Merhaba sevgili Vatan okuyucuları. Hepinize iyi bir hafta dileyerek    onyedinci  haftada  kaldığımız  yerden devam ediyoruz.     

DÜNYANIN ÖTEKİ UCUNA BİR YOLCULUK

Singapur ekvator çizgisinin  1 kuzeyinde yer alan, yüzölçümü 700 Kmve nüfusu 5 milyon civarında olan ve kent devlet durumunda bir ülkedir. Tropikal iklim hakimdir. Hava her zaman sıcak ve yağışlıdır. Civardaki ülkeler arasında ekonomik açıdan en ileri durumda olanıdır. Birçok ülkeden insanlar çalışmak için buraya gelmektedir.  Nüfus çok karışıktır ve birçok dinden insanlar bir arada yaşamaktadır.  Orada tanıştığım bir işçi bana Singapuru ve Singapur halkını nasıl bulduğumu sormuştu. Cevap vermeden önce bir düşündüm:
İnsanlar genellikle kısa boylu. Mağazalarda gördüğümüz en büyük giysiler, medium beden idi. Hiç yüksek sesle konuşan bir Singapurlu görmedim. Çok alçak sesle konuşurlar. Boyları da kısa olduğundan çoğu defa ne dediklerini duymak için eğilmek zorunda kalıyordum. Kentin çeşitli yerlerinde başka ülkelerden gelenlerin kümelendiği bölgeler oluşmuş. “Küçük Hindistan”, “Küçük Çin” ve benzeri  alanlar.  Yani dini ve etnik açıdan farklı gruplar yaşamakta   Bunları aklımdan  geçirdikten sonra cevap verdim: “Aynı Kıbrıs gibi. Hristiyanlarla müslümanlar karışık yaşıyor” diye cevap verdim. Karşımdaki: “Yooook” dedi. “Karışık oldukları doğru. Ama biz kavga etmiyoruz. Ülkemiz çok küçük. Kavga ederek onu daha da küçültmek istemiyoruz”. Bunu yüksek seviyede bir görevlinin değil de bir işçinin söylemiş olması, ifadenin ağırlığını daha da arttırıyordu.
Kongre, ülkenin sembolü durumundaki büyük bir otelin  yanındaki kongre binasında yapılıyordu. İkiz durumdaki kulelerin üzerine yapılmış gemi şeklindeki bir bina. Otelin altındaki su kanallarında  gondollar turistleri gezdiriyordu. Kanalların iki tarafı da alışveriş merkezi şeklindeydi. Kongre, binanın ilk 6 katında yer alıyordu.  Fırsat buldukça kongre binasından çıkar, buraları dolaşırdık.
Geçenlerde TV’de gördüğümüz bir haberde, Singapur havaalanına suni bir şelale yapılmış. Tavandan aşağıya doğru akıtılan sular, görsel bir zenginlik kazandırmış. Ama bu haber beni şaşırtmadı. Çünkü benzeri bir uygulama, burada bahsettiğim alışveriş merkezinde de vardı.
Singapurda beş gün kaldık, kongre dışında sadece bir gün zaman harcayabildik. Etrafı fazla dolaşamadık ama gördüklerimiz ülkenin  ekonomik, sosyal , kültürel , coğrafi ve diğer açılardan  seviyesini değerlendirmemiz açısından bize önemli bilgiler sağlamaya yetmişti. Yemekleri bize çok yabancıydı. Tatlı patates kızartması, sarı karpuz, tam pişirilmeden yenen etler… bunlar  bize yabancı olan ayrıca hoşumuza gitmeyen lezzetlerdi. Kongrenin ilk gecesi otele vardığımız zaman ortalık kararmıştı. Hem etrafı dolaşmak hem de yemek yiyecek bir yer bulmak için dışarı çıktık. Otelin çevresinde küçük küçük restorantlar, büfeler, pizzacılar vardı. Biraz dolaştık. Bu arada ilginç bir müzeye rastgeldik. Kamera müzesi. İçerde muhtemelen çeşitli model kameralar vardı. İçeri girmedik ama ilginç olan müzenin kendisiydi. Çünkü binaya, bir kamera görüntüsü verilmişti. Otelden fazla uzaklaşmadan küçük bir restorana oturduk. Menüyü aldık, tanıdık bir yemek bulamadık. Rastgele bir yemek seçip bir porsiyon sipariş verdik. Beğenirsek bir tane daha sipariş vermek kolaydı ama beğenmediğimiz taktirde iade edemezdik. Nitekim gelen yemeği yiyemedik. Biftekle hamburger arası bir yiyecekti ama üzerinden neredeyse kanlar akıyordu. Yanındaki patatesleri paylaştık, eti yemeden kalktık. O geceyi öyle geçirdik ve ertesi sabah kahvaltı salonuna ilk girenlerden biri bizdik.
Açık büfe olarak hizmet veren bir kahvaltı salonuydu. Ortada çeşitli peynirler, yağlar, ekmekler, haşlanmış, kızartılmış veya omlet olarak yunulan yumurta çeşitleri. Kahvaltı salonuna, odayı açmak için kullandığımız kartı kullanarak giriyorduk. Burada öğrendiğimiz ilginç bir gelenek, Singapurluların soğuk su içmedikleriydi. Büfede bulunan sular ılıktı. İsteyen buz alıp ılık suya ekleyerek soğuturdu.
Kahvaltıdan sonra kongre salonuna nasıl gideceğimizi araştırdık. Oteldeki resepsiyonist, iki önemli alternatiftenbahsetti. Otobüs veya  taksi. Taksi fiyatları da çok ilginçti. Günün belirli saatlerinde taksilerden vergi alınmıyordu. Bu saatlerde taksi fiyatı, otobüs fiyatından daha ucuzdu. Otelden kongre salonuna taksiyle beş dakika sürüyordu. Bu mesafeyi taksiyle bazan 7 bazan da 13 singapur dolarına girmiştik.
Kongrenin birinci günü 20 değişik kayıt noktasında yapılan kayıtlar gün boyu sürdü. O kadar kalabalıktı. İrlandadan, Kanadadan, Endonezyadan, Çinden, Türkiyeden, çeşitli Avrupa ülkelerinden insanlarla tanıştık. Açılışta o bölgede yer alan önemli devletlerden başbakan veya  bakan  statüsünde kişilerle uluslararası örgütlerden (ILO, ISSA v.s.) temsilciler  konuşmalar yaptı.

İŞ KAZALARINDAN SORUMLU BENİM

Singapur İnsan Kaynakları Bakanı konuşmasında”İş kazalarının sorumlusu benim, Çünkü ben bir bakanım, yani yöneticiyim, aynı zamanda işverenim ve bunlara ek olarak çalışan birsiyim. İş kazalarından herkes sorumludur” dedi . Kongrede önemli bir husus, “sıfır vizyon”  kriteri idi. Tüm iş kazalarının ve meslek hastalıklarının ortadan kaldırılması vizyon olarak seçilmişti. Kongrenin düzenlendiği binanın zemin katı, fuar alanı olarak hizmet veriyordu Ayrıca kongreyle ilgili çeşitli seminreler, basın toplantıları v.s. de  burada yer alıyordu. Fuarda  dünyanın dört bir tarafından üniversiteler, iş sağlığı ve güvenliği konusunda ürün, hizmet ve yazılım temin eden firmalar, IOSH, NEBOSH gibi  uluslararası İş Sağlığı ve Güvenliği kuruluşları , çeşitli İş Sağlığı ve Güvenliği malzemeleri yer alıyordu. Yenilik olarak insan takip sistemi olarak   hizmet veren ve aynı zamanda   tehlikeli gazların atmosferdeki oranını ölçen bir cihaz ile yük taşımak amacıyla geliştirilmiş olan bir robot dikkatimi çekmişti.

GÜNDE 24 SAAT ÇALIŞIR. FAZLA MESAİ İSTEMEZ, HATTA MAAŞ BİLE İSTEMEZ
İnsanların 8 saatten fazla çalıştırılmasının sorun olması, çalışanlara sürekli olarak ücret ödenmek durumunda kalınması, ağır yükleri bir kişini taşımasına izin verilmemesi  ve ağır yük taşıyan insanları sürekli olarak sağlık kontrolundan geçirmenin zorunlu olduğu  ve buna rağmen olumsuz etkilenmeleri nedeniyle  imalatçılar bu ekipmanı geliştirmiş. Ekipman bir baskül şeklinde ve büyüklüğünde bir cihazdır.  Bir insanın en fazla bir  torba çimento taşımasına izin verilirken bu ekipman 4 torba çimentoyu yani 200 Kg yükü taşıyabilecek kapasitededir. Üzerine yük konduktan sonra makinaya bu yükü nereye götürmesi  gerektiği talimatı verilir ( Önceden belirlenmiş numaralar, lokasyonlar veya koordinatlar makinaya bildirilerek).  Sabahleyin  fuarı gezip firmaların temsilcileriyle tanıştık. Öğle yemeğinden sonra Singapuru biraz tanıyalım diyerek dışarı çıktık. Singapurun botanik bahçesinin  meşhur olduğunu duymuştuk. Bir taksiye atlayıp soluğu orada aldık.
Singapur Botanik bahçesi  UNESCO Kültürel Miras Komitesinin  4 Temmuz 2015 tarihinde yaptığı tıoplantıda Dünya Kültürel Miras listesine dahil edilmiş.  Yaklaşık 160 yaşındadır. Bahçeye giriş ücretsizdir, ancak içeride Orkide bahçesine 5 Singapur doları ödeyerek girilmektedir. Sabah saat 05 te açılmakta  ve geceyarısı 24.00 te kapanmaktadır ki bu özelliğiyle  dünyada tektir.
82 Hektar arazi üzerinde kurulu olup 10 000 den fazla flora çeşidi barındırmaktadır.  Yılda 4.5 milyon kişi burayı ziyaret etmektedir.
Bahçenin içerisinde orkide bahçesine ek olarak yağmur ormanları, zencefil bahçeleri,  çeşitli heykeller, şelaleler,  ve etkinliklerin yapıldığı mekanlar bulunmaktadır.  Ayrıca Singapura özgü hediyelikler ve Botanik Bahçesine ait çeşitli ürünler ve resimler satılmaktadır. Tabii Singapurun her tarafında olduğu gibi burada fiyatlar bizim harcama kapasitemize göre son derece yüksek. Bir paket patates cipsinin singapurda yaklaşık 4 Amerikan dolarına satıldığını söylersek fiyatların hangi mertebede olduğu daha kolay anlaşılabilmektedir. Aynı marka çips bizde 1 dolardan daha ucuzdur.
Bu hafta sayfaya geçmiş 17 bölüme nazaran biraz fazla resim yerleştirdim. Sebebi  Singapuru daha kolay tanıtmak içindir. Çünkü bazı resimleri anlatabilmek için sayfalar dolusu yazı yazmak gerekebilir. Haftaya Singapurda yaşadıklarımızı, gördüklerimizi yazmaya devam etmek ümidiyle

GÜNDÜZ GÖZÜYLE  BİR YOLCULUK

İstanbuldan Aydına gitmek için sabah otobüsüyle yola çıkmıştım. Amacım, etrafı gündüz gözüyle görmekti. Ancak Tuzla yakınlarında meydana gelen kaza nedeniyle otobüsteki bütün yolcuları Tuzla emniyet müdürlüğüne götürmüşlerdi. İfade alma işi bittiği zaman  güneş bayağı alçalmıştı. Herkes koltuklarına oturdu, otobüs Aydına doğru yola çıktı. Yolculuk sırasında etrafı görmek kısmet olmamıştı. Bu ifade alma işlemi sırasında yolcular birbirleriyle konuşma olanağı bulmuş, bazıları sammiyet kurmuştu. Benim 2 koltuk önümde bir cami hocası oturuyordu. Onun arkasında , yani benim önümdeki yolcu araba yola çıkar çıkmaz sigarasını yaktı. O zaman şehirlerarası otobüslerde sigara içmek yasak değildi. Cami hocasının bu işe canı sıkıldı. Dumandan rahatsız olduğu belliydi. Fazla beklemeden söylenmeye başladı: “Bütün gündür o mereti içine çekiyorsun. Bari otobüste ciğerlerin rahat etsin” Deyince adam çok farklı bir telden çalmaya başladı: “Hoca, hoca ; sen sabahleyin o petrol tankerinin nasıl yuvarlanıp yolun karşısına geçtiğini gördün mü?” Hoca: “Yok görmedim, ben o saat kestiriyordum” demesin mi?
Sigara içen adamın beklediği cevap  tam bu olmalıydı. “ Zaten anlamıştım hoca. Eğer sen o tankerin yuvarlandığını görseydin, değil  sigara, esrar bile içerdin, esrar” deyince hoca artık verecek cevap bulamamıştı. Adam yol boyunca en az bir paket sigarayı bitirmişti. Başka bir aksilikle karşılaşmadan Aydına vardık.  Bu korkunç kazayı bu kadarla atlatmıştık ama dönüşte  daha farklı olaylarla karşılaşacaktık.  Gelecek hafta onları da paylaşmak dileğiyle tüm okurlara iyi bir hafta dilerim.