İsmail BOZKURT

             “Siyaset sorun çözme sanatıdır.” Bu, siyaset kavramının en yalın anlatımıdır. Bundan hareketle bu sayfada, yeri geldikçe bizim siyaset kurumumuzun temel sorununun “sorun çözememesi” olduğunu, bırakınız sorun çözememesini kendisinin de başlıbaşına bir sorun olduğunu savunurum.

Geçen hafta (7 Aralık 2021), bu sayfada değerli dostum Kenan Mortan’ın,  ana konusu  Almanya’da yeni  üç partili koalisyon için hazırlanan protokol olan “ÖRNEK BİR SİYASET BELGESİ” başlıklı yazısını paylaşmış, konuya yönelik görüşlerimi dile getirmiştim. Bu kez “siyasetin sorun çözme sanatı” olduğunu tam da anlatan “İTALYA KRİZİNİ NASIL ÇÖZDÜ?” başlıklı son yazısını da paylaşıyorum:

           

“İTALYA KRİZİNİ NASIL ÇÖZDÜ?

“Federal Almanya’da yeni kurulan Scholz Hükümeti’nin ‘’Koalisyon Protokolü‘’ hakkında yazdıklarım, dostlarımın ilgisini çekmiş olmalı ki, çok fazla sayıda gönderiyle yorum ilettiler, soru yolladılar, ya da konuyu irdelediler.

“Çözüm” konusunu ele almamın anlamlı olacağını düşündüm, bu kez çok dikkat çekmeyen “İtalya Deneyi” ile devam etmek istiyorum.

***

İtalya, krizler ve sonuç vermez koalisyonlar ülkesi olarak bilinir. Bunlar şimdi geride kaldı...

Nasıl?

Bu yılın Şubat ayıydı, İtalya olağan krizlerinin  birini yaşıyordu. Görünürde de bir çıkış yolu yoktu....

İtalya Cumhurbaşkanı, Avrupa Merkez Bankası Başkanlığı’nı yeni tamamlamış olan Mario Draghi’yi “bağımsız başbakan olmaya” ikna etti. Draghi, İtalya için bir olmazı gerçekleştirdi, ideolojik anlamda en sağdan en sola dek uzanan 4 partili bir hükümeti 13 Şubat’da kurdu. Sonra bunu “tıkır tıkır” işletti.

Çözümün sacayağı şunlar:

1-Draghi’nin kimliği: Başbakan Draghi‘nin insanın içini ılıtan bir özgeçmişi var Eğitimi parlak, doktorası MİT’den. Tez babaları Solow ve Modigliani Nobel ödüllü. Avrupa Merkez Bankası Başkanı iken, uyguladığı kriz yönetimi AB üyesi ülkelere parmak ısırttı.

Kendisini “liberal sosyalist” olarak tanımlıyor, bunu siz Türkçe’ye “piyasaya yerinde ve zamanında müdahale etmezsen kuyruğuna teneke takar, seni kepaze eder” şeklinde çevirebilirsiniz.  Koşuluydu, başbakanlık görevini “maaş almadan” yapıyor. 

Kurduğu ‘’Teknokrat Hükümeti ‘’ sonrası ilk demeci “Yeniden yapılanma yaşanacak ve bu süreç 2. savaş sonrası gibi sancılı olacak, ama yapılacak. Bedeli ne olursa olsun” (whatever it takes) zaten onun sözü, bu nedenle “Süper Mario” olarak anılıyor.   

2-Hukuğun üstünlüğü: Draghi Hükümeti‘nin ilk işi yargıyı göreve davet etmek oldu, özellikle mafia dünyasıyla mücadele ödünsüz sürdürüldü. Berlosconi döneminde herkes bir yerin adamı iken, o “bir yerler” aslına, devletin adamına dönüştü. Hak ihlali soruşturmalarında süre asgariye indi. Rüşvet ile mücadelede insanlar mahkum olmaya başlayınca, kamu yönetiminin etkinliği arttı.     

3-Reformlarda kararlılık: Emeklilik yaşını 62‘den 64‘e yükseltince, genel grev tehdidi geldi. Draghi hiç tınmadı, koalisyon partileri de arkasında durdu.  Geçmiş popülist hükümet döneminde “herkese temel gelir”* vaadi vardı ama ortada bir para yoktu. “Bunu yapamayız !” dedi ve işsizlik parasını iyileştirdi.  

İş bundan ibaret değil: Sacayak işleyince “ülke morali” yerine geliyor. İtalya’nın bu yıl  futbol, voleybol ve atletizmde dünya genelindeki başarıları bir tesadüf olmasa gerek.

“Ülke Notu” yükseliyor: Şanghay- Guangzhou Hızlı Tren ihalesini İtalya aldı. 500 Büyük Dünya Şirketi’ne 9 şirketi girdi, dolar milyoneri sayısı 1,4 milyona yükseldi.  

Sonuç ne?

60 milyon nüfuslu İtalya, OECD’nun son raporuyla bu yılı (artık) 2.1 Trilyon $’lık bir ekonomiyle kapatacak. Büyümesi bu yıl bir AB rekoru % 6.2.  Enflasyon yok gibi, % 1.8. İtalya dünyanın (yeniden) 8.büyük ekonomisi ve 632 Milyar $’lık ihracatı ve (artık) dış ticaret fazlası var. İstihdam (yeniden) artıyor ve verimlilik OECD ortalamasından (sadece) % 17 daha az.   

Ders çıkarmak istiyorum: Önce niyet, sonra program, en sonunda irade (erk) bir araya gelince, çözülmeyecek siyasal buhran yok. Draghi gibi birleştirici bir isim (kuşkusuz) bu oydaşmayı kolaylaştırıyor. Safsatalara (popülizm)  yer olmayacak, reform programı ise halkı inandırarak uygulanacak.

İtalya, 2 Şubat’ta Cumhurbaşkanı seçecek. 24 Eylül 2022’de de genel seçim var.

Ama hayret, kimse bir krizden söz etmiyor, “Ne olacak?” demiyor.

Dahası, 24 Eylül 2022 Seçimleri‘nde parlamentonun koltukları üçte bir azalıyor. Bu ise ciddi sayıda parlamenterin  “emeklilik hakkı” kazanmaması anlamına geliyor.

Cumhurbaşkanı adayı 85’lik S. Berlusconi “seçimi erteler, ben de emekliliğinizi sağlarım” vaadi yaptı. M.Draghi ise “Böyle bir şey olmaz, her şey takviminde işleyecek” dedi.

Gelin işin adını koyalım:

Sizce seçim, bu 2 isim arasında mı, yoksa “demokrasi” ile “ilacı kezzap olan bir popülizm” ikileminde mi?      

(Kenan Mortan - 11.12.2021 )”

HİÇ BİTMEYEN SİSTEM TARTIŞMAMIZ

            Parlamenter hükümet sistemimiz, siyaset gündemimizin hiç bitmeyen tartışmalarından biridir. Bu tartışmalarda, sorunların çözülmemesini parlamentarizme bağlayan ve bu sistemi “tu kaka” ilan edilerek başkanlık sistemine geçişi “reçete” olarak sunanlar çoktur.

            Konuyu daha da basite indirgeyerek seçim sistemimizdeki karma oyu “günah keçisi” olarak gören “anlı şanlı” partilerimiz de cabası!

Değerli dostum Kenan Mortan, verdiği İtalya örneği ile bizdeki tartışmaya da bir açıklık getirerek, bizim gibi parlamenter sistemle yönetilen ve bizim gibi “krizler ve sonuç vermez koalisyonlar ülkesi” olarak bilinen İtalya’da, sorunların nasıl sistem içinde geride kaldığını anlatıyor. Bu örnekten çıkardığı ders çok açık: Önce niyet, sonra program, en sonunda irade (erk)!” Bunlar bir araya gelince, “çözülmeyecek siyasal buhran yok!”

Sayın Mortan,  birleştirici bir ismin bu oydaşmayı kolaylaştıracağını da ekler ve de çok açık bir de koşul belirtir: “Safsatalara (popülizm)  yer olmayacak, reform programı ise halkı inandırarak (yani zorlayarak değil) uygulanacak!” Sanki doğrudan bizim siyaset kurumumuza anlatıyor. Öyle olmasa da bizim siyaset kurumumuz bu önermeleri, “kızın sana söylüyorum gelinim sen anla” diye algılamalı! (Koro halinde “nerdeee???” çığlıklarını duyar gibiyim.)

Atlamadan değerli dostumun ilacı kezzap olan bir popülizm” saptamasına/önermesine bayıldığımı söylemeliyim. Yazılarımın ana konularından biri olan popülizm için izniyle artık bunu kullanacağımı da belirtmiş olayım.

Gelelim sistem tartışmasına: Önce her zaman vurguladığım gibi sorunların bir sistemle çözümleneceğini savunmanın ya da değişik bir anlatımla, bir sistemi sorunların çözümü için “reçete” olarak görmenin tam bir safsata olduğunu belirteyim. Bizde çokça önerilen başkanlık sistemine geçersiniz ama bir bakarsınız tam popülist bir başkan gelir. O zaman ayıklayın pirincin taşını!

Elbette ki her sistemin, özellikle işleyişi açısından kendi içinde sorunları olabilir ama bu, o sistemin tümüyle “tu kaka” olduğu anlamına gelmez. Kenan Mortan dostumun geçen hafta konu ettiği Almanya’da, yukarıda alıntıladığım İtalya örneğinde, İngiltere’de, İsrail’de  kendi özelliklerine göre biçimlenmiş başarılı ve çalışan parlamenter hükümet sistemleri var.

Sözün kısası bizim temel sorunumuz, siyaset kurumunun sorun çözme yetisini yitirmiş olmasıdır. Yani parlamentarizm değil! Yine de ilke olarak başkanlık ya da yarı başkanlık sistemine geçilmesine karşı değilim. Yeter ki fren-denge denklemi düzgün olsun!

Parlamenter sistemde kalırsınız kalmazsınız, başkanlık ya da yarı başkanlık sistemine geçer ya da geçmezsiniz,  Önce niyet, sonra program, en sonunda irade (erk)” şart! Bunlar bir araya gelince “çözülmeyecek siyasal buhran yok!” ve tabii popülizmin ilacının kezzap olduğunu bilip safsatalara (popülizm)  yer vermeyeceksiniz, reform programınızı halkı inandırarak  (yani zorlayarak değil) uygulayacaksınız.