Merhaba sevgili Vatan okuyucuları. Hepinize iyi bir hafta dileyerek İstanbul gezimize  onbeşinci  haftada  kaldığımız  yerden devam ediyoruz.  

ESKİ DOSTLARI ZİYARET
İstanbulda uzun yıllar önces dost olduğumuz kişiler vardır. vardır. Son gidişimde onları da ziyaret etmek istedim. Bunlardan birisi Leyla Yönten Buran ve ailesiydi. Leyla benim ilk öğrencimdir ve 1972 yılından kalma bir aile dostluğumuz vardır. Kendileri Budapeştede olduğundan maalesef görüşmemiz mümkün olmadı. İnşallah başka sefere…

EŞREF DÜŞENKALKAR- SON YOLCULUK
Diğer bir dostumuz Eşref Düşenkalkar ve ailesidir.  Onları da 1972 yılından beri tanırım. Bir ara Kıbrısta yaşadılar . Sonra tekrar İstanbula yerleştiler. O zamandan beridir kendilerini görmemiştik. Bu sefer kendilerini ziyaret etme fırsatımız oldu ama Eşref abimiz hastanede yoğun bakımda olduğundan kendisini göremedik. İyilik haberini beklerken ne acıdır ki cumartesi günü aramızdan ayrıldığı haberini aldık.  İşte hayat bu, kimi ne zaman kaybedeceğimiz belli değil, bu nedenle tanıdıklarınızı, dostlarınızı, akrabalarınızı görmeyi ertelemeyin.
Eşref Düşenkalkar  kendisini tanıma fırsatı bulan herkesin sevip saydığı bir kişiydi. Ben onu tanıma fırsatı bulduğum için kendimi şanslı sayıyorum. Son yolculuğunu tamamlamak üzere buraya getirilen Eşref abimizi bugün öğle namazından sonra  toprağa vereceğiz. Allah rahmet eylesin, toprağı bol olsun. Ailesine ve tüm sevenleine sabır ve başsağlığı diliyorum.

KADIN TAKSİ ŞOFÖRÜ
Türk filmlerinde birçok kez izledim. Kocası ölen kadın, kocasından boşanıp bir işe girmeye karar veren  kadın veya başka bir sebepten dolayı taksiciliği meslek olarak seçen kadın. Yüzlerce defa taksiyle yolculuk yaptığım halde hiç karşılaşmamıştım. Son İstanbul gezimde tesadüfler karşıma bir kadın taksici çıkardı.  “Bu da önemli bir şeymi, bu devirde neresi ilginç, yazılacak başka yazı mı kalmadı” diyebilirsiniz. Ama işin ilginç kısmı sadece kadın taksici değil. 
Bir gün önce aynı yolculuğu başka bir taksiyle (erkek sürücü) 25 TL ye yapmıştım.   Yol bölünmüş yoldu ve yolun karşısına taksiyle geçmek için yaklaşık bir kilometre ilerdeki yonca kavşağını kullanmak gerekiyordu. Ertesi gün kadın taksici beni ikaz etti: “Yolun karşısına geçmek için  yaya üst geçidini kullanırsanız, taksi çok daha hesaplı gelir”  Aynı yere daha hesaplı gitmeye kim itiraz eder ki?” Bu şekilde taksi yolculuğu 15 TL’ye gelmişti.
Yani kadın şoför, beni biraz daha dolaştırıp 25 TL almak yerine, alternatifbir yol önerip 15 TL ye razı olmuştu. Özellikle İstanbulda, şimdiye kadar hiçbir erkek taksi şoförünün  bu şekilde hizmet verdiğini görmedim. Kadın şoförler çoğaldıkça, taşımacılık da daha disiplinli olacaktır.

İSTANBULKART TUVALETTE DE GEÇERLİDİR
İstanbul bizim öğrenci olduğumuz yıllara göre en az on kat büyümüş. Yeni semtler kurulmuş, buralara ulaşmak için yeni yollar yapılmış, yeni ulaşım vasıtaları sağlanmıştır.  İlk boğaz köprüsü 1973 yılında hizmete açılmıştı, bugün 3 tane boğaziçi köprüsü ve onlara ek olarak boğazın altından istanbulun iki yakasını birleştiren birçok güzergah var.  O zamanki tarihi Tepebaşı – Karaköy tüneline ilave olarak istanbulun birçok yerine tünel açılmış durumda. Maçka-Taşkışla arasında teleferik var.  Bir havaalanına karşı bugün 3 tane havaalanı var. Ayrıca o zamanki otobüs / troleybüs ve banliyö trenlerine ek olarak bugün metrobüs ve metro hatları var. Bu kadar çeşitli ulaşım araçları , insanların gidecekleri yere daha kolay gitmelerini sağlamak için yapılmış ama, vasıta veya hat değiştirmek zorunda kalan vatamdaşların ne duruma düşeceklerini düşünebiliyor musunuz? Örneğin  İstanbulun bir yerinden diğer yerine giderken  metrodan inip metrobüse binmek zorunda kalabilirsiniz. Hatta bu da yetmeyebilir,  bir metro hattından dğer metro hattına geçme ihtiyacını hissedebilirsiniz. Böyle bir durumu hergün yaşamak durumunda olanlar bulunabilir. Peki bu insanlar sürekli olarak bu hatlar için bilet mi alıp ceplerine dolduracaklar?
İstanbul belediyesi bu soruna çok güzel bir çözüm bulmuş. İstanbulkart denilen bir kart geliştirmiş. Bu  kartı metroda, metrobüste, tramvayda, tünelde, otobüste kullanabiliyorsunuz. Kartı önceden doldurup, bilet ihtiyacı hissetmeden bütün İstanbulu dolaşabilirsiniz. Hatta çok önemli bir yerde daha bu kartı kullanabilirsiniz. Örneğin metro istasyonunda sıkıştınız. Ihtiyacınızı gidermek için  tuvaleti de buldunuz. Tuvaletin kapısında da bir görevli yok. İnsansız kontrol. Madeni parayı atıp içeriye giriyorsunuz ama cebinizde 1 TL bozuk para yok. İşte o anda İstanbulkart imdadınıza yetişiyor. Kartı okutarak bariyeri geçip tuvalete girebiliyrosunuz. Bizden hatırlatması

RAMAZANIN GAYESİ NEDİR  
Ramazan ayı tüm islam alemi için çok önemli ve kutsal bir aydır. Herkes oruç tutarak ibadet eder. İçki içenler ramazan ayında içkiyi değil ağzına, eline bile almaz. Kumarcılar kumara ara verir. Kısaca ibadet edip, günahlarından arınmak isterler. Ramazan kurallarına göre hali vakti yerinde olanlar, muhtaç durumdakilere yardım ederler. Bunlar hem dini kurallar hem de yerleşmiş adetlerdir.
Geçtiğimiz hafta İsanbulda iken ramazan hazırlıklarının başladığını gördüm. TV, gazete ve radyolarda da ramazanla ilgili reklamlar başlamış durumda. Bir restorantta, ramazanla ilgili bir reklam broşürü gördüm. Restorantta herkesin servis tabağının altında bu broşürlerden var. Bir göz attım, hayretler içinde kaldım.  Türkiyede asgari ücret günlük olarak 80 TL civarında.  Bir iftar yemeği de -  ramazana özel fiyatla -  kişi başı 82 TL. Yani  dört kişilik bir ailenin reisi günde 80 TL kazanıyorsa, ailesiyle bir iftar yemeğine gidebilmek için  4 gün çalışmak zorunda. Kısacası hayal ötesi bir durum.  Demek ki bu ramazan hazırlıkları, muhtaç insanlara göre değil. Varlıklı insanlara göre. Bunun sonucu olarak da amaç,  muhtaçlara yardım etmek yerine, zenginlere hizmet edip  normal zamandan daha fazla para kazanmak. Peki, bunun için ramazana ihtiyaç var mı? Asırlardır devam eden bir yardımlaşma geleneği, dini inançlar, artık ortada yok, yerlerini daha kazançlı ticaret yöntemleri almış.

ESKİ RAMAZANLARA BİR YOLCULUK
Böylece ramazan konusuna girmiş olduk ve artık eski ramazanların olmadığını hatırlamış olduk. Peki, eskiden ramazanlar nasıldı. Tabii herkesin hatırladığı ramazan farklı. Kimisi on sene öncekini, kimisi 50 sene öncesini hatırlar. Ben burada,  bundan 60 sene önceye ait hatırladığım ramazanlardan bahsedeceğim.
Evimiz Laptada aşağı caminin hemen yanındaydı. Ramazanlarda  teravih namazları bu camide kılınır, iftardan sonra köyün genç erkekleri minarenin şerefesine çıkar sırayla  sela okurlardı. İftar topu, caminin avlusunda patlatılırdı. Ben 5-6 yaşından itibaren ramazan topunun nasıl hazırlandığını, nasıl patlatıldığını seyrederdim. Topun hazırlanıp patlatılmasından komşumuz Zihni dayı sorumluydu. Zihni dayı, aşağı mahalledeki Türk kahvesini işletirdi.  Kahvesi köy meydanındaydı. Onun yerini tarif etmek için  “Lapta- Karava – Zihni’nin kahve” sözcüğü kullanılırdı. Aynı zamanda “Sinar Kahvesi” markasıyla tanınan kurukahvenin imalatçısıydı.

İftar saatinden bir-birbuçuk saat önce, ramazan topu doldurulmaya başlanırdı. Bu amaçla kullanılabilecek olan birkaç tane top vardı. Büyüğünün boyu bir metre, çapı  25 cm civarındaydı. En küçüğü yaklaşık 30 cm boyunda ve 10 cm çapındaydı. Büyük topu doldururken 2-3 kişi çalışırdı.  Zihni dayı topu dolduranları ve doldurma işini idare ederdi. Topun doldurulmasında en fazla Hasan Aşkarın  çalıştığını hatırlarım. Çalıştı derken, karşılığında bişey ödenmezdi. Tamamen gönüllülük esasına göre bir çalışmaydı.  Top, ağzı yukarı bakacak şekilde  diklemesine yere oturtulur ve bir kişi topu tutar, devrilmesini engellerdi. İkinci kişi, topun ağzına topak yapılmış çimento torbalarını sokar, üzerine de liveri dediğimiz  topun ağzına uygun çapta bir demiri bu kağıdın üzerine bastırır ve sıkısıkıya tutardı. Üçüncü kişi de eline matsayı (balyoz) alır, bu demirin üzerine habire vurarak, topak yapılmış çimento torbasının topun dibine doğru gitmesini sağlardı. Kağıt topun dibine gidince, ikinci bir kağıt topak hale getirilip aynı şekilde topun dibine gönderilirdi Bu şekilde topun göbeğindeki delik tıka basa kağıtla dolmuş olurdu.  Sonra top, yatayla küçük bir açı yapacak şekilde yere yerleştirilirdi. Bu sırada, topun alt tarafında  bir cm çapında bulunan küçük deliğin, havaya bakacak şekilde olmasına dikkat edilirdi. Bu vaziyete getirilen topun üzerindeki bu küçük deliğe barut doldurulur daha sonra deliğin ağzından dışarı doğru  ince bir fitil  ya da gazyağına batırılmış bir kumaş parçası uzatılırdı. İftar saati geldiğinde Zihni dayı bu fitili çakmak veya kibritle ateşleyip  ramazan topunu patlatır, orucun bittiğini ilan ederdi.
Fitil tamamen yanıp barut ateşleninceye kadar Zihni dayı uzaklaşacak zamanı ancak bulurdu. Fitilin yanmasıyla birlikte barut inflak eder, topun içine sıkıştırılmış kağıtlar müthiş bir gümbürtüyle savrulur, 50 metre kadar ileriye, bizim ağaçların üzerine düşerdi. Bir ay boyunca bu kağıt parçalarının üzerine savrulduğu ağaç hastalanır, bir sene sonraki ramazana kadar ancak iyileşirdi.
Bir seferinde  ramazan topu patlamış, parça parça olmuştu. Gelecek hafta geçmiş zamanlardaki ramazan yolculuğuna devam etmek umuduyla herkese iyi bir hafta dilerim.