1964 kışında kendi vatan toprakları ve kendi vatan evlatlarını kurtarmak için çıkarma gemileri ile Erenköy’e çıkan Erenköy mücahitleri, şimdi anılarını anlatıp kitaplaştırııyorlar.  Çok iyi bir iş yapıyorlar.     O anlatılanlarda o kadar çok dramatik unsurlar vardır, hiç farkına vardınız mı bilmem.     O zor günleri yaşayan bazı mücahitler yaşadıklarını kitaplaştırırken, pek çok detayı da anlatmadan edemediler.     Mesela rahmetlik Erdal Camgöz, bunlardan birisiydi. Hüseyin Lâptalı’nın ciltlere sığmayan “Erenköy Sürüngeni” adlı eseri, muhteşemdir.  Bunlar arasında anımsadıklarım ise, Rüstem Köken’in “64 Kuşağı Bir Kıbrıslı’nın Anıları” ve Hamit Vurana’nın “Kuzey Batı Dillirga” isimli kitapları...     Gerçekte Erenköy anıları parça parça da olsa bazı insanların hayatına girmiştir.  Örneğin merhum Cumhurbaşkanı Denktaş’ın anılarında motif motif bunlara rastlamak mümkün.  Özellikle Denktaş’ın anlatılarında bizzat kendisinin yaşadıkları bir naıkış gibi işleniyor.     Belki diyorum...     Belki bir gün “Erenköy’de Destan Yazanlar” adlı bir kitap veya bir roman yazarak Erenköy mücahitlerinin görünmeyen hayatlarını ve çehrelerini gözler önüne sererim.     Erenköy mücahidi Rüstem Köken’in şu ifadeleri çok önemlidir:     “Hepimiz bugün varız, yarın yokuz.  İkisi arasında insanların hayatlarını olumlu şekilde etkileyecek birşeyler yapması çok önemlidir.  Bunu da geçmiş deneyimlerimizin ışığında doğruları saptayıp varacağımız hedefi ortaya koyduğumuzda başaracağımıza inanıyorum.”     Bunlar gerçek duygulardır.  Bugün Rüstem Köken’in bu kitabının kaçıncı baskıyı yaptığını pek bilmiyorum ama, herhalde en az sekizinci baskıyı yapmıştır diye düşünüyorum.  Belki daha fazla...     Erenköy anılarını belgelemek adına sürekli üretilen fikirler ve yazılıp çizilen yaşanmışlıklar, hakikaten tarihe ışık tutacak çok önemli bir yaşam kesitidir.     Öyle bir zaman gelecek ki, tıpkı “Hasan Bulliler” misali yeni nesiller, Erenköy Anılarını araştırma malzemesi yaparak kendilerine yeni bir pencere açacaklar.     Tabii ki emekli Albay rahmetlik İsmail Tansu’nun “Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu” adlı kitabı, Erenköy Anıları’nın en önemli belgesidir.  Malum İsmail Tansu, TMT’nin kurucu üyelerindendi.     Yeni nesiller şayet bu kitabı okurlarsa, TMT’nin nasıl hayat bulduğunu, EOKA’ya karşı TMT silahlarının Anamur’dan köhne balıkçı tekneleri ile nasıl Erenköy kıyılarına çıkartılıp, sonra da adanın dört bir tarafındaki mücahitlere dağıtıldığını öğrenmiş olacaklar.  Silahlar sadece Erenköy’e çıkartılmamıştı.  Ünlü yargıç Zekâ Bey’in Bladanisyo (Balalan) köyü sahillerine de çıkartılmıştı.     Bu silahları kimler nasıl taşımışlar?  Bununla beraber üniversitelerini arkada bırakıp Erenköy’e çıkan talebeler nasıl çarpışmışlar, Türk uçakları ilk kez Rum konvoyunu nasıl bombalayıp bir kömür yığını haline getirmişler, bütün bunları Erenköy Anıları’nın arasına sıkıştırabiliriz.     Erenköy çarpışmalarında bulunan üniversite gençliğinin yaşadıkları ortam, gerçek anlamda sosyolojik, ekonomik ve ideolojik görüntüyü de veriyor.     Siz Ankara veya İstanbul’da üniversitede okuyan bir gençsiniz, her gün ütülü pantolon ve gömleğinizi giyerek derslerinize gidersiniz, günlük yaşantınızda pek çok kültürlü insanlar vardır.  Hatta üniversiteden bir de sevgiliniz vardır belki de.  Ve bir gün kendinizi birden bire Erenköy tepelerinde çarpışan bir mücahit olarak bulursunuz.     Bunlar bir yana...  Orada yaşayan ve silah taşımaları nedeniyle teşkilatın “Bereketçi” adını verdiği o fedakar balıkçılar ve onların aileleri, sosyal yapıları ve yokluklar içinde bir vatan yaratma heyecanları tam bir tezat teşkil etse de, üniversiteli-köylü ilişkiler bağlamında, bir kader birliğini veriyor o fotoğraf.     Bir gün bir anısını anlatmıştı bana rahmetlik Erdal Camgöz.  O Erenköy çarpışmalarından ve Türk uçaklarının bombalamalarından sonra Makarios birkaç kamyon dolusu yardım göndermek istemişti Erenköy’de mahsur kalan mücahit ve oradaki halka.   Lakin onlar o yardımları reddetmişler.  Maklarios da o yiyecek kamyonlarını sınıra döktürmüş.  Makarios’un amacı, bütün dünyaya “işte biz ne kadar yardımsever bir milletiz görünüz” demekti.  Halbuki o insanları öldürmek ve yok etmek için en ağır silahlarını oraya tevcih etmişti. Açlık mı?  Açlık tümünün de midelerini büküyordu.   Sevgili Erdal bana şu anısını nakletmişti:     “Bir gece nöbetten çıkmıştık...  Açlıktan da nerdeyse ölecektik.  Gece karanlığında bir arkadaşımla (muhtemelen Teoman Sınai idi) sınıra sızarak bir sürü konserve yiyecek alıp yine sessizce bizim bölgeye geçmiştik.  İşte o konserveler açlıktan kurtulmamıza neden olmuştur.”     Gerçekte Makarios biliyordu...  O yiyecekleri sınıra yığarlarsa, gece karanlığında olsun mücahitlerin sızma yaparak o yiyecekleri alıp karınlarını doyuracaklarını.  O nedenle karşı mevzideki EOKA’cılar cesaret edememişler sızma yapan mücahitlerimize ateş açmaya.     Ve daha nice anekdot ve anılar...     O bağlamda bütün bunların birikimlerinden ne romanlar çıkar bilir misiniz?     Yani Erenköy Anıları...