Değerli Vatan okurları,  hepinize   iyi bir hafta dileyerek 26. Hafta kaldığımız yerden yazımıza devam ediyoruz.

MİLANODAKİ KALABALIĞIN SIRRI

İki gün bu otelde kaldık. Otelden çok pansiyon hatta misafirhane gibi bir yerdi. Müşteriler ayrı odalarda kalıyordu, banyo ve tuvaletlerin çoğu ortak kullanım alanıydı. Bir taraftan Bertuzzi firmasıyla teknik konuları görüşürken, toplantı dışı zamanlarda da Milanoyu tanımaya çalışıyorduk. İki gün sonra Milanoyu gezme fırsatımız oldu.  O zaman, otellerin dolu oluşunun sebebinin sadece Monza Rallisi olmadığını da anlamıştık. Bizim gittiğimiz günlerde  ralliyle eş zamanlı olarak Uluslararası Milano Fuarı da açıkmış. Otelleri dolduranlar da aslında çeşitli ülkelerden fuarı görmeye gelen ziyaretçilermiş.

Sanayi Holding olarak böyle bir fuarı ziyaret edip hammadde sağlayıcılarıyla buluşmak çok önemliydi. Çünkü 1975 yılında işletmeye aldığımız fabrikalardaki hammadde ve malzemeler neredeyse tükenmişti. Bu hammaddeleri ihraç edebilecek firmalarla direkt temas kurmak çok önemliydi. Çünkü 1974 ten önceki sahiplerine mal satan birçok firma, eski müşterilerinden aldıkları bilgiler doğrultusunda bize mal vermek istemiyorlardı. Yeni kaynaklar bulmak zorundaydık. Bu fuar bizim için bulunmaz bir nimetti.


Fuar İtalyanın en büyük fuarıydı ve ilk olarak 1906 yılında açılmıştı. Dünyanın en büyük sanayi fuarlarından biriymiş. Bir günde    epey stand ziyaret ettik ama hepsini dolaşmak mümkün değildi.  Onbinlerce ziyaretçi vardı. Her standda en az 4-5 görevli vardı ve herbiri en az 5-6 kişiyle muhatap oluyordu. Bir valiz dolusu katalog topladık ki bu katalogları en az on yıl kullanıp ihtiyacımız olan malzemeleri  ithal ettik.  Şimdiki gibi internet, whatsap, sosyal medya yoktu. Telefonla bile zor iletişim kuruyorduk. Bilinen adreslere mektup yazıldığında cevap almak 3-4 hafta alıyordu. Böyle bir ortamda elinzide hammadde ve malzeme kısıtlı olduğu taktirde,   planlama ve  üretim yapmak, işletmenin idamesini sağlamak çok zordu. Fuar kataloğu 2 kg dan ağır gelen bir kitaptı.

O günlerde bu fuarı KTF Devlerindeki (KKTC henüz kurulmamıştı)  fuarla mukayese edecek olursak durum şuydu. Milano fuarında kapalı alan 400bin mkare civarındaydı. Bizdeki ilk fuarı Lefkoşa Türk Lisesinin salonunda açmıştık. Bina aşağı yukarı 10  metre genişliğinde ve 25 metre uzunluğunda olup alanı  250 mkare. Ziyaretçi sayısı muhtemelen 2-3 bini geçmemişti. Sergilenen ürün olsa olsa 100 civarındaydı. Yani Milano fuarıyla karşılaştırmak bile mümkün değildi.

ALDO MORO’NUN EŞİNE YAZDIĞI VEDA MEKTUBU

Bizim Milanoda olduğumuz günlerde, tüm dünyada yankılanan, gündem oluşturan bir olay yaşanmıştı. Kızıl Tugaylar adlı bir İtalyan terör örgütü, İtalya’nın eski  Başbakanı Aldo Moroyu kaçırmıştı. Terörristler İtalyan hükümetiyle pazarlık yapma gayreti içindeydiler. İtalyan polisi İtalyanın her yanında onları ararken, dünyanın birçok ülkesinden ajanlar ve gazeteciler de Roma, Milano gibi İtalyanın önemli kentlerinde  cirit atmaktaydı. Otellerin dolu olmasında bunların da payı vardı.  Teröristler Aldo Moro’yu 18 Mart 1978 de kaçırmış, 53 gün rehin tuttuktan sonra 9 Mayıs 1978 de ise cesedi bulunmuştu.  Meğer günlerce Milanoda, bizim kaldığımız eski otelin yanında bir yerde tutuluyormuş.  Romada gazetelerinden bir tanesi, bir mektup yayınlamış ve bu mektubun Aldo Moro tarafından yazıldığını iddia etmişti. Mektupta şunlar yazılıydı: “Sevgili Norina, Beni kaçıranlar, biraz sonra beni öldüreceklerini ve bir veda mektubu yazmamı istediler. Seni son defa öpüyorum”.

ALFA ROMEO

İtalya yolculuğunun bana bir faydası da, Alfa Romeo fabrikasının Milanoda oluşuydu. O zaman benim arabam Alfa Romeo idi. Sanayi Holding Genel Müdür Muavini Hilmi Refikten almıştım. O zamanlar arabalara parça bulmak çok zordu. Arabanın kilometre saati çalışmıyordu. Ayrıca zaman zaman radyatör hararet yapıyordu. Hiçbişey alamasam bile bu iki parçayı almak istiyordum. Biraz araştırıp parça satış deposunun adresini buldum. Oraya gidip istediğim parçaları söyledim.  Ancak benim söylememle olmuyordu. Arabanın motor numarası ve şasi numarasını sordular. Yanımda getirmiştim. Gösterdim. Hemen bir katalog getirdiler. Bu katalogda benim arabanın modeline ait parçaların listesi bulunuyordu. Ayrıca arabanın parçalarının 3 boyutlu resimleri montajlanmış olarak gösteriliyordu. İstediğim parçaları verdiler, ayrıca bana kataloğu da verdiler. İleride istediğim bir parça olursa, o parçanın numarasını ve mümkünse fotokopisini göndermenin yeterli olacağını söylediler.  Bu alışveriş beni son derece memnun etmişti.
Alfa Romeo 1906 yılında bir Fransız tarafından kurulmuş. A.L.F.A. aslında 
  “Anonima Lombarda Fabbrica Automobili” sözcüklerinin kısaltmasıdır. Yapılan ilk araba 24 beygir gücündeymiş. Daha sonra çok daha güçlü otomobillere imza atılmış ama I. Dünya savaşı sırasında  tüm otomobil fabrikaları gibi Alfa Romeo fabrikası da otomobil üretimini durdurmuş. Nicola Romeo 1915 yılının ağustos ayında fabrikayı alarak savaş ekipmanları, uçak motorları ve jeneratör üretimine başlamış. 1919 yılından itibaren yeniden araba üretimine başlamışlar ve arabaların adı da Alfa Romeo olmuş.  Arabaları dizayn eden dizayner değiştirilmiş. 40-60 beygir gücünde arabalar yapılmaya başlanmış ve 1925 Grand Prix yarışını kazanmışlar. Fabrika, 1933 te  devletleştirilmiş ve ikinci dünya savaşı sırasında Mersedes lisansıyla üretim yapmaya başlamış ama müttefikler tarafından bombalanmış. Savaştan sonra yeniden Alfa Romeo arabalarının üretimine geçilmiş. 1960 larda yapılan Giiulia Super modelleri çok popülerdi ve İtalyan polisi hep bu arabaları kullanmaya başlamış. Bizim araba da işte bu modelden idi.

Bertuzzi firmasıyla görüşmelerimiz gayet olumlu geçti. Hangi üniteleri yapabileceğimizi belirledik. İmalat çizimlerini aldık. Son bir eksiğimiz kalmıştı. O da, Bertuzzi firmasının kurmuş olduğu benzeri bir tesisin görülmesiydi. Şirket yetkilileri İtalyada böyle bir tesis bulunmadığını, Türkiye’de ve Kıbrısta Kapalı Maraşta bu tesislerden bulunduğunu, ziyaret edebilmemiz için kendilerini referans vererek sahiplerinden izin almamız gerektiğini söylediler. İzin işini genel müdürlüğe havale edip İtalyadaki temaslarımızı bitirdik.  Cypfruvex’ten  giden arkadaşlar bir süre daha prosesle ilgili teknik bilgileri almak için İtalya’da kalacaktı.
Bu ziyaret sırasında bize ilginç gelen başlıca hususlar şunlardı:

Restorantlarda, fabrikaların kantinlerinde, nerede yemek yenirse, masada şarap bulunur. Bizde nasıl su dolu şişeler varsa, onlarda da şarap dolu şişeler bulunur. Herkes yemekle birlikte şarap içer. Yemekle ilgili bir diğer husus, kaldığımız bir hafta içinde kültürümüze uygun çorba içemedik. Her seferinde “bize önce çorba getirin, çorbayı bitirdikten sonra yiyeceğiz” dememize rağmen, çorbalar yemek bittikten sonra geliyordu. Temasta bulunduğumuz firmanın ofis kısmında 3 tane tuvalet vardı. Ofiste kadın erkek karışık çalışıyorlardı. “Hangisi kadınların-hangisi erkeklerin?” diye sorduğumuz zaman aldığımız cevap, “Hangisi boşsa girebilirsiniz” oldu.  Bu herhalde  O işletmeye özgü bir durumdu.  Haftaya, konsantre meyve suyu fabrikasıyla ilgili olarak Türkiyedeki tesisi görmek için neler yapmaya çalıştığımızı anlatmak üzere.

LEFKOŞADAKİ ANITLAR VE HEYKELLER: DR. KÜÇÜK HEYKELİ

Heykel, şehitler haftasının önemine   istinaden, 27 Ocak 1989 tarihinde açılmıştır. Girne kapısındaki İnönü meydanında yer almaktadır. Heykelde Dr. Küçük’ün yanındaki kız çocuğu Kıbrıs Türk halkını temsil etmesi için konmuştur. 

İnönü meydanı dediğimiz mekan, Girne Kapısında yer almaktadır. Burası eski eserler, anıtlar ve heykellerin toplandığı bir mekandır. Geçtiğimiz hafta anlattığımız Atatürk Heykeli, tarihi Girne kapısı, Mevlevi Tekkesi, Tekke bahçeşindeki şehitlik, Lefkoşanın surları, surların üzerindeki Cumhurbaşkanlığı sarayı, karşı taraftaki Mücehitler Sitesi, Milli Mücadele Müzesi ve onun bahçesindeki osmanlı şehitlerinin mezarları hepsi 100 metre çapındaki bir dairenin içinde yer almaktadır. Burası neredeyse olduğu gibi bir müze durumundadır. Girne Kapısı ile Mevlevi Tekkesi arasına bundan 30-40 yıl kadar önce bir banka tarafından bir saat dikilmişti. Aradan geçen süre içinde bu saat bozuldu, Şimdi günde 2 kez doğru zamanı gösteriyor. Diğer zamanlarda hep hatalıdır. Doğrusu o bankanın şanına layık bir durum değil. Bir an önce ya tamir ettirsinler, ya da saati veya saatin üzerindeki amblemlerini söküp götürsünler. Kötü reklam olmasın.

Saatin arkasında Girne kapısı görülmektedir.. Saatin güneybatısındaki küçük adacığa da metalden bir sanat eseri yerleştirilmiş. Haftaya Girne Kapısını ve kapıda bekçilik yapan Horoz Aliyi anlatmak üzere herkese iyi bir hafta dilerim