Merhaba sevgili Vatan okuyucuları. Hepinize iyi bir hafta dileyerek    onaltıncı  haftada  kaldığımız  yerden devam ediyoruz.     

DÜNYANIN ÖTEKİ UCUNA BİR YOLCULUK

İlk temaslar 2017 yılının Mayıs ayında başlamıştı. Singapurdaki XXI. Uluslararası İş Sağlığı ve Güvenliği Kongresinden gelen davet mektubuna cevap vermemiştim ama, bir ay sonra bir davet daha gelince konuyu düşünmeye başladım. Davette, kriterlere uyan çeşitli ülkelerdeki kişilerin konaklama veya yolculuk masraflarının ödeneceği yazıyordu. Temmuz ayının ortasına doğru cevap yazarak seyahat ve konaklama giderleri ödendiği taktirde kongreye katılabileceğimi bildirdim. Olumlu cevap beklemiyordum ama, bir hafta sonra masraflarmın  ödeneceği, kayıt ücretini de almayacakları  ve beni kongrede görmek istediklerini bildiren cevapları geldi. Ayrıca zamanın çok azaldığını, acilen pasaportumun kopyasını göndermem gerektiğini bildiriyorulardı. Larnakadan uçmak seyahati en az 2-3 saat kısaltacaktı. Buna rağmen KKTC pasaportu ve TC pasaportu almak için temaslara başladım. KKTC pasaportunun acil durumlarda bir gün içinde verilebileceği biilgisini aldım. Ama TC pasaportunda maalesef sorun çıktı. Elçilik görevlisi: “Bizde acil iş olmaz. Başvuruyu yaparsınız, gönderir, pasaportun gelmesini bekleriz. Bir Aydan önce de gelmez’ deyince başka seçeneğimiz kalmamıştı.
Süresi biten Kıbrıs pasaportumu verip acilen uzatılmasını istedim. Aynı gün pasaportu verdiler.
Elektronik biletlerimiz geldi. Kongre 3 Eylülde başlıyordu. Bir gün önceden eşimle yola çıktık. Aradaki 5 saatlik  zaman farkı giderken yararımıza olacak, kongreye zamanında yetişmemizi sağlayacaktı.  Larnakadan kalkan Katar  havayolları uçağı  Katarın başkenti Doha havaalanına indiği zaman geceyarısı olmuştu. Havaalanına indiğimiz anda mütjiş bir asfalt kokusu genzimizi yaktı. Pistte yeni asfalt mı dökülmüştü, yoksa  doğanın araplara lütfettiği  ham petrolün kokusu muydu anlamadık. Birkaç saat burada kalacağımız için havaalanını biraz gezip görelim dedik.
Havaalanı muhteşemdi. Duty free shopları, kafeteryaları, iç dekorasyonu tam anlamıyla  insanı rahatlatıyordu. Hareket saatini beklerken geçirdiğimiz kısa süre içerisinde hatırımızda kalanların başlıcaları, fiyatların yüksekliği,  terminal binası içinde sigara içme odaları, kadın tuvaletleriyle erkek tuvaletlerinin birbiriyle uzak bir mesafede bulunmalarıydı. Bir şişe su 4.5 euro civarındaydı. Terminal binası o kadar büyüktü ki,   yolcuları  çıkış kapılarına taşımak için vasıtalar çalışıyordu. 
Singapura indiğimiz zaman hemen singapur parası bulamayabiliriz düşüncesiyle terminal binasındaki bir döviz bürosuna gittik.

SATTIĞI FİYATTAN GERİ ALIYOR
Görevli kadına bir miktar euro verip singapur doları  alacaüğımızı, birkaç gün sonra geri döneceğimiz için  fazla miktarda Singapur doları almak istemediğimizi söyledik.  Görevli: “Hiç merak etmeyin, eğer hepsini tüketemezseniz, dönüşün gelin.. Size verdiğimiz makbuzu da getirin, artan Singapur paralarını size sattığımız fiyattan geri alırız. Bu uygulamayı bizdeki durumla karşılaştırdım. Döviz alış verişinde böyle bir garanti verebilecek olan döviz büromuz varmı?
2 Eylül 2017 de saat 02.30 civarında uçak Katarın başkenti Doha’dan havalandı.  Uzun ama rahat bir yolculuktan sonra  Singapura indiğimizde saatler  16.03  ü gösteriyordu. Kıbrıs - Singapur yolculuğu, süre açısından neredeyse İstanbul -New York gidiş dönüş yolculuğuna eşitti.  Saat 18 de, otelin  minibüsü havalanından otele hareket etmişti. Buradaki hava alanının da Doha havaalanından aşağı kalır tarafı yoktu. 3 Terminal binası arasında  tren ve minibüslerle yolculuk yapılabiliyordu. Havaalanından çıkar çıkmaz etrafın yeşilliğini fark etmemek mümkün değil. Kaldırımlar, köprüler, üst geçitler, meydanlar, hatta binaların damlarına bile ağaçlar ekilmiş ve kurumuyor. Bu da tropikal iklimin bir sonucu olsa gerek. Hava sıcak ama sürekli yağışlı. Ne ekseniz tutuyor.
Otele saat 18.30 civarında varmıştık.  Otel 18 veya 20 katlı bir binaydı. Dördüncü veya beşinci katında yüzme havuzu, bir üst katıında da spor  ve masaj salonu vardı. Şehrin merkezi yerindeydi. Kaldığımız odanın doğu penceresinden bakınca  bir cami, batı penceresinden bakınca bir kilise görüyorduk. Ama kentin en önemli binası, kulelerin üzerinde oturan tepesine gemi  şekli verilmiş büyük bir oteldi. Önemli bir ayrıntı, dünyanın bu ucunda da bir Türk kahvehanesi bulmamızdı..
Haftaya Singapuru daha iyi tanıyacağız.

ESKİ RAMAZANLARA BİR YOLCULUK
Geçtiğimiz hafta Lapta’da Ramazan topunun nasıl hazırlandığını anlatıyorduk. Bir seferinde top doldurulmuş, yere yatırılmış, Zihni dayı barutu doldurmuş, fitili ateşlemiş ve topun yanından uzaklaşmaya çalışıyordu. O gün, orta boy top hazırlanmıştı. Zihni dayı fitili ateşledikten sonra arkasını dönmüş, hızlıca uzaklaşmaya çalışıyordu.  Aniden müthiş bir gümbürtü duyuldu. Bu alışılmış bir durum değildi. Hem zamanından önce hem de çok farklı bir gürültü çıkmıştı. Zihni dayı gayrı ihtiyari  başını eğmiş, bir taraftan da yüzünü topa doğru döndürerek durumu kavramaya çalışıyordu. Bu hareketi onun hayatnı kurtarmıştı.
Ben de dahil olmak üzere, topun nasıl patladığını seyretmek için gelen çocuklar saklanmış vaziyette durumu izliyorduk. Ramazan topu patlamış ama topun kendisi 3 parça olmuştu.  Bunların içinden bir tanesi havaya fırlamış, Zihni dayının başının üstünden uçarak beş-altı metre gerideki asfaltın üzerine düşmüştü. Bu sadece benim değil, Zihni dayının yaşamı boyunca sadece bir defa gerçekleşmiş olan bir olaydı. Muhtemelen yıllar boyu doldurulup patlatılan, belki de yerlere düşürülüp veya yuvarlanan topun içinde görünmeyen çatlaklar meydana gelmiş ve en sonunda bu çatlaklar boyunca parçalanmıştı. Herkese iyi ramazanlar diliyorum

 
GÜNDÜZ GÖZÜYLE  BİR YOLCULUK

1972 yılıydı. Üniversitede güz dönemi sınavları sona ermiş, dersler henüz başlamamıştı. Bu boşluktan yararlanıp Aydın’daki ablamı ziyarete gitmeye karar verdim. O dönemde İstanbul Aydın arasında sefer yapan üç otobüs şirketi vardı.: Köseoğlu, Pamukkale ve Aydın Turizm. Birkaç ay önce internette gördüğüm bir habere göre Pamukkale konkordato ilan etmiş Akşama Aydın’a varmak üzere, etrafı iyice görebilmek için sabah otobüsüyle yola   çıktım. O dönemde bölünmüş yollar azdı.  Gidiş – geliş birçok yerde aynı yol üzerinden yapılıyordu. Bölünmüş yol yapım çalışması devam ediyordu.  Yolun sol tarafında bulunan , 3-4 metre genişliğinde  bir hendeğin diğer tarafına iki şerit ekleme çalışması sürüyordu. Mevsim sonbahardı ve akşamdan hafifçe serpiştiren yağmur, asfaltı ıslatmış, kaygan hale getirmişti. Otobüsün ön kısmında, sağ tarafta, 3. veya 4. sıradaydım. Önümüzde bir kamyon gidiyordu. Bir kavşağa gelmiştik, kamyon sol tarafa giden yola döndü, Ama şoför dikkat etmemiş olacak ki, tam o sırada karşıdan gelmekte olan bir salon arabanın arka tarafına çarptı.  Çarpmanın etkisiyle salon arabanın ön tarafı bizim otobüse doğru döndü ve hızla üzerimize gelemeye başladı. Oturduğum yerden olayı gayet net bir şekilde görüyordum. Salon arabanın kapısı açıldı, içinden bir kadın kendini arabanın dışına attı.  Araba hızla gelip bizim otobüsün arka tekerleğine çarparken, arabadan atlayan kadın da asfaltın üzerinde yuvarlana yuvarlana gelip otobüsün altına girdi.  Bu arada öndeki kamyon sol taraftaki yola sapmış, ters tarafa doğru  elli metre kadar  giderek yolun kenarına park etmişti. Bizim otobüsün şoförü de durumu çabuk kavramış, frene basıp durmuştu. Tam bu sırada Ankara yönünden gelen bir akaryakıt tankeri, yolun içindeki salon aracı geç farkedip aniden frene basınca, kaygan asfaltın üzerinde kayıp  yolun solundaki hendeğe düştü, birkaç takla atıp  yeni yapılmakta olan yolun içine  çıktı, gerisin geri dönüp, yüzü Ankaraya dönmüş vaziyete geldi ama, geri geri İstanbul yönüe doğru kaymaya devam etti. O sırada, yolun kenarında durmakta olan kazaya sebebiyet veren kamyonun arka tarafına çarpıp durdu.
Yolcular artık arabalarda  ve otobüslerde beklemekten usanmış, yağmur da yağmadığından herkes aşağıya inmişti. Tüm gözler Son olarak kaza yapıp yuvarlana yuvarlana ters dönen ve ilk kazayı yapan kamyona çarpan tankere çevrilmişti. Tankerin şoförü kendinden emin bir şekilde aşağıya indi, Tankerin kapısını kapattı, sonra geri geri giderek çarptığı kamyona baktı ve hiddetli bir şekilde: “Bu kamyon kimin, duracak başka bir yer bulamadı mı?”diye bağırmaya başladı. Anlaşılan adam direksiyon başında uyuyordu.
Yolcular kendi aralarında olayı tartışıyordu. Ben olayı yavaş çekimle hazırlanan bir film gibi seyretmiştim. Yolculardan biri “Olay nasıl oldu acaba?”  diye sorunca hiç ikiletmedim: ‘Kabahat kamyon şoföründe, hiç beklemeden ve işaret dahi vermeden,  sola dönüş yaptı, salon araca çarptı” dedim. Bunun üzerine orada bulunanlar arasından sarı saçlı, mavi gözlü, kısa boylu, hafif kalın yapılı, ön  dişlerinden 2 tanesi eksik 45 yaşlarında bir adam “demek kabahatli olan kamyon şoförü, öyle mi?” diye sordu. Ben “evet’ deyince yürüyüp gitti. Sonradan, kamyon şoförünün o adam  olduğunu öğrenecektim.
Trafik iki yönlü felç olmuştu. Uzun bir süre bekledik. Bu yoğun trafikte ambulansın olay yerine ulaşabilmesi yarım saati geçmişti. Salon aracın şoförünü de, arabadan atlayan kadını da alıp götürdüler. Polis yolu açtığında neredeyse öğlen olmuştu ama yola devam edemeyecektik. Polis ifade almak için bizim otobüsteki  bütün yolcuları ve şoförü, tanık olarak otobüsle birlikte Tuzla Emniyet Müdürlüğüne götürdü.
Devamını haftaya paylaşmak  dileğiyle.