Değerli Vatan okurları,  hepinize   iyi bir hafta dileyerek 33. Hafta kaldığımız yerden yazımıza devam ediyoruz.

KONT DRAKULANIN MALİKÂNESİNE DOĞRU
Romanyada, ülkenin güneyinde yer alan Muntenie bölgesindeki başkent Bükreş ve   Kuzey Romanyada Transilvania bölgesinde bulunan Cluj kentinde temaslarımız olacaktı. Transilvanya, Kont Drakulanın yaşadığı coğrafya olarak tanınmaktadır.
30 Ağustos 2018 Perşembe gün Saat 19.00 civarında Romanyanın başkenti Bükreşe vardık. Tren on dakika geciktiği için anons yaparak yolculardan özür dilediler. Bu kadar kibarlığa hayret etmemek mümkün mü? Tren yolculuğu sırasında yiyecek ve içecek yönünden sıkıntı çekmedik ama, kahve açısından sıkıntılı bir yolculuk olmuştu. Trenden inince garda şık görünümlü bir pastaneye girdik. Birer kahve sipariş verdik. Kahvelerle birlikte bir de ödeme fişi geldi. Garson bize bu fişle ilgili bilgi verdi. Fişin seri numarası dört rakamlıydı. Tuvaleti kullanmak istersek, kilitli olan kapıyı açabilmek için, fişin üzerindeki 4 rakamlı sayıyı kapının üzerindeki ekrana girmek gerekiyordu.
Günlük hayatımıza Windows 95 dediğimiz program sayesinde giren internet, seyahatlerde de çok işimize yarıyor. İnternet sayesinde Bükreşin tam merkezinde, merkezi bir metro istasyonunun tam bitişiğinde güzel bir hotelde yer ayırmıştık. Ayrıca randevularımızın gerçekleşeceği mekanlar da bu hotelin 100 metre yakınındaydı. Metronun3-4 tane çıkışı vardı. İstasyonda birçok yeraltı dükkanı vardı. Oradaki büfelerden otelin adını göstererek nereden çıkacağımızı sorduk. Gösterdikleri kapıdan çıkınca sokaktaki birisine otelin yerini sorduk. Adam, arkamızdaki binayı göstermesn mi?
Büyük bir meydanın bir köşesindeki tali yoldan 25 metre kadar içeriye yürüyünce otelin kapısını bulduk.
Otele girdiğimizde akşam saat 8 olmuştu. İnternetten aldığımız rezervasyonu gösterince hemen ilgilendiler. Girişimiz yaptılar ve bize “Yarın akşam, sizin için bir karşılama töreni ayarladık. Roof katında olacak. Haberiniz olsun” dediler.

ROMUS VE ROMULUS
Tren garına girer girmez bir döviz bürosundan bir miktar Euro bozdurup Romen parası almıştık. Çünkü Bulgaristan gibi Romanyada da Euro kullanılmıyordu.
Eşyaları otele yerleştirdikten sonra hem etrafı görmek hem de akşam yemeği yemek için dışarı çıktık. Gece olduğu için fazla uzaklaşmak istemiyorduk.  Daha önce belirttiğim gibi çok işlek bir cadde üzerindeydik. Birkaç yüz metre yürüdükten sonra başka bir meydana geldik. Bu meydan diğeri kadar büyük değildi ama, burada hiç beklemediğimiz bir heykelle karşılaştık. Birkaç metrelik  beyaz bir kaide üzerinde, bir kurt ve kurdun memelerinden süt emen iki çocuğa ait bir heykel bulunuyordu.
Roma imparatorluğunun kurucu olan Romus ve Romulus kardeşlerin heykeliydi.

Sonradan öğrendiğimiz kadarıyla Romanya’nın farklı beş ayrı kentinde  beş adet bu heykelden bulunuyor. İtalya, hazırlattığı beş dişi kurt heykelini Romen şehirleri Timişoana, Bükreş, Kşinov, Cluj ve Tangu-Müres’e hediye etmiş. Burada bulunuş sebebi de o yüzden.
Roma mitolojisinde bir sepet içinde nehre bırakılan Romus-Romulus ikiz bebekleri bir dişi kurt sepet içinde bulup emziriyor. Burada Ortaasya Türk kültürü ile Roma kültürü birbirine giriyor. Eski bilgilerimize göre dişi kurt Ortaasya kökenli bir efsanedir. Muhtemelen Etrüksler’in de kökeni Ortaasya’ya dayanıyor!

Heykelden biraz ileride dünyanın birçok ülkesinde şubeleri bulunan ve ağırlıklı menüsü tavuğa dayalı restorantlar zincirinin bir şubesini bulduk. Girip karnımızı doyurduk ama uğradığımız muameleden hiç memnun kalmadık. Küçük bir masanın etraında 3 tane sandalye vardı. İkisine oturduk, üçüncüsüne de çantalarımızı koyduk. Biraz sonra halinden temizlikçi olduğu anlaşılan bir kadın geldi Sert sert bize bakıp bağıra çağıra romance bişeyler söyledi, sonra çantamızı sandalyeden alıp bize verdi, sandalyeyi de alıp başka bir masanın yanına koydu. Dükkan dolu olsa kendisine hak verecektim ama  dükkanda boş yer çoktu.
Bu davranışı canımızı sıktı ama bir an önce otele dönmek istediğimizden üstelemedik.

EURO, STERLİNDEN DAHA PAHALI

Otele dönüş yolunda bir döviz bürosu gördük. Dükkan kapalıydı ama döviz fiyatları üzerinde yazılıydı. Hayretle gördük ki, Euro, sterlinden daha değerliydi.
Doları 3.65 Ley’den, Euro’yu 4.50 den ve İngiliz Poundunu 4.40’tan alıyordu. Satış fiyatları doları 4.10’dan, Euroyu 4.70 Ley’den alıyordu. Burada bir hatırlatma yapalım, sözkonusu tarihte bizde 1 Euro= 7.75 TL ye kadar çıkmıştı.  Bulgaristanda da, Romanyada da, bundan sonra gideceğimiz Macaristanda da, tren garı, havaalanı gibi yerlerde  döviz almak veya satmak insanı zarara sokmaktadır. Şehir içlerinde daha uygun fiyatlar bulmak her zaman mümkündür.  Biraz ileride, Sofyada olduğu gibi bir striptiz bar müşterilerini bekliyordu.
Bütün gün çektiğimiz fotoğraflar 2 telefon ve 2 tableti tamamen doldurmuştu. Bunları bilgisayara aktarıp hepsini şarj ettim. Ertesi gün sabah otelin roof katında güzel bir  kahvaltı yaptıktan sonra sokağa çıktık. Otelin sokağında eski kitap, plak ve çeşitli eşyalar satan bir sokak satıcısı vardı. Gündüz gözüyle etrafa bir bakınca bulunduğumuz bölgenin birçok tarihi eseri ve önemli binaları barındırdığını gördük.  Otelin hemen dibinde belediyeye ait bir bina vardı. Gidip randevulaşmış olduğumuz kişinin ismini vererek görüşmek istediğimizi söyledim. Meğer bu bina, belediyeye ait bir müzeymiş. Esas belediye binası 500 metre kadar ilerideymiş.
Hazır gelmişken  girip müzeyi gezelim dedik. Müzeye girdik ama Bulgaristanda olduğu gibi müzede fotoğraf çekmek için ek ücret gerekiyordu. Daha sonra Belediye binasına gidip oradaki randevumuzu tamamladık ve Bükreşi biraz tanımak için civarda dolaşmaya başladık.

EVLİYA ÇELEBİ  BÜKREŞİ TARİF ETTİ: BEN-İ KUREYŞ  KABİLESİNDEN GELMEDİR
Bükreş kentinin tarihçesine bakacak olursak, kentin “Bucur” adlı bir kişi tarafından kurulduğu söylenmektedir. Bucur kimisine göre bir prens, kimizine göre bir eşkiya, kimizine göre de bir balıkçı, bir çoban veya bir avcıdır.  Romencede Bucurie, mutluluk demektir. Tanınmış Osmanlı gezgini Evliya Çelebi ise Bükreş (Bucharet), “Beni Kureyş” kabilesinden  bir kişi olan “Abu-Kariş” ten gelmektedir. 19. Yüzyılda Viyanada İngilizce olarak basılmış olan bir kitapta ise Bükreş isminin, “Kayın ağacı ormanı” anlamına gelen “Bukovie” isminden türediği yazılıymış.

Otelin penceresinden görünen sokak manzarası şahaneydi.  Kahvaltı salonu olarak kullanılan roof katına çıktığımız zaman  muhteşem bir manzarayla karşı karşıyaydık.  Otelin civarında büyük bir meydan ve çok işlek caddeler bulunmaktadır. Üniversite meydanında birçok kişinin heykeli bulunmaktadır. Bunlardan biri Spiru C. Haret  (1851-1912) isminde bir matematikçi, astronom ve politikacıdır. Üçüncü dereceden bir denklem geliştirmiş ve gökyüzü mekaniğindeki önemli bir problemin çözümünü göstererek  katkıda bulunmuştur. (Problem ingilizce olarak n-body problem olarak geçmektedir. )
Meydanda  3 tane üniversite bulunmaktadır. Buradaki  görkemli yapılardan biri Bükreş Üniversitesidir.
Onun hemen arkasında Mimarlık ve şehircilik  Üniversitesi yer almaktadır. Mimarlık burada bir bölüm veya bir fakülte değil, bir üniversitedir.. Buraya Ion Mincu’nun adı verlmiştir. Profesör  Mincu  hem mimar hemde mühendis olup  Romen mimarisinde kendine özgü bir tarz yaratmıştır. Biraz daha ileride Tıp akademisi bulunmaktadır.
Gelecek hafta buraları daha iyi tanımak umuduyla….

BİR TAŞUCU EFSANESİ
Geçenlerde bir arkadaşım Facebook’ta   Taşucunun son görüntülerinden birini paylaştı. O görüntü, bende taşucunun 20 - 30 sene önceki durumunu hatırlattı.

Türkiye - Kuzey Kıbrıs arasında denizyolu ulaşımı çok eskilere dayanmaktadır. 1950 lerde İstanbul-İzmir- Limasol  yolcu gemisi seferleri bulunuyordu. 1970 lerde ise  Mersin - Mağusa  arasında yolcu ve kamyon taşıyan feribotlar çalışıyordu.1980 lerde Antalya – Girne ve Taşucu Girne seferleri de başlamıştı. Sonradan deniz otobüsü denilen hızlı feribotlar devreye girince ucuzluğu nedeniyle deniz yolculuğundan etkilenmeyen/ korkmayan yolcuların tercihi oldu. Bu deniz otobüsleri hem yolcu hemde yolcu beraberi ticaret için tam biçilmiş kaftandı. Mersin limanındaki bürokratik engellemelerden usanan küçük esnaf, ihtiyaçlarını gidermek için bu hızlı ulaşım araçlarından yararlanmayı tercih ediyordu. Ayrıca Türkiyeden gelen ve “Bavulcular” olarak adlandırılan kesim, ki bunlar Kuzey Kıbrıstan Türkiyeye yolcu beraberi çeşitli hediyelik eşyaları ticari amaçla taşıyorlardı,  tarafından da tercih edilen bir alternatif olmuştu.
Ben de birkaç defa Taşucu üzeinden giriş çıkış yaptım. Kargoyla Mersine gelen eşyaları, Taşucundan gidip almak, aynı gün geri dönüş olanağı sağlıyordu. Londra – Türkiye – Kıbrıs Turizm ve İş rehberinin Kıbrıs ofisi olarak çalışıyorduk. Mayıs veya Haziran ayıydı, Kitabın baskısı Londrada yapılmış, Kıbrıstaki abonelere dağıtmak için 500 adet bize göndermişlerdi. Kitaplar kargoyla Mersine kadar gelmiş, orada bizi bekliyordu. Mersin- Mağusa feribotu hafta 2 sefer vardı. O nedenle Kitapları oradan alıp Mağusaya gelmek en azından 3 güne mal olurdu.
Öğlen  saat 12 seferiyle Girneden  deniz otobüsyle yola çıktık. Saat 14 civarında Taşucuna varmıştık. Oraları o zaman bir köy gibiydi.  Daha önceki yolculuklarda olduğu gibi herkes kuyruğa girdi. Önce Belediyenin veznesine uğruyorsunuz. Toprakbastı parası dedikleri bir giriş har(a)cını ödüyorsunuz, ondan sonra kuyrukta beklemeye devam ediyorunuz. Toprakbastı parasını ödeyenlerin sırayla pasaport işlemleri yapılıyor. Bu parayı ödemeyenlerin pasaport kontolu yapılmıyor, yani ülkeye giriş yapamıyorlar. Pasaport kontrolundan çıktıktan sonra 3 tekerlekli motosikletleri görünce şaşırdım. Çünkü 5-6 sene önce buraya geldiğimde 3 tekerlekli bisikletler , ondan daha önce de faytonlar vardı.eşyası çok olanların eşyalarını bir km kadar ilerdeki otobüs/ minibüs  durağına taşıyorlardı. Burada seyyar kebapçılar, büfeler v.s. vardır. Buraya gelenler nefis  tantuni veya mangalda ciğer kebabını yiyebilirler. Eşyaların sahibi ya başka bir vasıtayla ya da yürüyerek arkadan gelir   eşyalarını alıp servislerle Silifkedeki şehirlerarası otobüslerle Türkiyenin diğer noktalarına doğru yılculuklarına devam edebilirler.  Saat 15 civarında harçları ödemiş, servis durağında tantunimizi yemiş, servis minibüsüyle Silifkeye ulaşmıştık. Silifke – Mersin arası 104 km olup yaklaşık 1.5 saatte alınıyordu. Kızkalesi ve Edremit  gibi çeşitli yerleşim birimlerinden geçerek Mersine vardık.
Türkiyenin çeşitli yerlerinde Kızkalesi isminde kaleler bulunmaktadır. Mersin Erdemlideki Kızkalesi,
Lidyalılar tarafından 12. yüzyılın sonunda kıyıdan 300 metre kadar içerideki bir adaya inşa edilmiştir. Surların çevresi 192 metre uzunluğundadır. Hikayesi, İstanbuldaki Kızkulesinin hikayesine benzemektedir. Bölgenin kralının güzel bir kızı vardır. Krala,  kızının bir yılan tarafından öldürüleceği söyleniyor. Kral da onu korumak için bu kaleye kapatıyor. Ama kaleye yiyecek getirenlerin sepetine saklanan bir yılan, bu şekilde kaleye giriyor ve kızı sokarak öldürüyor.

Mersinden daha ileriye gidecek olanlar,  çok daha büyük otobüs veya diğer ulaşım ağlarına (Tren, uçak) bağlanmak üzere Adanaya giderler. Oradan Türkiyenin her noktasına gidecek bir vasıta bulabilirler.
Kitapları alıp tekrar taş ucuna döndüğüm zaman saat gece 10.00 a yaklaşmıştı. 500 tane kitabı bir arada gören gümrük görevlisi hemen muamele yapmak istedi. Ben kendisine bir kitap verip , “bunlar tanıtım kitaplarıdır, parayla satılacak değil abonelere ücretsiz hediye edilecek”deyip usulüne uygun bir şekilde kitabı takdim edince gemiye girmeye izin verdi. Saat 11 civarında gemiye bir tanıdık daha gelmişti. Satın aldığı 5-10 metrekare kum eleğiyle   dozer lastiklerini  3-4 hamalla yuvarlaya yuvarlaya gemiye yükleyen “Karabıyık”  olarak çağrılan bir tanıdık, yorgun argın ama mutlu bir şekilde geminin güvertesine çıkıyordu. Beni görünce o da en az benim kadar sevinmişti. Gemide konuşabileceği bir arkadaş bulmuştu. Gemiye çıkar çıkmaz  biraz ilerideki gümrük memurunu  işaret ederek “Açıkgöz geçinir ama, kendisinden daha açıkgözlerin bulunduğunun farkında değil” diyordu.
Bu gemi, Taşucu-Girne arasını 8 saatte katedecek olan bir feribottu. Haftaya, yolculuğu tamamlamak üzere herkese iyi bir hafta diliyorum.