Geçen günkü “akaryakıt” kuyrukları bana eski benzin kuyruklarını hatırlattı...

            Ülkemizdeki ayaryakıt satışları, dağıtıcı iki firmaya bağlıdır. K-Pet ve Al-Pet’e.  Dövizdeki artış bu durumu yarattı maalesef.  Bu firmalar, “dövizin fırlamasını” neden göstererek akaryakıt satışını durdukları an, birden ülkede bir panik yaşandı. 

            Hani insan bazı şeyleri geç duyar ya...  Ben de o gün bu haberi geç duymuştum.  Lakin arabamın benzin ışığı kırmızı işaret verince ve benzinciye gitmeye karar verince böyle bir kuyrukla karşılaşmıştım.  O an kafamda şimşekler çakmıştı.  Ve o korkunç benzin kuyruğuna girmedim.

            “Herhalde millet benzine zam geleceğini öğrenince benzin stasyonlarına hücum etti” diye düşünmüştüm.

            Biraz sonra öğrenmiştim.  Benzine zam gelmedi de “dövize” zam geldi.  Akaryakıt firmalarının dövizin tırmanış nedeniyle satışı durduklarına dair açıklamaları öğrenilir öğrenilmez, işte o zaman benzin kuyrukları oluşmuş.

            Yine de düğüm çözülmüş...  Bakanlar Kurulu oturup karar alacak ve hem firmalar, hem de vatandaş rahat edecek.  Bu nedenle firmalar bir gün sonra akaryakıt dağımını gerçekleştirince, herkes rahat etti. Dolayısı ile ben de kendi arabamı doldurmuş oldum.

            Bütün dünyanın başında olan şu döviz meselesi, bizim de başımızda dönüp duruyor.  Dövize endeksli malların satışları, maalesef vatandaşın cebindeki parayı her gün azaltıyor.

            Yani bu bir sistem meselesidir.  Ekonominin sistemi...

            Hani zaman zaman derim ya, ekonomi domino taşlarına benzer diye.  Bu iş de domino taşı gibi birbirini etkileyen bir ekonomik sistemdir esasında yaşananlar.

            Petrol üreten ülkeler petrolü varille ve dövizle satıyorlar. Bütün dünya bunu böyle görmüş ve böyle kabul etmiş.  Bunun aksi olur mu?  Petrol açısından olmaz da, artık arabalara akü ve gaz sistemi gelmeye başlayınca, elbette durum değişecek.  Nitekim “hayatımıza elektrikle çalışan” arabalar girmeye başladı.   Sadece araçlar açısından olaya baktığımızda, bundan böyle arabaların elektrik sistemi ile çalışması geliştikçe petrol satışlarındaki düşüş de o zaman düşüşe geçecek.

            Bazen düşünüyorum... Belki bir gün insanoğlu öyle bir enerji deposu üretecek ve o enerji deposu, bir kibrit kurusu kadar kolay taşınır ve kolay kullanılır bir enerji maddesi olarak cebimize girecek.  Arabalar o enerji deposu  ile çalışacak belki de.  Yedek enerji deposu fazla yer tutmayacak.  Bunları yazıyoarum da, herhalde bizler o günleri göremeyeceğiz, ilerleyen yaşımız nedeniyle.  Her ne ise...

Çok da iyimser olmamak lazım.  Çünkü petrol, sadece araçlarda kullanılmıyor.  Bütün sanayi tesislerinde veya küçük işletmelerde kullanılıyor.  Zirai üretimde de akaryakıtın payı büyüktür.

            Geçen  gün yaşadığımız benzin kuyrukları bana 1963 olaylarında yaşadığımız “getto hayatımızı” hatırlattı.  Ne kadar zor günlerdi onlar?  Ne kadar zordur birisine bağımlı kalmak?

            O nedenle değil mi ki artık Rumlarla bir hayatı paylaşmak istemiyoruz.

            Malum 1963’te sınırlar telli örgülerle belirlenince, hayat durunca, Rumlar ilk somut ambargosunu koymuştu.  “Türklere benzin yok” demişti Rumlar.  Bunun yanında ilaçtan tutun da, yiyeceğe, maaşa, çeşitli üretim maddelerine ambargo koymuştu “dost” bildiğimiz düşmanlarımız.  Genel anlamda “Size hayat yok” demişti Rumlar.

            İnsan bu yoklukları yaşayıp görünce, daha bir olgunlaşıyor va acılarla yokluklara alışıyor, var olmak için.

            Rumlar maaşları ve herşeyi kesince, artık Türkiye’den gönderilen paralarla ayakta kalmaya başladık.  Hala daha o paralarla ayakta duruyor, çağdaş dünyaya ayak uyduruyoruz ve mutlu oluyoruz.

            1963’teki o zor günlerde meydana gelen petrol krizi, nelere mal oldu?  Küçük işletmeler çalışmalarını durdurdular.  Memurlar ve tüm serbest çalışan insanlar iş yerlerine artık bisikletleri ile gelip-gitmeye başladılar.  Özellikle tek motorlu memurlar için hayat daha da zordu.  Zavallı halk, araçlarındeki benzini idare ederek, ailelerini ancak ayda bir Girne Boğazı’na kadar götürebiliyorlardı, sırf benzin tasarrufu için.

            1968’den sonra, kapılar açılınca hayat kısmen normalleşmişti ama ambargolar devam ediyordu, şimdiki gibi.

            Dış ülkelere petrol satan bazı Arap ülkeleri petrola zam yapınca, dünyanın ekonomisinde deprem olur.  Bir patlama ve bir kriz başlar.  Tabii ki Türkiye de şu petrol krizlerinden nasibini almıştı zamanında.

            Türkiye demek, biz demek.  Yani Türkiye grip olunca bizler burada ansırmaya başlarız, anlayacağınız.  Tıpkı domino taşları gibi, bu durum da.  Türkiye bir olası dünya krizinden etkilenince, bu durum bize de yansıyor.

            Her zaman kullandığım bir ifade vardır...

            Türkiye, “BÜYÜK TÜRKİYE”dir diye.

            Artık Kuruluş Savaşı’ndan çıkan ekonomisi bozuk ve zor günler yaşayan Türkiye yok önümüzde.  Çağdaş dünyanın yükselen ülkeler listesinde üst sıralarda yerini alıyor.  Ekonomisi ile, harp sanayii, otomotiv ve daha nice üretimle.  Bunlara bir de Karadeniz ve çeşitli yörelerdeki doğal gaz rezervleriyle zenginlikleri katılınca durum daha bir umut verici oluyor.  Türkiye artık grip olmuyor ve biz de ansırmıyoruz.

            Yani anlayacağınız...  İki gün önce yaşanan petrol krizi ve benzin kuyrukları nedense bana eski benzin kuyruklarını ve dünyadaki petrol krizlerini anımsattı.