Bugünkü yazımı bir klişe içinde yazmak istemedim.  Daha bir farklı bakış veya farklı gözle yaşadıklarımızı okurlarımın dikkatine getirmek istedim hatta.

            Evet, değerli okurlarım...

                        EOKA 1 Nisan 1955’te faaliyete geçtiğinde ben henüz ilkokulda bir çocuktum.  Ve binlerce çocuk duvarlarda ilk kez “EOKA” iberesini görmüşlerdi.  Tabii ki sadece “EOKA” ibaresi değil, aynı zamanda “ENOSİS” ibaresi de vardı duvarlarda.  Haydarpaşa İlkokulunun duvarları tümden o yazılarla donatılmıştı.  Ayluka kilisesinin, sokak aralarındaki binaların duvarlarından hepten bu yazılar vardı.

            İşte ilk bombalar o zaman atılmaya başlamıştı.  Hatta ilk kurşunlar da o zaman sıkılmaya başlamıştı.

            Gayet iyi hatırlıyorum...

            O çocuk halimle öğretmenime sormuştum...

            “Hocam bu iki kelimenin anlamı nedir?  Neler oluyor?”

            Öğretmenimiz bize şu açıklamayı yapmıştı:

            “Çocuklar,  Rumlar Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak için harekete geçtiler.  Silahlı bir örgüt kurdular.  Gelecek günlerde bizi çok acılar bulacak...”

            Öğretmenim doğru söylemişti...  Bizleri çok büyük acılar ve zor günler bekliyordu.  Rumların ilk hedefleri İngiliz askerleri ve İngiliz polisleri olmuştu.  Sonra namlularını Türklere çevirmişlerdi.

            Rumlar ilk silah sevkiyatını, organize bir şekilde 25 Ocak 1955 tarihinde gerçekleştirmek için harekete geçmişlerdi.  Yunanistan’dan silah yüklenen bir gemi, gece karanlığında Baf’ın Khloraka köyünün sahillerine çıkmıştı.  İngiliz istihbarat örgütü Rumların silah sevkiyatına ilişkin bilgiyi alınca tedbirlerini almışlardı.  Bu maksatla sahile iki Türk polisini yerleştirmişlerdi.   O polislerden birisi Abdullah Ali Riza isimli polis çavuşuydu.  Nitekim gemi silah dolu sandıkları sahile indirmeye başlayınca Abdullah Ali Riza Çavuş’la diğer Türk polis hemen onları tutuklamışlar, operasyonu tıkamışlardı.

            Abdullah Çavuş’un EOKA’cıları teslim almasının akabinde İngilizlerin sahil koruma polisleri projektörlerle EOKA’cıları kıskıvrak yakalayıp adalete teslim etmişlerdi.

            Bu olay sonrasında ikinci parti silahları da Abdullah Çavuşla ekibi yakalamıştı.  Sonra bir soru gelmişti akla:

            “Rumlar Abdullah Çavuş’u yaşatırlar mıydı?”

            Evet tam bir yıl sonra Abdullah Çavuş’u şehit etmişti EOKA’cılar. O gün Abdullah Çavuş bir marantoz dostuna uğramıştı. Tam kahvelerini içiyorlardı ki içeriye eli silahlı bir Rum girmiş ve onu vurmuştu.  Abdullah Çavuş o haliyle bile silahını çekerek o EOKA’cıyı yaralamış ve “Onu tanıdım.  İlk fırsatta onu adalete teslim edeceğim” demişti.

            Abdullah Çavuş’un ömrü yetmemişti, o EOKA’cıyı adalete teslim etmeye.  Abdullah Çavuş ölmeden önce,İngiltere Kraliyet madalyası ile taltif edilmişti.  Yani bir hayatın bedeli madalya.

            Ve daha yüzlerce masum Türk ve İngiliz’in hayatı gitmişti.

            Artık suratsız Grivas adaya gelmiş, EOKA’yı daha da örgütlemiş ve Trodos dağlarına çekilmişti.

            İşte o dönemlerdi ki bizler henüz ilkokuldaydık ve yaşımız 80’e dayandı.  Hala Kıbrıs sorunu bitmedi ve Rumların bütün çirkinlikleri devam ediyor.

            1956 yıllar ise, Türk gençliğinin meydan mitingleri ve sloganlı protesto yürüş yılları idi.  Artık ortaokul ve lise çağlarımız başlamış ve bizim cenerasyon da kendini bu kavganın içinde bulmuştu.

            İşte o dönemlerdi ki Türkler bir arayış içine girmişler ve “Kara Çete”, “9 Eylül” ve “VOLKAN” teşkilatlarını kurmuşlardı.  O arayışlar içinde pek çok masum Türklerle masum İngiliz EOKA tarafından öldürülürken, 1 Ağustos 1958 tarihinda TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı)  kurulmuş ve EOKA’ya panzehir görevi yapacak gücü oluşturmuşlardı.

            O dönemlerde yaşanan müthiş dramatik bir olay yaşanmıştı.  Bir 23 Nisan günüydü ve yıl da 1956 idi.  Yani EOKA’nın faaliyete geçişinin birinci yılı. EOKA,  Bodamyalı sokağında polis Nihat’ı vurmuşlar, Emine isimli cesur bir kız da katil Yorgo’yu yakalayıp adalete teslim etmişti.  Yorgo yargılandı ve hakim kalemi kırdı.  Kalemin kırılması demek, idam kararının verilmesi demekti.  O kahraman kız Yorgo’yu yakaladı ama İngiliz onu apartopar sınır dışı ederek, hayatını garantilemek adına Türkiye’ye gönderdi.  Giderken de ödül olarak ona 5 bin İngiliz poundu verdi.  Emine tam 18 yıl kendi vatanına dönemedi.  Çünkü EOKA onun peşindeydi.

            İşte bu toplum öyle acılar yaşadı EOKA yüzünden.

            EOKA, ada Türklerini 21 Aralık 1963’te silahlı operasyonla küçük küçük kantoncuklara hapsetmiş, 103 köyümüzü göçmen durumuna getirmiş, masum kardeşlerimizi sokaklardan toplayarak maçhul yerlerde  katletmiş (ki bu kardeşlerimizin kemikleri ancak 50 yıl sonra toprağın altından çıkarılmıştır), nice toplu katliamlar gerçekleştirmişlerdir. Muratağa ve Sandallar katliamında ise ben de Emine halamı kaybetmiştim.  Tam on bir yıl böyle yaşadı ada Türkleri.

            EOKA’nın en büyük hatası, 15 Temmuz 1974’te Makarios’a düzenlediği darbeydi.  Zaman için EOKA ikiye bölünmüş ve EOKA “A” ve EOKA “B” olarak iki cepheye ayrılmış ve o çatışmada binlerce Rum, binlerce Rumu öldürmüştü.

            Türk askeri bu durumu görünce 20 Temmuz 1974 sabahı adaya çıkarma yapmış ve yıllarca oynanan EOKA ve ENOSİS perdesi de kapanmış oldu.

            Türk askerinin adayı pasta gibi bölmesi, yıllarca verdiğimiz “TAKSİM” tezinin ta kendisiydi esasında.

            Şayet bana “EOKA hayallerinden vaz geçti mi?” diye sorsanız, size “Katiyen vaz geçmedi” derim.

            O bölünme bize bir devlet, bir bayrak, özgürlük ve bir gelecek getirdi.  Anavatan Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğü olmasa bu günleri görür müydük?  Görmezdik elbete.

            Yani EOKA faaliyete geçtiğinde 12 yaşındaki ben, şimdi 78 yaşında, saçlarıma aklar düşmüş, yüzümde derin çizgiler oluşmuş, torunlarım olmuş... Eski  bir mücahit ve toplum bireyi kişi olarak, geleceğe umutla bakıyorum.

            Allah bir daha o kötü günleri göstermesin.