Değerli Vatan okurları,  hepinize   iyi bir hafta dileyerek 36. Hafta kaldığımız yerden yazımıza devam ediyoruz.

SOKAK CAMBAZLARI

Gece olmasına rağmen , Bulgaristan – Romanya sınırında olduğu gibi, Romanya – Macaristan sınırında da tren durdu. Hem Romanya tarafında hemde Macaristan tarafında pasaport kontrolu yapıldıktan sonra yolumuza devam ettik. Macaristana girdikten sonra trenin içerisinde biraz dolaştım. Pasaport kontrolundan sonra tekrar ranzanın üçüncü katına çıkmak bana zor gelmişti. Hiç ummuyordum ama boş bir kompartıman bulunca  tren görevlisine danışıp hemen valizlerimizi alarak  bu kompartımana taşındık.

Gece olduğu için etrafı fazla göremedik. Macaristanın iç kesimini Budapeşte’den Viyanaya giderken görecektik. Öğlen olmadan Budapeşteye  vardık.   Biz trenden indik, Tren Viyanaya doğru yoluna devam etti. Trendeki uzman (!) kadın ve eşi trenden inmediklerine göre Viyanaya kadar gideceklerdi. Uluslararası tren istasyonundan gideceğimiz bölgeye metroyla gittik. Metrodan çıkar çıkmaz, şubesi Güney Lefkoşada da bulunan uluslararası bir kahvehane markasının dükkanını gördük. Otele girişe daha birkaç saat vardı. Bu nedenle hemen kahvehaneye girip kahvelerimizi sipariş verdik, bir köşeye oturup kasa fişinin üzerinde yazılı olan internet şifresiyle internete girip çocuklara Budapeşteye vardığımızı bildirdik. Saat 12.00 civarında otele telefon edip tam adresi aldık. Kahvehaneden çıkıp otele doğru yürüdük.

Bulgaristan, Romanya ve Macaristanın birçok benzer yönleri bulunmaktadır. Her üçünde de uçsuz bucaksız ayçiçeği ve mısır tarlaları bulunmaktadır. Kentlerde ise, Sofya’da da, Bükreş’te de, Budapeşte’de de sinagoglar ve kiliseler yanyana. Sofyada ek olarak bir de Mimar Sinanın yaptığı bir cami bulunmaktaydı. Otelimiz, büyük bir meydanda, Sinagog ve kilisenin yanında ve birkaçyüz metre ilerideydi. Burada da internetin büyük yararını görmüştük. Metro istasyonunun dibinde, Budapeştenin merkezi bir yerinde ve randevumuzun yer alacağı belediye binasının tam karşısında temiz ve hesaplı bir otel bulmuştuk.

Biraz ilerleyince sokakta gösteri yapan cambazlarla karşılaştık. Avrupanın birçok yerinde sokakta sanat icra eden çeşitli sanat erbabıyla karşılaşabilirsiniz. Sokak çalgıcıları, şarkıcılar,  ressamlar, cambazlar ve daha birçok konuda gösteri yapan sanatçılar.  Tam otelin önüne gelmiştik ki, kapının yanında bir Türk lokantası bulunduğunu gördük. Kapının üstünde koskocaman bir döner kebabı reklamı bulunmaktaydı.
4 Eylül sabahleyin, Viyana Belediyesinde randevumuz vardı. Bu nedenle 3 Eylül  günü yola çıkıp geceyi Viyanada geçirecek şekilde seyahat planı yapmıştık. 3 Eylülde ise, yani Budapeşteye varışımızın ertesi günü sabahleyin Budapeşte belediyesinde toplantımız vardı. Bu nedenle, ertesi günü beklemeden, Viyana yolculuğunun biletlerini almak durumundaydık. Bu yolculuğu trenle değil, otobüsle yapmaya karar vermiştik. Otobüs şirketi, Bükreşte İş Bankası Kredi kartıyla ödeme yapmamızı kabul etmeyen şirketin aynısıydı. Bu nedenle otele yerleştikten birkaç saat sonra metroya binip otobüs acentesine gitmekiçin yola çıktık.

YERALTI GEÇİDİNDE SİGARA İÇMEK YASAK AMA,  HAVAİ FİŞEK PATLATMAK YASAK DEĞİL
Otobüs terminaline yeraltı geçidiyle gidilebiliyordu. Çünkü çok kalabalık bir kavşaktı. Otogar, metro istasyonları ve Hayduk Split futbol takımına ait stadyum buradaydı. Günlerden pazardı ve Hayduk Split ile Ferençvaroş takımlarının o gün maçı vardı. Biz biletlerimizi aldıktan sonra  otobüs durağına gitmek için tekrar yeraltı geçidine girdik. Yeraltı geçidinin giriş ve çıkışlarında sigara içilmenin yasak olduğunu ve içerisinin güvenlik kameralarıyla gözetlendiğine dair levhalar asılıydı. Yeraltı geçidine girdik ama girdiğimize de, gireceğimize de pişman olduk. Stadyuma gitmek isteyen taraftarlar da aynı yeraltı geçidini kullanıyordu. Bir anda kendimizi binlerce kişilik bir kalabalığın ortasında bulduk. Üstelik kalabalık bir noktada pasif halde beklemekte olan kişilerin oluşturduğu bir kalabalık değildi. Binlerce kişi neredeyse koşar adım vaziyetinde çok hızlı bir şekilde yeraltı geçidinin bir tarafından öbür tarafına doğru köpürmüş bir nehir gibi akıyor, kenardaki kişileri de içine alarak neredeyse yutuyordu. Üstelik ellerinde havai fişekler, aralıksız patlatıyorlardı. Sigara içmenin yasak olduğu bir mekanda, binlerce kişi havai fişek patlatarak giderken;  yeraltı geçidinde göz gözü görmüyor, havai fişeklerin yanması sonucu ortaya çıkan sıcak ve boğucu gazlar, içerdekilerin genzini yakıyordu. Eşimle el ele vererek, duvar diplerinden, duvarlara  tutuna tutuna, yarım dakikalık yolu neredeyse on dakikada alarak , geçidin çıkış kapısına gelmiştik. Bu kapı, stadyuma açılan kapının tam karşısında olduğundan, dışarıda fazla kalabalık yoktu. Çabucak merdivenleri tırmandık, ilk gelen otobüse atlayarak otele doğru yola koyulduk. Birkaç durak sonra otobüsten inip yürümeye ve bu şekilde dükkanları da görmeye karar verdik.

Her taraf eski binalar, tarihi eserlerle doluydu. Ulaşım araçları, Sofyada ve Bükreşte olduğu gibi çok çeşitliydi. Tren, metro, tramvay, otobüs, taksi, hop on – hop off denilen üst katına oturarak şehir turu yaptığını otobüsler,  ayrıca Tuna nehri üzerinde yük ve yolcu gemileri vardı. Sokaklarda kiralık bisikletler ve kişisel bisikletler için park yerleri  bulunuyordu. Sokaklar maalesef beklediğimiz kadar temiz değildi. Sofya ve  bükreşteki gibi sokaklarda dilenciler dolaşıyordu. Bir metro durağında, bir adam kanlar içinde yatıyordu. Bulgaristan ve Romanyada olduğu gibi, Macaristanda da halk eğlenceye meraklıydı. Bunu en kolay izah etmenin yolu, meyhane türü bir mekanın tabelasını burada paylaşmaktır. DÜkkanın ismine lütfen dikkat ediniz.  DRINK ALL NIGHT. Yani, Sabaha Kadar İçiniz.

Haftaya Devam etmek üzere…

YANGINDAN MAL KAÇIRMA EKONOMİSİ

Ülkemizde  neredeyse her sene birkaç tane yeni üniversite açılıyor, Öğrenci sayısı artıyor. Yeni 5 yıldızlı oteller, casinolar yapılıyor, turist sayısı artıyor. Bunlara hizmet yetiştirmek için dünyanın her yerinden işçileri Kuzey Kıbrısa getiriyoruz. Trafiğe çıkıyorsunuz, karşılaştığınız araçların yarıdan fazlası iş makinası. Beton pompaları, transmikserler, kum-çakıl veya asfalt taşıyan kamyonlar, inşaat malzemesi taşıyanlar. Daha da fazlası iş makinalarını taşıyan , inşaat malzemesi veya hayvan yemi taşıyan tırlar ve daha birçok vasıtalar, Yapılan yollar trafiği kaldırmıyor, bundan başka, en yeni yolumuz bir sene sonra 20 yıllık yolmuş gibi çöküyor, yarılıyor, kullanılmaz duruma geliyor.

Bu durumu görenler ülkede iş yaşamının son derece verimli olduğunu, ülkede yaşayanların refah seviyelerinin çok yüksek olduğunu, insanların  memnun –mesut bir şekilde yaşadığını sanmaktadır. Ama aslında öyle mi, biraz karıştırsak altından ne çıkacak. İşte bu merak çerçevesinde trafikte bir dolaşalım dedik. Bakalım neler göreceğiz.

Önceleri Hür Teşebbüs denirdi. Daha doğrusu rahmetli Süleyman Demirel öyle derdi.  Bunu söylerken, özel sektörü kastediyordu. Sanki bir de “tutsak teşebbüs” varmış gibi.  Yıllar sonra bizim politikacılarımız yeni bir kavram geliştirdi, adına da Serbest Piyasa Ekonomisi dendi. Sanki bir de yasaklı piyasa ekonomisi varmış gibi.  Kendimize özgü bu  Serbest Piyasa Ekonomisi  düzeninde Hür Teşebüsümüz, kendi geliştirdiği kurallar çerçevesinde yarım asırdır ayakta kalmaya çalışıyor. Bu Hürrüiyet, bu serbestiyet işe yaramadı. Gelişmeyi unuttuk, ayakta kalmaya çalışıyoruz.

Ticari araçlar, İş makinaları sabah namazından gece yarısına kadar yolalrı arşınlayıp iş yapmaya çalışıyor. İş adamlarına soruyoruz:”İşler nasıl” Elcevap: “İş çok, para yok” Yani bu kadar emek, bu kadar vasıta, bu kadar enerji bunun için mi harcanyor. Madem para yoktur, neden iş yapılıyor. Bu işlerin parasını kim ödeyecek? Gece çalışmazsak, gündüz yaptığımız işlerin parası ödenmeyecek mi?  Amaçsız bir şekilde sokaklarda dolaşanlar , ki bunların önemli bir kısmı uyuşturucu pazarlıyor, tecavüzcü veya gaspçıdır,  çevreyi kirletmeyedevam mı edecek?

Devlet bu kadar yabancı işçiye çalışma izni verirken, işçileri getiren iş adamına bu işçileri çalıştırabilirsin darken, hiç mi beklentisi yoktur. Dışarıdan işçi gelecek, bunlar bizim işletmelerimzide çalışacak, işletmelerin verimi ve kârı artacak, bana da vergi verecekler, ben bu vergilerle yol, okul, hastane yapacağım diye beklentisi yoksa, bu izinleri neden veriyor?
Bu koşulları incelediğimiz zaman,  ne devletin, ne meslek odalarının ne de yerel yönetimlerin hiçbir beklentisi yoktur. Prosedüre göre çlışma izni veriliyor, gerisi onları ilgilendirmiyor.  Hal böyle ise, bence işletmeler günde 8 saat çalışsın, yapılacak olan binalar bir senede değil iki senede tamamlansın, yollarımız bozulmasın, dışarıya ödediğimiz vasıta ve akaryakıt masrafları azalsın, devletimiz yollara harcayacağı paradan artacak olanla okul yapsın, hastane yapsın. Ovalarımız arsaya, tarlalarımız yarım inşaatlardan oluşan köylere dönüşmesin, çevremiz daha temiz kalsın. Etrafı temizlemek için sivil toplum örgütleri enerji tüketmesin, daha yararlı aktiviteler düzenlesin. Belki düzenlediğimiz panayır sayısı da artar (!!!!!)
Bu ekonomik model bence ne bir HÜR TEŞEBBÜS”  ne de bir “SERBEST  PİYASA EKONOMİSİ”  dir. Bunun adı bence “YANGINDAN MAL KAÇIRMA EKONOMİSİ” dir.

Tüm okurlara iyi bir hafta dilerim