Değerli Vatan okurları,  hepinize   iyi bir hafta dileyerek 28. Hafta kaldığımız yerden yazımıza devam ediyoruz.

GÖRMEDİKLERİ BİR FABRİKAYI İNŞA EDEN ZANAATKARLAR

Tüm ısrarlara rağmen İstanbuldaki Elvan gazozlarını imal eden tesisi görmemize izin verilmemişti. Biz bu tesisi yaparsak, kendilerine rakip olacağımızı düşünmüşlerdi. 100 000 kişilik bir nüfusun 60 milyonla rekabet etmesinden korkmuşlardı. Buna rağmen Kapalı Maraştaki fabrikayı görmemize askeri makamlar izin vermişlerdi. Paslanmaz çelik malzeme Teksan Fabrikasında yoktu. Maliye ambarlarında bulunan bütün paslanmaz çelik  levhaların ve paslanmaz çelik elektrodların Sanayi Holdinge satılmasını önerdik. Parasını ödeyip aldık.

Teksan fabrikasındaki çalışanlar artık Kapalı Maraşta çektiğimiz fotoğraflara ve  İtalyadan getirdiğimiz teknik resimlere bakarak bu fabrikayı imal etme durumundaydılar. Yeni kaynakçılar istihdam ettik. Meslek sahibi olmayan on kadar personel alıp kaynakçı olarak yetiştirdik. Sonunda bu personel, Cypfruvexin kurduğu yeni konsantre meyve suyu fabrikasının silolarını, konveyör ve elevatörlerini ve daha bazı ünitelerini imal etmeyi başardılar. Hem de hayatında ilk defa paslanmaz çeliği gören ve kaynatan ekiplerle bunu başardılar.
Resimde Cypfruvex için yaptığımız meyve silosu ve bu siloya portakalları dolduran elevator  görülmektedir. Elevatörün kepçeleri AISI 304 paslanmaz çeliktendir ve yüksekliği 10 metreden fazladır.  İmalat sırasında tabii ki sorunlar çıktı. İmalat bittikten sonra da deneme devresinde sorunlar yaşadık. Ama bunların hepsini düzeltip tesisi Cypfruvexe teslim etmeyi başardık. Hiç unutmam, o zaman Sanayi ve Ticaret bakanı merhum Taşkent Atasayandı. O da tesisin inşaatı sırasında zaman zaman gelip incelemelerde bulunurdu. Heyecanı bizden fazlaydı. Çünkü tesisin metal kısımlarının Sanayi Holdingte yapılmasına karar verenlerden biriydi. Hem Sanayi Holding, hem de Cypfruvex açısından tesisin başarılı bir şekilde çalışması onun sorumluluğundaydı. Çok mütevazi bir kişiliğe sahipti. Çoğu kez tek başına fabrikada dolaştığına ve yapılanları incelediğine şahit oldum. Deneme sırasında bir aksilik olduğu zaman yardımcı olmak için kendi görüşünü söylerdi. Ama görüş beyan ederken, fikir vereceği insanları rencide etmemek için şu cümleyi kullanırdı: “Ben de sizden daha fazla bildiğimden değil, daha önce başıma geldiğinden söylüyorum. Harup fabrikasında biz de konveyörlerle, silolarla, elevatörlerle çalıştık. Zaman zaman band kaçardı. Size söylediğim şekilde düzeltirdik”

Sonunda yukarıda bahsettiğim ekip bu fabrikanın kendilerine verilen ünitelerini zamanında bitirip Cypfruvex e teslim etti. Ondan sonra da birçok konuda topluma hizmet etti. Tarım makinalarının üretimini gerçekleştirdik. Fabrika personelinden bir kısmı yaşamını yitirmiştir. Onlara Tanrıdan rahmet, sağ olanlara uzun ömürler diliyorum.

GİRNE KAPISINA BİR ZİYARET

Geçtiğimiz hafta Lefkoşa’nın anıt ve heykelleri bölümünde İnönü meydanındaki Dr. Küçük heykelinden ve Lefkoşa surlarından bahsediyorduk. Geçtiğimiz hafta, Venediklilerden kalma surlardan Cumhurbaşkanlığı binasının bulunduğu tabyadaki hisarlar yıkıldı. Herkes bir tez ileri sürdü, basında ve sosyal medyada bol bol tartışıldı. Ben o konuya girmeyeceğim. Umarım surlar kısa zamanda onarılır. Ben Girne kapısındaki önemli yapılardan bahsedeceğim. Geçtiğimiz haftalarda sosyal medyada bir tanıdık Girne kapısının 1878 de çekilmiş bir resmini paylaşmıştı. Ben de  o resmin çekildiği noktadan Girne kapısının bugünkü görünüşünü çektim. İkisini birlikte paylaşıyorum. Bakalım 140 senede ne gibi değişiklik olmuş

O zamandan bugüne ayakta kalan sadece Ökaliptüs ağacıyla Mevlevi Tekkesi olmuş. Çeşme de yerinde duruyor ama fonksiyonunu yitirmiş.  Geçtiğimiz hafta bozuk olan saat tamir edilmiş. 1878 de, sokağın köşesinde bulunan ahşap direk ne işe yarıyordu, onu çözemedim. Ökaliptüs ağacının batı tarafındaki kerpiç evin olduğu yerde bugün Ziraat Bankasının bulunduğu bina yer alıyor. Bu bina yapılacağı zaman, bölgenin tarihi dokusunu bozacağı gerekçesiyle epey tepki toplamıştı. Sonunda, cadde üzerinde bulunan en yüksek binayı aşmayacak yükseklikte bir bina yapılmasına onay verilmiş. Bu onaya göre, örneğin Saray Hotelin yüksekliğine erişinceye kadar buradaki bina yükseltilebilir. Belki de 15 katlı bir bina ortaya çıkar. Haftaya bölgeyi daha iyi tanıtmak amacıyla…

BİR BALKAN YOLCULUĞU

İş Sağlığı ve Güvenliği  ve çevresel konularda temas ve incelemelerde bulunmak üzere önce Bulgaristanın başkenti Sofyaya uğradık. Burada daha önceden temas kurup randevulaştığım uzmanlar vardı. Günümüzde seyahatlerimiz sırasında İnternetin nimetlerinden mümkün olduğunca yararlanmakta yarar vardır. İnternet üzerinden yapmış olduğum araştırmalarda Sofyanın merkezi yerinde, ziyaret edeceğim kuruluşlara yürüme mesafesinde, temiz ve hesaplı bir otel bulmuştum. Otel metro istasyonuna da çok yakındı. Havaalanından metroya binip SERDİKA metro istasyonunda indik. Çevredeki kişilerden de yardım alarak 5-10 dakika kadar yürüdükten sonra saat 12.00 civarında  otele ulaştık.  İlk randevumuz saat 18.00 civarındaydı. O zamana kadar civarda biraz dolaşmaya karar verdik. Otelin 100 metre kadar ilerisinde çok enteresan bir yapılaşma vardı.Bir cami, bir kilise ve bir sinagog. Üçü yanyana yer alıyordu. Cami Mimar Sinan’ın Banya Başı Camii’dir.

Caminin hemen yanında  Sofya Tarih Müzesi (Regional History Museum –Sofia)  bulunmaktadır.  Boşluktan yararlanarak müzeyi de gezelim dedik. Giriş galiba 7 euro idi ama fotoğraf çekmek yasaktı. Fotoğraf çekmek için 15 euro ödeyip izin almak gerekiyordu. Yani fotoğraf çekmek, girmekten daha pahalı. Müzeyi dolaştık, içerde fotoğraf çekilecek önemli eşya ve resimler vardı ama   ziyaretçiler arasından kimsenin resim çetiğini görmedik. Randevu saatine kadar biraz daha dolaştık. Bulunduğumuz bölgede geniş kazı çalışmaları yapılıyordu. Metro çalışmaları sırasında yeraltında M.S: I. yüzyıldan kalma  yapılar bulununca kazı alanı genişletilmiş. Yeraltından evler, hamamlar ve çeşitli yapılar, kısacası ikinci bir Sofya ortaya çıkmıştı. Sofyalı bir tanıdığa  kazılar nasıl gidiyor diye sorunca şu cevabı vermişti: “Eski sofyayı ortaya çıkarmak için, yeni soyanın tamamını yıkmak gerekecek”.

Saat 18 deki randevuya gelecek olan  iki uzmanı beklemek üzere otele döndük. Biraz sonra geldiler.  Otelden çıktık ve beş dakika kadar yürüdükten sonra Sofyanın önemli bir bölgesi olan Vitoşa Bulvarına geldik. Burası Lefkoşanın Ledra caddesi veya İstanbulun İstiklal caddesi gibi yayalaştırılmış bir bulvardır. Uzunluk olarak istiklal caddesinin neredeyse iki katıdır.  Biz, bulvarın hemen girişindeki bir bara oturduk. Vitoşa Bulvarını ertesi gün gezecektik. Uzmanlardan biri çalışma Dairesinde görevliydi. Diğeri Maden Mühendisiydi. Çalışma Dairesinden emekliye çıkmıştı. Hem İş Sağlığı ve Güvenliği konularıyla hem de çevre konularıyla ilgili konularda bilgi sahibiydi. Bizim ertesi gün Çalışma Dairesi Müfettişleriyle İs Sağlığı ve Güvenliği konusunda toplantımız olduğu için onlarla daha ziyade madencilik ve çevre konularını görüşmeyi tercih ettik.

RUSYA İLE TİCARET

Konuşmamız sırasında kullandıkları enerji kaynaklarını sordum. “Bu  konu uzun hikaye , Şu anda odun kullanıyoruz.” Dedi. Nedenini öğrenmek için ısrar ettim. Başladı anlatmaya: “Eskiden kömür kullanıyorduk. Uzun yıllar önce Sovyetler Birliği  bize ‘Böyle kirli malzemelerle uğraşmayın. Size temiz enerji kaynağı hazırlayalım. Gelin size  nükleer santral kuralım, temiz hava alasınız’  dedi. O zamanın koşullarında Kabul ettik. Aradan zaman geçti, Sovyetler Birliği dağıldı. Rusya doğal gaz çıkarmaya başladı. Bu sefer bize ‘Arık nükleer santralların modası geçti. Nükleer atıklarla baş etmek mümkün değil. Gelin size uygun fiyata doğal gaz gönderelim. Rahat edesiniz’ dedi. O da aklımıza yattı. Kabul ettik. Ama doğal gaz hergün zamlanıyor. Artık ödeyemez hale geldik. Kömür ocaklarını da kapatmıştık. Yeniden açmak  bayağı problem yaratacak. Odun yakmaya başladık”  demesin mi.  Ben: İyi ama bugünkü koşullarda bunu nasıl yapıyorsunuz? Karbondioksit salınımı, ağaçların azalması, bunları ne yapacaksınız deyince. “Karbondioksit salınımı kötüdür, Kabul ediyorum. Ama ne kadar kötü olsa nükleer atıklar kadar tehlikeli olamaz. Ağaçlara gelince, biz ormanları tüketmiyoruz. Isınmak amacıyla yetiştirdiğimiz ağaçları kesiyoruz. Bunu bir tavuk çiftliği gibi düşünebilirsiniz. İhtiyacımız olan odunu karşılayacak şekilde ağaç dikiyoruz. Ağaç dikimi sürekli yapılıyor. Bir süre sonra büyüyen ağaçları kesip yakıyoruz. Ormanlarımız eksilmiyor.”  dedi. Bu açıklamalardan sonra kendi kendime “Körle yatan , şaşı kalkar” dedim. Rus ile yapılan anlaşmanın sonu budur. Elinde ne varsa, onu satın alman için seni ikna ediyor. Bir süre sonra yaptığın yatırım boşa gidiyor, sana yeni bir ürün satıyor.

ZARARSIZ ALTIN MADENCİLİĞİ

Konu Bulgaristanın doğal kaynaklarına gelince altın madenlerini işlettiklerini öğrendim. Hayret ettim. Halktan tepki gelmiyor mu? Diye sorunca, biz altını çıkarıyoruz. Yer altından çıktığı gibi ihraç ediyoruz. Zenginleştirmeye veya metalik altın etmeye çalışmıyoruz. Temiz iş. Hem ülkeye döviz giriyor, hemde vatandaş karşı çıkmıyor. Ayrıca istihdam yaratıyor..
Haftaya Balkan yolculuğuna devam ediyoruz…..