İsmail BOZKURT

Yüksek Mahkeme Başkanı ve Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Narin  Şefik, zaman zaman Seçim ve Halkoylaması Yasası için gerekli değişiklikleri gündeme getirip görüşlerini dile getirir, uyarılarda bulunur. Son olarak anayasal zorunluk olan erken seçimle bağlantılı görüşlerini paylaştı, bu arada yakınmalarda bulundu.

Narin Hanım’ın yakınmalarına katılmamak mümkün değil. Onları ilgilendiren bir konu iki kez, halkoylamalarında siyasetin olayı sahiplenmemesine, ilgisizliğine, umursamazlığına ve hepsinin başında siyaset kurumuna karşı duyulan güvensizliğe takıldı. 

Benim üzerinde durmak istediğim asıl konu, seçim yasasındaki olası değişiklikler! Özellikle vurgulamam gerekir ki amacım Narin Hanımı yanıtlamak ya da eleştirmek değil!

BİR SEÇİM YASASINDA OLMASI GEREKEN İÇERİK

Seçim Ve Halkoylaması Yasası’nda -elbette ki anayasal kurallar çerçevesinde- beş temel husus düzenlenmiştir.

Birincisi seçmen ve seçimde aday olacaklarla (seçmenlik ve adaylık) ilgili konulardır ve bunlara yönelik yakınma olduğunu duymadım. 

İkincisi, seçim işlemleri için gerekli kural ve düzenekler, değişik bir anlatımla seçimin nasıl, ne biçimde ve kim tarafından yönetileceğidir. Bu konuda önemli olan yönetimin tarafsız ve yansız olmasıdır. Sanırım bu konuda pek sıkıntı ve yakınma yok. Nitekim 45 yıldır yürürlükte olan kurallar, özlü değişikliğe uğramadan uygulanıyor. 

Üçüncüsü, seçmenin iradesini nasıl kullanacağıdır ve esas olan seçmenin iradesini olabildiğince kısıtlamasız kullanabilmesidir. Bu konuda da sıkıntı/yakınma olduğunu düşünmüyorum. Bazı kısıtlamalar yok değil ama yaklaşık 45 yıldır uygulanan ve seçmene dilediği partiye (mühür), partilere bakmadan kişilere (karma) oy verme; dilerse mühür bastığı parti içindeki kişilere tercih hakkını kullanma hakkı veren bir düzenleme var. Çok önemli bir husus bu uygulamanın seçmen tarafından içselleştirilmiş olmasıdır.

Yasa’nın düzenlediği dördüncü ve çok önemli konu, kullanılmış olan oyların, yani seçmen iradesinin nasıl değerlendirileceği konusudur. Başka bir anlatımla, kullanılan oylarla hangi parti ve kimlerin sandıktan çıkacağının belirlenmesidir. Bu konuda dünyada çok sayıda (en az yüz olduğu söylenir) değişik sistem var. Bizde barajlı d’hont sistemi uygulanır. Bir ara Türkiye’de milli bakiye sistemi uygulanıyordu. İngiltere’de basit çoğunluk sistemi var. Ben bu konuda da sıkıntı görmüyorum. Nitekim bildiğim kadarıyla bunun değişmesi yönünde istek de yok.

Yasa’nın düzenlediği beşinci husus da, değerlendirmenin hangi coğrafi esasa göre; yani tüm ülke düzeyinde mi, bölgesel bağlamda mı, dar bölge üzerinden mi yapılacağıdır. Üçü için de örnekler vardır. Bizde önce bölgesel esas uygulandı ama bölgeler üç iken altıya çıktı. Uzun yıllar ülkesel bağlamda değerlendirme esasına geçilmesi tartışıldı ve son seçimde (1018) ilk kez ülkesel düzeyde değerlendirme esasına geçildi. Ama bizim “marifetli” siyaset kurumumuz, o kadar çok politik çıkar/rant ve popülist hesaplar içinde boğuldu ki, her şeyi yüzüne gözüne bulaştırarak sistemi, seçmenin anlamakta zorluk çektiği, işlemi yapacak olanların işini zorlaştıran bir biçime soktu. Seçim ve Halkoylaması Yasası’ndaki esas sıkıntı budur. Narin Şefik’in çığlığı da bunun düzeltilmesi yönündedir.

MECLİSİN YÜZÜNE GÖZÜNE

BULAŞTIRDIĞINI TEMİZLEMEK…

Konu aynen söylediğim gibi; yani bizim “marifetli” siyaset kurumumuzun, politik çıkar/rant ve popülist hesaplar içinde boğularak her şeyi yüzüne gözüne bulaştırması ve sistemi, hem seçmenin anlamakta/uygulamakta, hem seçimin yönetilmesinde zorluk çektiği bir hale sokmasıdır.

Bizim gibi coğrafyası küçük ve nüfusu az, bu nitelikleri dolayısıyla, popülist baskılara açık ve bölgeler arasında sosyokültürel ve sosyoekonomik farlılıklar olmayan “minnacık” bir ada ülkesinde, çok bölgelilik kadar saçma ve sakıncalı bir esas olamazdı. Nitekim bu esasın sakıncaları, yapılan iki seçimde (1976 ve 1981) bile “fena” sırıttı ve ta 1984’te KKTC Anayasası yapılırken ülkesel düzeye geçilmesi gündeme geldi, hatta konunun anayasa maddesi olmasına da “ramak” kaldı.

Ardından konu yıllarca tartışıldı ve ancak bir dönem önce ele alınarak “sözde” ülkesel düzeye geçildi. Sözde diyorum, çünkü ülkesel düzeye geçilirken altı bölge de korundu. Dahası, karma oy kullanacak ya da tercih yapacak seçmene, her bölge için farklı olan kısıtlamalar ve koşullar dayatıldı. .     

Yukarıda da yazdığım gibi, Seçim ve Halkoylaması Yasası’ndaki esas sıkıntı budur; Narin Şefik’in çığlığı da bunun düzeltilmesi yönündedir.

ÇARE SEÇMENİN İRADESİNİ KISITLAMAK

OLAMAZ VE ÇOK BÖLGE ESASINA DÖNÜLEMEZ

Sıkıntının kaynağı ile nedeni ve ne konuda yakınmalar olduğu apaçık olduğu halde, siyasal parti ya da politikacı kaynaklı değişik söylemlerde, seçim yasası için öngörülen olası değişiklikler, “karma oy” ile “tercih” hakkının kaldırılması, %5’lik barajın yükseltilmesi, bir de eski altı bölge sistemine geçilmesi biçiminde dile getirilir. .  

Karma oyla tercih hakkının kaldırılması, seçmen iradesini açıkça ve doğrudan kısıtlamaktan başka şey değil!

%5’lik barajın kaldırılması, kullanılan oyların değerlendirmesi ile ilgili ama dolaylı olarak seçmenin iradesini kısıtlama anlamı da taşıyor.   

Eskiden olduğu gibi yeniden altı bölge sistemine geçilmesi,  değerlendirmenin hangi esasa göre değerlendirileceği ile ilgili gibi göründe de özünde seçmen iradesini kısıtlama da var.

Bunlara karşın, dillendirilen dört değişiklik niyetinin hiçbiri, yaşanan sorunları gidermeye yönelik değil!

SONUÇ OLARAK

Kişi olarak ben, hiçbir biçimde ve hiçbir koşulda, seçmen iradesini kısıtlama anlamında değişiklik yapılmasına kesinlikle ve şiddetle karşıyım. Kaldı ki 45 yıllık bir uygulama vardır. Bu uygulama ile seçmen, bir partiye, partilere bakmadan kişilere oy vererek, dilerse mühür bastığı parti içindeki kişilerde tercih yaparak iradesini ortaya koyuyor. Bu, seçmen tarafından o denli içselleşti ki, uygulamayı bir tek seçimde ortadan kaldırma cüretini gösteren zamanın siyasal erki, bir sonraki seçimde geri dönüş yapmak zorunda kaldı. Yani “yanlış hesap Bağdat’tan geri döndü” ve hiç kuşkum yok, yanlış hesap yapmağa yeltenenler de geri dönüş yapacaklardır.   

Ne yapılsın diye sorulabilir. O konuda da görüşlerimi açıklayayım.

Bir seçim yasasına, seçime beş kala dokunmak kadar yanlış bir şey olamaz ama ortada Sayın Narin Şefik’in “çığlık” nitelikli ciddi uyarıları vardır. Bu bakımdan seçim yasasına dokunmak kaçınılmaz gibi görünüyor.

O zaman yapılacak şey, yaşanan ciddi sıkıntıları giderecek değişiklikler olmalı ve kesinlikle sorunun kaynağı olmayan “seçmen iradesini kısıtlama”ya yönelmemeli; ülkesel (çarşaf) listeden geri adım atılmamalıdır.

Benim kişisel görüşüme göre seçmenin, iradesini yalnızca ülke düzeyinde (çarşaf liste) kullanması, karma oy ve tercih yapacaksa, bunu yalnız çarşaf liste üzerinden yapması sorunu çok büyük oranda çözer. Seçmen karma oy ya da tercih yapacaksa, niye bunu her ilçe için de ayrı ayrı yapma zorunda olsun?

Sayın Narin Şefik’in de seçenekleri arasında yer alan, bölgelerle ilgili “karma oy +tercih” kısıtlamalarının kaldırılması seçeneği budur.

Tabii vurgulamam gereken bir husus var: Aslında bana göre değerlendirmenin yalnız ülke bağlamında olması gerekir. Bu küçük ve az nüfuslu ülkede, seçim bakımından bölgelere hiç gerek yoktur.

Yine bana göre, ille de bölgeler korunacaksa, en azından 50 milletvekilliğinin değil, yalnızca belirli sayıda (örneğin 15) milletvekilliğinin bölgelere kontenjan olarak verilmesi düşünülebilir.

Oy pusulasının çarşaf gibi ya da defter biçiminde olmasının ne zararı olur, ben anlamadım. Temel sorun çözüldükten sonra varsın öyle olsun! Mesele “niyet”tir. Niyet, var olan sorunu çözmekse,  ortaya attığım öneriler çözümdür.

Yoksa amaç “üzüm yemek değil de bağcıyı dövmek”se o başka!