Durdum.
Durdum dağlara bakmaya. Bakarım da mor sarı al kayalar ve yeşil, bin tonu ile yeşil ağaçlar.
Benim gördüğümü gören var mı başka diye sorsam mı, sormasam mı?
Nedir gördüğüm diye sorayım en iyisi kendime.
Kentili biriyle köylü bir başkası bakınca dağa aynı rengi mi görür, aynı dağı mı?
Hiçbir dağ aynı olur mu herkes için?
Olmaz. Olmaz da, nedir gördüğün a Cumhur bu bakışla, yarın bakınca aynısını mı göreceksin, ya dün neydi gördüğün?
Hop dur bir dakika, dün baktığın dağ bu gün baktığın dağla aynı değil ki.
Öyleyse.
Kim kimin gözüyle bakıyor şeylere. İşte bir sorunsal ki, yaman.
Kimin gözü ile bakması isteniyor çocuklardan kara tahtaya ve hayata.
Çocuk kimdir ve kimin çocuğudur?
Birinin olması olası mı bir çocuğun?
Çocuk annesinin ise, babası ne der bu işe ve asıl önemlisi çocuk birinin ise kendisi kimdir?
Kendisi mi, yoksa Sibel'in oğlu, Yalçın'ın kızı mı?
Öğretmeni neyi olsun çocuğun?
İşte çocuklar için karabasan, kendileri olmasınlar diye daha ilk nefeslerinden itibaren çöken omuzlarına yük yükler.
Kanun, nizam ve intizam.
Sağol demek öğretmene, hem de hep bir ağızdan her sabah hizalandıktan sonra okul adındaki yerde.
Sonrası mı?
Eğtim zaiyatı diye bir tabir vardır elbet.
İşte o...