Değerli Vatan okurları, hepinize iyi bir hafta dileyerek 29. Hafta kaldığımız yerden yazımıza devam ediyoruz.
AŞIK VEYSEL ŞATIROĞU: SİVAS ELLERİNDE SAZIM ÇALINIR
Bu sene karpuzlar tatsız. Karpuz yediğimizi anlayamadık. Tatsız olduğu kadar da ucuz. Karpuz üreticileri de bu işten tad almadı. Bir karpuz iki lira. Bu fiyat bende bir çağrışım yaptı. Bundan on sene önceydi. O sene gene bol yağışlar olmuş, Lefkoşa – Mağusa anayolu seller altında kalmış, Kanlıdere taşmış, Haspolattaki çelik köprüyü parçalayıp sürüklemişti. Karpuz da o sene çok bol olmuş, tanesi 1 TL ye kadar düşmüştü. Bu sene de çok yağış oldu, ortalığı seller aldı, karpuz bol oldu. Demek ki çok yağışlı senelerde karpuz bol oluyor. Herhalde gönene karpuz ekiyorlar, onun içindir.
İşte karpuzun bol olduğu sene, Türkiyede yaşayan oğlum ve ailesi, eşinin mecburi hizmeti nedeniyle Sivas’ta bulunuyordu. Biz de onları ziyaret etmek için Sivasa gitmiştik.
Aşık Veysel Şatıroğlunun türkülerini dinlerken hep Sivası ziyaret etmek aklımdan geçiyordu ama şimdiye kadar hiç kismet olmamıştı. Bu, Sivasa ilk yolculuğumdu. Ankara- Sivas otobüs biletlerini internetten aldık. Yolculuk 6 ile 8 saat arasında sürüyor. Otobüs Yozgatta yemek molası verdi. Çeşitli yemekler ve hediyelikler vaardı ama gözleme ön sıradaydı. Sivasta yolcuları otogardan semtlerine servis minibüsleriyle taşıyorlardı.
Ziyaret dönemi ramazan ayına denk gelmişti. Biz de yolları bilmediğimizden servis minibüsüne yerleşip eve gitmeye karar verdik. Meğer bizim gideceğimiz semt, minibüsün en son uğrayacağı semtmiş. İftardan yarım saat önce servis yola çıkmıştı ama her mahalleye uğrayıp yolcu indirdiği için biz iftardan ancak yarım saat sonra eve varabildik. Ertesi gün, biz burda alıştığımız gibi sabah saat altıda kalktık. Civarda dolaşıp etrafı keşfetmeye çalıştım. Sivasta dükkanların ancak saat 10.00 da açıldığını görünce çok şaşırdık. Tarihi açıdan çok zengin ve önemli bir kent. Önemli olayların başında Kurtuluş Savaşı döneminde Atatürk tarafından düzenlenen Sivas Kongresi geliyor. Sivas, bir dönem Selçuklu sultanları tarafından başkent olarak kullanılmış. Türkiyede son dönemde yaşanmış olan en utanç verici bir olay, Madımak olayının sivasta yaşanmış olması, kent açısından çok talihsiz bir durumdur.
Kaldığımız süre içinde Sivas’ın tarihçesini de öğrenmeye çalıştım. Sivasın bir adı da Sultanşehir imiş. Sebebi de Selçuklu sultanı İzzettin Keykavus. Keykavus Sivası çok sevdiği için burayı başkent ilan etmiş ve şehrin adı Sultanşehir olmuş
Hevük Kalesi: Bu kalenin tarihinin M.Ö. 500 yılına kadar uzandığı söylenmekle birlikte kalenin esas önemi, Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi’nin babası Ertuğrul Gazinin 1231 yılında Moğol komutanı Çarmagon Noyanı burada mağlup etmiş olmasıdır. Kale, kent merkezine 30 Km uzaklıkta Beştepe köyündedir. Daha sonra Moğolların bir kolu olan İlhanlılar burayı istila etmiş, Yıldırım Bayezit zamanında da şehir Osmanlı hakimiyetine girmiştir.
Bunların dışında kent çok güzel ve temiz. Yerde kibrit çöpü bile görmedik. Kent, etrafı dağlarla çevrili denizden 1280 metre yükseklikteki bir düzlük üzerine kurulmuş. Son yıllarda Türkiyede sıcaklığın en fazla düştüğü bir şehir durumunda. Erzurumdan, Konyadan daha soğuk oluyor.
Kent tarihi camilerle dolu. Ramazan döneminde caminin avlusunda ücretsiz iftar yemeği veriliyordu.
Şüphesiz Sivasın tarihinde en önemli olayların başında, Attaütkün Kurtuluş Savaşına başlarken, burada gerçekleştirdiği kongre geliyor. Sivas Kongresi, 4-11 Eylül tarihleri arasında 38 kişinin katılımıyla gerçekleşti.Burada Misak-ı Millinin hedefleri açıklandı.
Kongrenin toplandığı bina, üç buçuk ay süreyle Atatürk ve ekibi tarafından karargah olarak kullanılmış. Bina 1981 yılına kadar lise binası olarak hizmet vermiştir. O tarihte Kenan Evrenin emriyle müze haline getirilmiştir.
BİZDE 1 TL OLAN KARPUZ, SİVASTA 4 LİRA NASIL OLUR?
Kaldığımız apartmanın zemin katında bir manav vardı. O da diğer dükkanlar gibi saat 10.00 dan sonra açıyordu. Dükkanı genç bir delikanlı çalıştırıyordu. Bir gün gidip bir karpuz almak istedim. Karpuzu tarrtı, “4.5 ama sen 4 ver abi” deyince kafam karmakarışık oldu. Bu karpuz, Kıbrısta 1 TL idi. Sivasta nasıl 4 lira olurdu. Dayanamadım, “Bir hata olmasın, Bir daha tart istersen” deyince yer yerinden oynadı. Delikanlı karpuzu aldı, götürüp dükkanın en uzak yerine koydu. “Çık git dükkandan, bir daha da gelme, sana satacak bişeyim yok. Ben dolandırıcı mıyım. Niye bir daha tartayım?” diye bağırmaya başladı. Fazla üstelemedim. Durup dururken kavga çıkarmaya gerek yoktu. Ama Sivastaki bu pahalılığa da aklım ermemişti. Daha sonra başka mağazalarda da bazı ürünlerin Kıbrıstan daha pahalı olduğunu hayretle gördüm. Örneğin ton balığı. 160 gr lık çiftli kutular o zaman bizde 7 lira civarındayken Sivasta 12 liranın üstündeydi. Bunun sebebini birkaç Sivaslıya sorudm. Haftaya devam etmek üzere…
GİRNE KAPISINA BİR ZİYARET
Birkaç haftadır Lefkoşada Girne Kapısı civarında dolaşıyoruz. Tarih burada o kadar çok şey biriktirmiş ki, anlata anlata bitiremeyiz. Girne Kapısının hemen güney tarafında surların içinde Mevlevi Tekkesi dediğimiz bir müze var. XVIII yüzyılın başlarında yapılan bina başlangıçta semahane, türbe, derviş odaları, mutfak, misafir odaları gibi bölümleri içermekteymiş. 1873 te burada 36 kişi görev yapıyormuş. 1954 yılında müzeye çevrilmiş olup mevlevi giyisileri, müzik aletleri ve etnografik malzemeler sergilenmektedir.
Mevlevi tekkesinin güneyinde Dr Fazıl Küçük müzesi ve Dr Fazıl Küçük tarafından kurulan Halkın Sesi Gazetesi bulunmaktadır. Mevlevi Tekke Müzesi ile Dr. Fazıl Küçük Müzesi arasında bir yol vardır. Bu yol takip edildiği zaman Tekke Bahçesi Şehitliğine varırız. Bu şehitlik, 21 Aralık 1963 te başlayan toplumlararası çatışmalarda şehit düşenlerin defnedildiği yerdir. Haftaya bu şehitliği incelemek üzere…..
KIBRISA GELECEK OLURSAK GÜNEYİ DEĞİL, KUZEYİ GÖRMEK İSTİYORUZ
Geçtiğimiz hafta, İş Sağlığı ve Güvenliğiyle çevre konularını kapsayan Balkan gezimizi anlatmaya başlamıştık. Gördüklerimiz , yaşadıklarımız bir yana, ilginç olan tarafı, beş tane Avrupa ülkesi gezdik ama pasaportta hiçbirinin mühürü yok. Giriş çıkış kontrolü bazılarında yapıldı ama hiçbirinde ne soru soruldu, ne mühür vuruldu. İlk durağımız olan Bulgaristanın başkenti Sofyada hem randevularımıza devam ediyoruz hem de kenti tanımaya çalışıyoruz. Sofyaya varışımızın ertesi günü ilk işimiz Romanyanın başkenti Bükreşe gitmek için tren biletini almak oldu. Gerçi gezeceğimiz tüm şehirler için otellerde yer ayırmıştık ama, trenin ne saat hareket edeceğini öğrenmeden program yapmak istemiyorduk. Tren biletini almak için Sofya Tren Garına gitmek gerekiyordu. Mimar Sinanın yaptığı Banya Başı Camisinin önündeki bir taksiciye bizi tren garına kaça götürebileceğini sorudk. 15 Eurodan fazla istedi. Halbuki 2 kişinin metroyla oraya gitmesi 3.5 euro civarındaydı. Biraz daha dolaşık olmasına rağmen metroyla gitmeyi tercih ettik. Sonradan öğrendiğimize göre Sofyada taksicilerle pazarlık ederek fiyatı düşürmek gerekiyormuş. Tren garı bayağı büyük bir yerdir. İki katlıdır. Metroyla da, şehirlerarası ve şehiriçi otobüs hatlatıylada bağlantısı vardır. Şehirlerarası ve ülkelerarası trenler bu istasyondan kalkıyor. Garın içinde büfeler, restorantlar, içecek veren makinalar ve daha birçok mağazalar vardır. Anıtlarla süslenmiştir. Ayrıca içinde eski lokomotif bulunan bir de tren müzesi vardır. Romanyaya 30 Ağustos günü sabah saat 09.20 de kalkacak olan trende yer ayırdık. İki kişi için 24.80 Euro ödedik. Uçak yolculuğunu tercih etmememizin nedeni hem çevre hem de iş sağlığı ve güvenliği yönünden gözlemler yapabilmekti. Bu güzergahtaki tren yolculuğu hem uzundur, hem de trende yiyecek yoktur. İçecek su bile bulunmaz. Bunu daha önce internetten öğrendiğimiz için yiyecek ve içeceklerimizi yanımıza alacaktık. Metroya binip tekrar Serdika tren istasyonuna döndük.