarlara ve aydınlara büyük görev düşüyor.

BİR DOĞRU BAŞKA BİR DOĞRUYU GÖTÜRMEMELİ

Tabii ki bir “doğru” başka bir “doğru”yu götürmemelidir. Yani “her kafadan bir ses” demokrasinin gereğidir ama demokrasi yalnız bu değildir. Diyalog ve uzlaşma, “birlikte bir şeyler söyleyebilme/yapabilme” de demokrasinin erdemlerindendir. Buna karşın, toplumumuzda “hoşgörüsüzlük ve “diyalogsuzluk”un, bunun doğal sonucu olarak “uzlaşma” kültürünün kurumlaşmadığı; zaman zaman inatlaşma/restleşme, basiretsizlik ve akıl tutulması söz konusu olduğu ayan beyan ortadadır.  Başka bir anlatımla, toplumda uzlaşma değil çatışma kültürü egemen görünüyor ve işin kötü yanı çatışma kültürü zaman zaman yoğunlaşarak / şiddetlenerek ayrışma, ötekileşme ve kaosu besliyor.

Hoşgörüsüzlük, diyalogsuzluk, uzlaşmazlık bir yana, işin bir de başka yönü var. En yaşamsal konularda bile halkımızda kafa karışıklığı, yorgunluk, ümitsizlik ve yılgınlık belirtileri görülmektedir. Bir yanda yığın halindeki çözümsüz iç sorunlar; hantal, verimsiz ve kaynak tüketici kamu yönetimi; ekonomik sorunlar; yaşam ve demokrasi biçimi haline gelen popülizm; diğer yanda Varoluş Savaşımı’mızın hiç bitmeyen kritik aşamaları söz konusudur. Bu durumun ve süregelen çatışma ortamının, aklı başında herkesi düşündürmesi gerekmektedir. Yapılması gereken, toplumu saran ”toz dumanı” öncelikle dağıtmak; restleşme, ötekileştirme yerine hoşgörü, diyalog ve uzlaşma kültürünü; basiretsizlik yerine basireti; akıl tutulması yerine aklı koymaktır.

Diyalog ve uzlaşı ortamının ve kültürünün oluşmasında resmi taraf kadar sivil topluma da görev düşmektedir. Bu bir sosyal sorumluluk meselesidir ve toplum, kurumsallaşmış saflaşma ve çatışmaya kurban edilmemelidir. Bunu söylerken, ”toz duman içinde ferman okumanın” çok da kolay olmadığını biliyorum. Marifet, (hiçbir özrün başarının yerine geçemeyeceğini bilerek) kolayı değil, zoru  başarabilmektir.

BASİRET DENEN ŞEY

Daha düne kadar nisap sorunundan kaynaklanan “restleşme” dolayısıyla ülkede parlamento bile işlemez duruma gelmişti. Bir baktık ki ötekileştirme yerine hoşgörü, diyalog ve uzlaşma kültürü; basiretsizlik yerine basiret; akıl tutulması yerine akıl konabilirmiş.  toplumu saran ”toz duman,” en azından parlamentonun çalışması bağlamında, dağılıvermiş. Bütçe Meclis’ten geçivermiş, bazı yasalar geçirilmiş, seçim kararı alınmış. Hem de tümü oy birliği çözümlenmiş. Hatta karma oyun kalkması ya da değiştirilmesi yönünde oybirliği sağlanmadığı için konu rafa kalkmış..

            Bunlar bize “oh be, bizim ülkede de olabiliyormuş” dedirten gelişmeler. Onca gaile ve ekonomik sıkıntı arasında ümit verici bir durum! Elbette ki geçmişte de buna benzer olaylar yaşanmıştı ama son yıllarda bunu pek görmediğimiz için unutmuştuk. Bu günkü Türkçe ile “olanları unutmak insanın doğasında” anlamında “beşer-i”idrak nisyan ile malûldür” ya!

SON OLARAK…

            Başlıktaki gibi önümüzde bir seçim var, seçim!

Büyük olasılıkla ortam yine “toz duman” içinde olacak! Seçim bu, öyle bir elektriklenme yapar ki akıl almaz. Genelde seçim sürecinin başlamasının popülist baskıları daha çok davet ettiği, popülizmi pompaladığı da yadsınamaz bir gerçektir. Bundan dolayıdır ki popülizm, özellikle seçim dönemlerinde halkın uzun vadeli gereksinimleri ile barışık olmaz. Demokrasi onsuz olamaz ama seçim, maalesef “adalet,” “fırsat eşitliği,” “hak/hukuk,” “ilke,” “etik,” “sağduyu” gibi değerleri kolayca çöp sepetine attırır; aklın, mantığın, basiretin, bilimin yerine siyasal çıkarları ve duyguları ön plana çıkartır; “faydacı,” “çıkarcı,” “fırsatçı,” “makyavelist” söylemleri/politikaları/uygulamaları geçer akçe kıldırır, popülizmi azdırır.

            Dileğim seçim mücadelesinin köprüleri attıracak kadar aklın, mantığın, basiretin, bilimin tümüyle göz ardı edilmemesi! Seçim sonrasında siyasetçilerin birbirinin yüzüne bakamayacak ortamın yaratılmaması! Seçim öncesindeki gösterilen karşılıklı hoşgörü, diyalog ve uzlaşmanın, seçimden sonra da süregitmesi!

Karşılıklı hoşgörü, diyalog ve uzlaşma kültürüne bu halkın her zaman gereksinimi olacaktır.