Değerli Vatan okurları,  hepinize   iyi bir hafta dileyerek 41. Hafta kaldığımız yerden yazımıza devam ediyoruz.

II. VİYANA SEYAHATİ- Kahvaltıda bira, akşam yemeğinde  de bira

4 Eylül 2018 günü Viyana Belediyesindeki görüşmeleri tamamlayıp öğleye doğru Landstrasse istasyonuna geri dönmüştük. Bu istasyon 5-6 katlı bir binadır. Bodrum katlarında gemi, metro , otobüs hatlarına bağlantılar, zemin katta bilet satış ofisleri, otobüs bağlantıları ve marketler bulunmaktadır. Üst katlar AVM ve restorantları barındırır. Öğle yemeğini burada yedik. Fiyatlar  Kıbrısa göre 2-3 kat pahalı. Bir bardak sıkma portakal suyu 5 euro, hamburger 13 euro civarında.

AVM ler genellikle marka mağazalarıyla dolu. Çok pahalı olanlar var, ender de olsa, Kıbrıstaki aynı markaya göre daha ucuz olanlar da. Zemin katta istasyonun dışında bir meydanlık var. Burada da birçok mağaza ve restorantlar yer alıyor. Bunların içinde Türk ve Ortadoğu yemeklerini sunanlar da bulunuyor.  Bunun yanında bu meydanlık bisiklet ve motosiklet park yeri olarak kullanılıyor.  Akşama kadar Landstrasse istasyonu ve otelin civarında dolaştık. Akşama doğru  tüm bar ve restorantlar  dolmuştu. İşten çıkan viyanalılar evlerine giderken ya bir restoranta yada bir bara gidip bişeyler atıştırıyordu. Muhtemelen evlerinde yemek pişirmiyorlar.

Ertesi gün biraz değişiklik olması için Kıbrısta bulamayacağımız bir mekana uğramaya karar verdik. Viyana Hayvanat bahçesi görülmeye değer yerlerden biriydi. Metroyla gidip hayvanat bahçesine en yakın durakta indik.

Kapıdan girince önce çok büyük bir park buluyorsunuz. Her taraf ağaçlık, çiçek dolu, rengarenk büyük bir park.İçinde çok değişik  stilde yapılar var. Ana kapıdan girdikten sonra yaklaşık bir saat yürüyüp hayvanat bahçesinin girişine vardık. Hayvanat bahçesinde zürafadan penguene, gergedandan  dev kaplumbağaya kadar çok farklı hayvanlar vardır.  Önce akvaryumu bulursunuz. Oldukça zengin bir akvaryumdur.  Daha sonra diğer hayvanların bulunduğu bölümler gelir. Her bölümde o hayvanlarla ilgili bilgilerin bulunduğu panolar bulunmaktadır.  Ziyaretçi sayısı çok fazla. Grup halinde ziyaretçiler. Öğrenci kafileleri, yabancı turist grupları… Ama alan çok büyük olduğu için zaman zaman kendinizi yalnız hissedebiliyorsunuz.

GÖRMEDİM, DUYMADIM, BİLMEM.

En ilginç bölümler akvaryum, yılanlar, penguenler ve bir de 3 maymunu sembolize eden maymun mankenleridir.

en çok olitik tartışmalarda kullanılan “Görmedim, duymadm, bilmiyorum”  felsefesini temsil eden bu mankenler, daha doğrusu heykeller Gottfried Kumpf tarafından 2016 yılında bronzdan yapılmış. Ağırlığı 450 Kg’dır.  Hayvanat bahçesinin çeşitli yerlerinde, çeşitli dillerden yazılarla ziyaretçiler hayvanları korumaları konusunda uyarılıyor.  Bu uyarı yazılarınan bazıları: İngilizce olarak “Hayvanları doğal ortmlarında muhafaza ediniz”; Türkçe olarak “Hayvanları  görün, türleri koruyun”

Aslanların olduğu bölümde ise bu bölümün Sabine Janiba tarafından inşa edildiği yazılı olup kendisine teşekkür edilmektedir. Hayvanat bahçesi çok büyüktür ve civarında da görülmeye değer birçok yer vardır. Bu nedenle sabah girenler akşama kadar ancak bitirilebilir. Yürüyerek dolaşmayı herkes göze alamaz. Hele küçük çocukları bulunanların bunu başarması hiç mümkün değildir. Bu nedenle arabalar, faytonlar hizmet vermektedir. Ayrıca çocukları bindirip çekerek gezdirmek için tekerlekli minyatür arabalar bulınmaktadır.
Biz hayvanat bahçesinin kapısından  sabah saat 09.25 te girdik. Arada birkaç defa kahve molası vererek saat 12.25 te hayvanat bahçesinden çıkabildik. Tam 3 saatimizi harcamıştık ve bazı bölümleri çok çabuk geçmiştik. Tam değerini vermek isteyenler en az yarım gününü hayvanlara ayıtmalıdır.

Tabii hayvanat bahçesinin dışındaki yapıları görmek için harcanacak zaman ekstradır.En azından yarım gün de ona harcamak gerekmektedir.  Haftaya devam etmek üzere.

30 SOĞUK GÜN:   KIRK KATIR MI, KIRK SATIR MI?

Ertesi gün gerçekten bizi alıp birkaç yüz metre ilerideki bir tarlaya götürdüler. Sadece biz değil, Lapta ve Vasilyadan  gelmiş olan 10-15 aileyi orada toplamışlardı.

Erkekler hemen işe koyuldu. Birkaç kişi kazmayla kuyu kazmaya başladı. Birkaç kişi de tarlaya getirilen çadırları kurmaya başlamıştı. Akşama doğru çadırlar tamamlanmış, her çadıra bir aile yerleştirilmişti.  10 – 15 aile için bir de tuvalet hazırlanmıştı.
Hayvanlarımızı da çadırın yanına bir yere bağlamıştık.

Bu çadır yaşamına alışmaya çalışıyorduk.  Çadırların üç tarafı toprağa gömülmüş, bir tarafta kapı bırakılmıştı. Kapının içine de topraktan bir set yapılmış, yağmur sularının içeriye girmesi bu şekilde önlenmişti. Herkes bir hellim tenekesi bulmuş, civardan toplanan dalları yakarak çadırın içini sıcak tutmaya çalışıyordu. Birkaç gün sonra  çadırların bulunduğu tarlanın birkaç yüz metre doğusuna, köyün hemen dışındaki derenin kenarına, mevziler kazılmaya başlanmıştı. Lefkoşada sur içinde tek tük gördüğümüz sten silahlarından sonra burada artık açıktan piyade tüfeğiyle nöbet tutan sivilleri görmeyi yadırgamıyorduk.  Açık arazide silahla nöbet bekleyen bu siviller, kendimizi güvende hissetmemize yarıyordu ama, bir saldırı gerçekleşirse ne kadar başarılı olunacağı belli değildi.
Zeytinlik köyünden Lefkoşa’ya iki güzergah üzerinden gidilebiliyordu. Eğer  araba veya otobüsle gidilecekse, Rum barikatından geçip Girneye ve oradan da ikinci barikatı geçip Boğaza gitmek mümkündü. Rum barikatını geçmeyi göze alamayanlar için ikinci bir güzergah vardı. Yürüyerek St Hilarionun yanındaki Kadifekale Bar’a gitmek ve orada, Lefkoşadan gelen otobüslere binip Lefkoşaya gitmek mümkündü. Bu güzergahta Rum yoktu ama, dondurucu soğukta en az yarım saat açıkta  yürümeyi gerektiriyordu. Asıl “ Kırk katır mı, kırk satır mı” sorusuyla karşı karşıya bulunuyorduk.

21 Aralık günü Lefkoşada başlayan olayların üzerinden bir ay geçmişti. 30 soğuk gün. İşte bu süre sonunda artık çadır yaşamına alışmaya başlıyorduk ki, bir gün   Bilelle köyündeki ninemiz çıkageldi. Bu dondurucu soğukta, her türlü tehlikeyi göze almış, Bilelle köyündeki Arif ağa (Arseven) adlı kişiyi ikna etmiş, onun minibüsüyle iki tane Rum barikatını geçmeyi göze alarak, Zeytinlik köyüne gelmişti.  Bir çadırı bile doldurmayan eşyalarımızı Arif Arsevenin  minibüsünün damına yerleştirdik. Bir keçi, bir koyun ve bir oğlakla tavuklarımızı da  minibüsün içine koyduk. Ben, babam, annem ve kardeşim Hasan da minibüse bindik ve Bilelle köyüne gitmek üzere,  Rum barikatına doğru yola çıktık.  İki ay dolmadan, ikinci bir yolculuğa başlamıştık ve bu yolculuğun da ne zaman sona ereceği yine belli değildi.

Haftaya buluşmak üzere