Her 8 Ağustos geldiğinde, sanki o büyük Erenköy Savaşı’nı yeniden yaşar gibi oluruz.  Tam elli dört yıl öncesinin o kanlı savaşı neden oldu, Kıbrıslı üniversite gençliğimiz, neden defterini, kitaplarını, kalemlerini Türkiye’de bırakıp Erenköy sahillerine çıktılar?

Bu soruların derinliğini ve anlamını bilmeyen yeni gençlere bütün bunları iyice anlatmak ve söylemek lazım. 

21 Aralık, 1963’le başlayan varoluş mücadelemizin bir parçası olarak görüyoruz Erenköy Savaşı’nı.  Güçlü bir inancın, ulusal davaya dört elle sarılışın ve ölüm kalımla verilen kavganın görüntüsü de diyebiliriz bu savaşa.

Bir gençlik düşünün.  Normal şartlarda, memeleket şartlarının normal seyrettiği bir ortamda kendini yüksek tahsil için hazırlamış, üniversite sıralarına kendini atmış, ilmin ve irfanın en yüce noktalarına doğru yol almış ve bir gelecek için, beynine bilgiler doldurmuş.  Üniversite yılları, her zaman gurbet yılları olur bir öğrenci için.  Özellikle o 1960’lı ve sonraki yıllarda, üniversiteye gitmek, bir ayrıcalıklı insan olmanın ve kendini topluma hazırlamanın avantajını yakalamak gibi bir şeydi. Üniversiteye gidemeyen ve maddi durumu el vermeyen gençler Kıbrıs’ta kalıp memur olurken, diğerleri de Türkiye veya İngiltere’ye gitmişlerdir, okumak için.

1960’ta kurulan “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin çatısı 4 yıl gibi bir zaman sonrasında çatırdamaya başlayınca, silahlar da konuşacaktı.  Yani EOKA’nın hortlayacağı, dirileceği ve acımasızca insanlarımızı yok etme sürecine gireceği bir zaman. 

Nitekim 54 yıl önce 1963’ün Aralığı’yla ilk silahlar patladığında, ilk göçler de başlamıştı. Göçle beraber Kıbrıs Türkünün irtibatı, Rumlar tarafından kesilmiş, sokaklar kan gölüne dönmüştü.  İşte o zaman üniversite gençliği Türkiye’de çılgına dönmüştü.  “Kıbrıs’ta neler oluyor” sorusu kafalarında şekillenmişti.

Artık herkes bir ölüm kalım savaşının içine girmişti.  Kıbrıs’ta kalan gençlik mücahit olur da, Türkiye’de kalan gençlik, Kıbrıs için mücahit olup savaşmaz mı?  Bir kazanın kaynaması gibi kaynamaya başlamıştı o günlerde Ankara, İstanbul, İzmir ve Adana’daki üniversite gençliği.  Ne ailelerinden bir haber alabiliyorlardı, ne de bir kuruşluk yardım.  Gelen haberler hep kan kokuyordu. Sonra oluk oluk aktılar Ankara’da Çankaya’nın kapısına, Genel Kurmay’ın kapısına, Kıbrıslı üniversite gençliğimiz. 

Rahmetlik İnönü onlara: “Sizin vazifeniz okumak.  Siz kitaplarınıza, defterlerinize dönün.  Savaşmak askerin işidir” demişti.

Onlar İnönü’yü dinlememişlerdi.  Ne de defterlerine, kitaplarına dönmüşlerdi. Derhal askeri eğitime alınma yönündeki girişimlerini sağladılar, askeri eğitim sonrasında, askeri zırhlılarla Türkiye’nin güney sahillerine, oradan da gemilerle Erenköy’e çıktılar, gecenin karanlıklarında.  Bu çıkış, kendi davalarına olan güçlü inançtan başka bir şey değildi. Kimin umurundaydı Tıp Fakültesi, Eczacılık Fakültesi, Mimarlık veya diğer fakülteler?  Kimin umurundaydı bir meslek sahibi olmak ve kendine bir gelecek hazırlamak? 

Hatta kimin umurundaydı sevdalar ve aşklar?  Onların da aşkları ve sevdaları vardı.  Toz pembe hayallerle süslenmiş, aşk şiirleri yazılı romantik geceleri ve mutlu aile kurma özlemleri vardı.  Onları da bir kenara fırlatıp atmışlardı hayatlarından.

Onların umurlarında olan tek şey, vatanı ve Kıbrıs Türkünü kurtarmak ve dünyaya güçlü mesajlar vermekti.  Bir de kurtuluş ve var oluş için düşmanla ölümüne savaşmak ve dirilmekti.

Öylesine güçlü inançlarla çıkmışlardı Erenköy’e üniversiterli gençler.  Erenköy Tepelerini, karanlık denizi, uzaktan gelen düşman kurşunlarının sesini, açlığı, yokluğu, irtibatsızlığı ve o ünlü Rum ve Yunan ablukası ile başlayan 8 Ağustos, 1964 Erenköy Savaşı’nı onlara sorunuz.  Onlar size sıcak savaşın ne olduğunu anlatsınlar. Acıların sesini kulaklarınıza fısıldasınlar. Oraların kahraman savaşçılarının duyguları nasılmış, size söylesinler.

Tam 54 yıl önce, Rum ve Yunan askerleri, topunu, tüfeğini ve bütün gücünü Erenköy’e yığmışlardı.  O yorgun tepelerde, yazın kavucu sıcağında bir ölüm kalım savaşı başlamıştı.  Bir ablukanın içinde savaşmak kolay değildi.  Gümbür gümbür inledi tepeler ve mavi denizler o anlarda.  Oralarda Eray eczacı olamadan şehit oldu. Yenicami sokaklarının zeki çocuğu Salahi de doktor olamadan şehit oldu.  Şair  dostum Süleyman Uluçamgil’in şiirlerinin mısraları hep asılı kaldı umutların tepelerinde.  Ve daha nice değerli pırıl pırıl gençlerimiz hayatlarını kaybetti o günkü savaşta.

Bu savaşa destek vermek için, bir yürekle Denktaş da askeri gemilerle Erenköy’e çıkmış, onlarla o Erenköy Savaşı’nı yaşamıştı.  Bir dava adamı olmanın, bir inancın ve ölümüne bir hayatı ortaya koymanın görüntüsüydü Denktaş’ın oraya gidişi.

Rumların amacı, kesinlikle bütün Erenköy’ü ve üniversite gençliğini bitirmekti.  Daralan çember, gökten yağan kurşun ve bomba ateşinin sesi şuydu:

 “Ben ölümüm ve geliyorum.”

Gelen o gümbürtüler, gerçekten ölümün çığlıklarıydı. O çığlıklar, acıların insanı  bütün Kıbrıs Türkünün beyninde darbe darbe vuruşlar yaratan çığlıklardı.

Gerçekten de o günler ve o dakikalarla zamanlar, bir ölüm anlarıydı.  Şayet Hüseyin Laptalı’nın ve Erdal Camgöz’ün anılarını okursanız, çok şeyler öğreneceksiniz, duyguları ile, yaşadıkları ile, inançları ile.

Ve Türk jetleri açık denizden göründüğünde,  Rumlar o zaman anladılar masum insanları öldürmenin ne demek olduğunu. Türk jetlerinin bombaları o Rum konvoylarını cayır cayır yaktığında, Türk askerinin ilk gücü orada görüldü ve Erenköy’ün fedakar ve cefakar halkı ile cesur üniversite gençliği kurtuldu.  Cayır cayır yandı kül oldu Rum konvoyları.  Erenköy kurtuldu ama Cengiz Topel’in uçağı da düştü Rumların topraklarına.  Pilot Cengiz Topel düşdüğünde ölmemiş, Rumlar tarafından öldürülmüştü.  Bir intikam tutkusuyla onu öldürmüşler, sonra cansız bedenini Türk tarafına göndermişlerdi.  Fakat gerçek olan oydu ki,  Rumlar Türk askerinin ilk tokadını o zaman yemişler ama akıllanmamışlardı.

    Şimdi oralarda, Erenköy’ın kızıl tepelerinde, denizin mavilikler ötesindeki hasretinde toprak altında yatıyor şehit üniversite gençlerimiz.  Her yıl oralara gitmek, o mezarlara çiçekler koymak, dualar okumak, gözyaşı dökmek ve acılarla buluşmak mesele haline gelir.  Rum bölgesinde kalan Erenköy kantoncuğu, öyle bir hasret beldesi olarak haritada dururken, biz yüreğimizde onların acıları ile yaşarız.

O nedenle bütün gençliğe sesleniyorum. 

 “Sevgili gençler!  Sizin ağabeyleriniz ölümüne Erenköy’de çarpıştılar, siz şu Kıbrıs Türkü için ne yaptınız veya ne yapabilirsiniz, olası bir savaş anında?”

Geçen gün bir yerde bir yorum yapmıştı yeni yetişen gençlerden birisi.

 “Eh işte!  Üniversiteli gençler macera için oraya gittiler de ne yaptılar?”

Benden evvel bir başka dostum verdi o kendini bilmez yeni yetişme gencin ağzının payını.  İşte bu dava böyle tehlikeye girer.  İnançların zigzaglarında yeni gençlerin bilgi yoksunluğu, bu gençlere  Annan Planına “evet” dedirtir.

Ben o gençlerin adını “ERENKÖY’ÜN  KAHRAMAN SAVAŞÇILARI” koydum.  Ölümüne kendi toprakları için savaşan ve oralarda kendi hayatlarını yok sayan cesur insanları saygı ile selamlıyorum.  Nur içinde yatsın Erenköy şehitlerimiz...

Tam 54 yıl öncesinin kahraman mücahitleri...