Değerli Vatan okurları,  hepinize   iyi bir hafta dileyerek 23. Hafta kaldığımız yerden yazımıza devam ediyoruz.

SAYIN HARMANCININ HASPOLATA ARMAĞANI : 2500 METREKARELİK BİR GÖL

Geçtiğimiz hafta Haspolat çevresinde dolaşırken, sayın Cemal Bulutoğlularının Haspolata armağan ettiği 300 konutluk  nüfustan bahsetmiştik. Bu hafta da halen belediye başkanı olan sayın Harmancının Haspolata armağan ettiği bir gölden bahsedeceğiz.   Geçtiğimiz yılın sonunda başlayan yağışlar Mart ayının sonuna kadar sürdü ve köyümüz sular altında kaldı, açılan kanallardan akan lağım suları konusunda şikayetçi olduğumuz zaman belediye yetkilileri bize aşırı yağışlardan bahsettiler. Yağmurlar 3 ay önce sona erdi. Ama köyün içinde biriken sular hala çekilmedi.  Köyün girişinde biriken sular kurumadı, çünkü buraya su gelmeye devam ediyor. Yağmur yağmadığı halde yağmur suyu taşıyan  dere hiç gördünüzmü? Demek ki bu sular yağmur suyu değil. Bu sular nasıl bir suysa, aktığı yerde bulunan zeytin ağaçlarını kuruttu. Çevreciler nerede? Suç  elbette ki sadece başkanda değil. Şube amirleri de, meclis üyeleri de bu işe katkı koydular. Ama sonuçta sadece  sayın Harmancı bu işin sorumlusu olarak Haspolatlılar tarafından hatırlanacak. Şunu da belirtelim, bu göl, Haspolatta kirli suların oluşturduğu tek gölet değildir. Köyün batı tarafında en az onun kadar büyük bir gölet daha vardır. Umarın yakında salgın bir hastalık çıkmaz.

YABANCILAR OLMASA YOLUMUZU BİLE GÖREMEYECEĞİZ

Geçtiğimiz haftalarda yine Haspolat civarında, Taşkent ve Güngörden gelen yolu Haspolat-Lefkoşa yoluna bağlayan yeraltı geçidinden ve bu geçidin karanlık olmasından, insanların saldırıya uğrama olasılığından bahsetmiştim. Geçtiğimiz günlerde bu yeraltı geçidi ışıklandırıldı.  Katkı koyan herkese teşekkür ederim.  Tabii bu ışıklandırma sırasında  yabancı işçi çalıştırılmasından dolayı kendime de, tüm Kıbrıslı geçinenlere de kızdım. Bir yola lamba takılacak ve bunu yapabilecek elemanımız yok. Nasıl bir düzen kurduk ki yabancılar olmasa yolumuzu bile bulamayacağız. Bunu da hatırlatmak istedim. Bir de, bu yeraltı geçidinin içine bariyerler dikerek tek yön yapılması, sadece üstteki çemberin trafik yükün arttırmıştır. Çünkü dikilmiş olan bariyerler yerde yatmaktadır.
Geçen hafta kaldığımız  yere dönecek olursak, Lefkoşadan   Trifona (Demirhana) giderken bugün Erülkü çemberi dediğimiz çember eskiden basit bir kavşaktı. Bölünmüş yol yapıldıktan sonra çember eklendi. Yolun güney tarafında bir tuğla fabrikası vardı. Fabrika halen yerinde ama tuğla üretimi yapmıyor. Mandıra oalrak görev yapıyor. Bu fabrika, 1974 te ganimet kalan 21 tuğla fabrikasından biriydi. Diğer tuğla fabrikaları birkaç defa el değiştirirken bu fabrika hiç el değiştirmedi.  Abohor (Cihangir) lu Adnan Bekir (Hacıküçük) tarafından  YAPSAN LTD adıyla  yıllarca çalıştırıldı. Adnan Hacıküçük, Türk toplumu arasında 1974 ten önce delikli tuğla imal eden  ilk kişidir. Cihangir’de kurduğu bir fabrikada Kıbrıslı Türklerin de üretim yapabildiğini ispat edercesine ortağı Necatiyle  çalışırdı. O taraflara yolumuz uğrarsa onları da paylaşırız.

VEJETERYAN MİSAFİRE FIRIN KEBABI YEDİRMEYE KALKTIM

Mağusa yönüne ilerlemeye devam edecek olursak, 1974 ten beri yolun sol tarafında bulunan bir lokantayı söylemeden geçemiyeceğim. Bu güzergahta seyahat edenler  bu restoranttan hizmet aldılar. Sonradan başka restorantlar da açıldı ama buranın fırın kebabını tadanlar tadını hala unutmadı. 1980 lerin başında Kıbrıs Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğine bağlı Maden, Metalürji ve Jeoloji Mühendisleri Odasının (Bugünkü Yerbilim Mühendisleri Odası) başkanıydım. Almanyada tuğla fabrikaları imal eden KARL WALTER firmasının sahibini o zamanki tuğla fabrikalarının modernleştirilmesi konusunda görüş ve teklifini  almak için adaya getirmiştim. Erülkü kavşağındaki Yapsan tuğla fabrikasını ziyaret ettikten sonra Alman misafiri alıp bu restoranta götürdüm. Amacım, Kıbrısa özgü fırın kebabını kendisine tanıtmaktı. Ama bunu başaramadım. Çünkü lokantaya gidip sipariş vereceğimiz zaman adamın  vejeteryan olduğunu öğrenmiştim. Ben fırın kebabı yedim, Alman salatayla karnını doyurdu. O dönemde, restorantın tam karşısında eski bir tren istasyonu vardı. Trenin çalıştığı dönemden kalma bir binaydı. Daha sonra bölünmüş yol yapılacağı zaman bu bina yıkıldı. Taşları tek tek numaralandı. Daha sonra binanın aynısı başka bir yerde aynı malzemeler kullanılarak yapılması kaydıyla bu taşlar bir yerlerde depolandı. Umarım taşlar kaybolmamıştır.

 .
ÇEKOSLAVAKYANIN ÜZERİNE İŞEYENLER….

2008 yılında Brüksele giderken mola verdiğimiz Pragda gördüklerimizi yazmaya geçen hafta başlamıştık. Kaldığımız yerden devam ediyoruz: Çekoslavakya haritası üzerine yerleştirilmiş olan ve sürekli işeyen iki erkek heykelinden bahsetmiştik. Heykellerin yanından geçip diğer köprüden  karşı kıyıya geri dönüp bir kafeye oturduk. Biraz dinlendikten sonra otele döndük. Aynı gün Brüksele uçtuk. Küçük bir hatırlatma, ÇEK Cumhuriyetinin (Şimdi ÇEKYA) ve Slovakya olarak ikiye bölünmüş olan eski Çekoslavakya’nın başkenti   Prag, şimdi Çekya!nın başkentidir ve burada para birimi olarak Euro kullanımamaktadır.

Brükselde havaalanından trenle şehre giderken, hareket ettikten birkaç dakika ilerde trenyolunun hemen dibinde bir uçak yere gömülü olarak durmaktadır.2000 li yılların başında, brüksel hava limanına inişe geçtiği sırada düşen uçakta ölenlerin anısına, uçak burada bırakılmış.

Otellerimize yerleştik, ertsi gün merkezi bir yerde buluşarak topluca AB ofisindeki görevlileri ziyarete gittik. Tanıtma merasiminden sonra Greenweek toplantılarının yapılacağı binaya gidip yerini öğrendik. Ertesi sabah  buraya geldiğim zaman, yolun polis tarafından kesildiğini gördüm. Yolda büyük bir kalabalık vardı. Bağırmalar, çağırmalar, belli ki bir protesto eylemi vardı. Polis de eylemcilerle halkın karışmasını önlemek için yolu kesmiş, AB binasına girmek isteyenleri bir alt caddeye yönlendiriyordu. Protesto alanını geçtikten sonra   yeniden binaya giriş yoluna yönlendirme yapılıyordu.

İNGİLTERE İLE İSPANYA BALIK YÜZÜNDEN SAVAŞIN EŞİĞİNE GELMİŞTİ.

Iki dakikalık yolu, eylem nedeniyle yirmi dakikada alabilmiştik. Ne olduğunu sorduğumuzda eylemcilerin İspanyol balıkçılar olduğunu öğrendik. İngiliz balıkçıların İspanya denizlerinde balık tutması nedeniyle İspanyollara balık kalmıyormuş. Bunu protesto etmek için İspanyol balıkçılar gelmiş, Avrupa Birliği Komisyonunun olduğu binanın önünde protesto yapıyordu. Biz de olduğumuz yerden protestocuların ve polislerin mücadelesini seyrediyorduk. Göstericiler polise fazla yaklaşınca, polis gaz bombası atıp onları uzaklaştırmaya çalışıyordu. Hiçbir kimseye darp veya saldırı yapılmadı. Sadece onları uzakta tutmak için önlem alındı. Balıkçılar da birkaç saat bağırdıktan sonra olay yerinden ayrıldılar.

İçeride uzun süreli toplantılar, konferans şeklinde sunumlar yapılıyor, fuar standları ziyaret ediliyordu. Burada da Newyork BM binasına girerken olduğu gibi yoklama ve kimlik kontrolu yapılıyordu. Bu nedenle molalarda dışarı çıkıp geri dönmek zor geliyordu. Buna rağmen arada dışarı çıkıp kahvehane gibi bir yer aramayı ihmal etmedim.  Çünkü içeride sadece  amerikan usulü siyah kahve bulunuyordu ve bu kahve asla bizim alışkın olduğumuz kahvenin yerini almıyordu. Nitekim AB komisyonunun olduğu binanın birkaç sokak arkasında bir Rum tarafından işletilen bir kahve bulunca çok sevinmiştim. Diğer arkadaşlar da bunu duyunca artık aralarda burada buluşmaya başlamıştık.

Brükseldeki çalışmalarımız 4-5 gün sürmüştü.  Bu süre zarfında özellikle fuara katılan firmalarla gayet verimli temaslarımız oldu. Kentle ilgili olarak da epey yararlı gözlemlerimiz olmuştu. Otelden toplanma yerine kadar oldukça uzun bir mesafe vardı ama ben çoğu kez bu mesafeyi yürüyerek gitmeyi tercih ettiğimden sağı solu görme fırsatım olmuştu. Örneğin, ücretsiz olarak kullanılan bir asansör bana çok ilginç gelmişti. Kentin bir yerinde iki yol arasında oldukça  büyük bir yükseklik farkı vardı. Bir sokak diğerinden neredeyse 30 metre daha yüksekteydi. Bu iki sokağın birinden diğerine gitmek isteyenlerin işi zordu. Bu zorluğu gidermek için devlet (veya belediye)  buraya bir asansör yerleştirmişti. Bu asansörü kullanarak insanlar alttaki sokaktan üsttekine ücretsiz olarak çıkabiliyordu.

Bu yoğun faaliyetler arasında Brükselin tarihi yerlerini fazla gezemedik . Merkezi bir yerde bulunan büyük bir alışveriş merkezinde Belçikada çok rastlanan ev yapımı çikolataları her yerde bulmak mümkün.  Bir ayrıntı da, buralarda alış veriş yaparken mağazaların içini boş sanıyorsunuz ama alışverişinizi tamamlayıp kasaya gittiğiniz zaman uzun bir kuyruğa katılmak zorunda kalıyorsunuz. Yani alış veriş kolay, ödeyip dükkandan çıkmak zor.