Zaman zaman bazı eski bürokrat ve eski mücahitlerin anılarını gazete sayfalarında görünce, bayağı meraklanırız.  Hangi yönden?  Geçmişi belgeleme yönünden.
Son belgeler ve son arşivler Kıbrıs Türkü’nün en ünlü simalarından Kıbrıs Türk Futbol Federasyonu kurucusu Ahmet Sami Topcan’ın hayatı, Kıbrıs Gazetesi tarafından gözler önüne seriliyor.  Uzun zamandan beri babasının hayatını kitaplaştırmak için uğraş veren Nazım Topcan’ın böyle bir çalışmaya arşivlerinin kapılarını açması gerçekten çok güzel birşey.
Bana göre Ahmet Sami Topcan’ın hayatı, bir filme konu olabilecek kadar geniş ama anlamlı bir yelpazede yer alır.  O bağlamda insanlar bu ve buna benzer belgeleri okurlarken, geçmişten de ders almış olurlar.
Ahmet Sami Topcan’ın iki kızkardeşi vardı.  Bunlardan birisi Dr. Servet Sami Dedeçay, diğeri de İsmet Sami idi.  Sanırım İsmet Sami hala hayattadır.
Bu ailenin fertleri ile tanışmam tesadüf değildi.  İsmet Hanım bizim liseden steno hocamızdı ve çok mükemmel İngilizcesi ve aksanı vardı.  Dr. Servet Dedeçay, KKTC’de ilk üniversiteyi kurma girişiminde bulunan bilgi donanımlı dolu bir kadındı.  Hatta çok iyi bir araştırmacıydı.  Bazı siyasiler Servet Hanım’ın üniversite kurma hayallerine gülüp geçerlerdi.  Halbuki kadının yaptığı girişim doğruydu ama elinden tutan olmamıştı.
Her ne ise...
Ahmet Sami Topcan’ı, ilk kez memuriyete girdiğim 1961 yılında tanımıştım.  Gerek futbol sahalarında, gerekse siyah hillman arabasında ve devlet dairelerinde.
Onunla en yoğun birlikteliğim, Özgürlük ve Mücadele Liderimiz Dr. Fazıl Küçük’le Cumhurbaşkan Muavinliği döneminde ve sonra da KKTC Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf R. Denktaş’ın dönemlerindeki dönemlere rastlar.
Hani zaman zaman bazı eski memurlar için derler ya...
“Filan adam, İngiliz terbiyesinde ve disiplininde yetişti” diye...
İşte merhum Ahmet Sami Topcan da, o dönemlerin nesli tükenenlerindendi.  Hükümetteki görevi, Kaza İdare Amirliği idi.  Kaza İdare Amirliği’nin karşılığı Kaymakamlık makamıdır esasında.
Hatırlıyorum...  Harekat’tan hemen sonra Denktaş Bey onu bölgeleri tarama, gözlemleme ve Kolordu ile istişare ederek ülkeyi biçimlendirme görevi vermişti.  Artık savaş bitmiş, sonra da ekonomik savaş başlamıştı.
O bağlamda ülkenin yapılaşması için sadece ekonomik değil, sosyal, idari,  kültürel ve fiziki çalışmalara da ihtiyaç vardı.  Bu maksat için Ahmet Sami Topcan harekat sonrasında saraya gelir, Denktaş Bey’e bilgiler verir, sonra da Girne’nin yolunu tutardı.  Tabii ki dönünce de raporunu yazıp ona sunardı.
O günlerde herkeste bir merak vardı.  Acaba Girne’de ve bütün yöresinde neler oluyor?  Memleketin manzaraları nasıldır?  Asker-sivil ilişkisi nasıl gelişiyor?
Harekatın ilk Girne Kaymakamı Sabri Tahir olmuştu.  Ahmet Sami Topcan ise Kaza İdare Amiri görevi yapıyordu.
O çalışma sürecinde İngiliz’deki disiplini neyse, KKTC döneminde de oydu.  Mesela yaz günlerinde sabahın 05.00’inde Sarayönü’nden geçseniz, o sessizlikte mahkeme binalarından gelen bir daktilo sesi duyardınız.  Daktiloyu “by-touch” kullanırdı.  On parmağını tuşların üzerinde göremezdiniz.  İngiliz’in hantal imperial marka daktilosunun önünde daktilo yazışı müthiş birşeydi.
Harekat sonrasındaki Girne dönüşünü dört gözle beklerdik.  Doktor çantası gibi bombeli çantası her zaman evrak doluydu.  Girne dönüşünde Denktaş Bey’in yanına girmeden bütün personel etrafını sarar ve onun ağzından çıkacak her kelimeyi ve her sözü dükkatle dinlerdik.
O günlerdeki gözlemlerinin bazılarını burada kaleme alamam askeri sır açısından.  Lakin etrafın savaş sonrasındaki perişanlığını, Dome Otel’deki Rum esirleri, bunun yanında EOKA’cıların bütün sahil boyunca yapmış oldukları ağır beton mevzileri ve kahraman Türk askerlerinin insanlıklarını anlatırdı bize.
Bir diğer deyişle o, bizim görmeyen gözümüz, duymayan kulağımızdı savaş sonrasında bilgi edinme açısından.
Ahmet Sami Topcan’ın yazı dizisini ben de kendi arşivim için makaslıyorum gazeteden.  Çünkü bildiğimi sandığım ama bilmediğim bazı noktalara rastladım.  Lakin yine de bu tür yazıları gençlerimizin okuması ve öğrenmesi lazım.
Bunun yanında yazılan belgesel kitaplar ve araştırma eserleri, gençlerimiz tarafından okunmalıdır.  Bazen ünivesitelerden Türkiyeli öğrenciler araştırma yapıp eski insanlarla mülakat yaparlar.  Ya bizim Kıbrıslı öğrencilerimiz...
Yani yeni nesiller belgelenen tarihi veya canlı tarihleri bulup çıkarmalı ve geleceğe ışık tutmalıdırlar diye düşünüyorum.
Tıpkı Topcan’ın arşivi gibi...