Değerli Vatan okurları,  hepinize   iyi bir hafta dileyerek 46. Hafta kaldığımız yerden yazımıza devam ediyoruz.

GEZİ SONRASI

Balkanlar ve Orta Avrupa ülkelerinde yapmış olduğumuz temaslar sona ermişti. Gezi sırasında çeşitli belediyelerle yürütmüş olduğumuz temasları Belediyeler Birliği başkanıyla görüşmek üzere  Belediyeler Birliği Başkanından randevu aldık. Görüşme faza uzun sürmedi ama görüşmenin benim açımdan başka bir anlamı daha vardı. Bugün Belediyeler Birliği  tarafından kullanılmakta olan bina, benim ortaokul öğrenciliğimin geçtiği binaydı. Buraya zaman zaman bazı temaslar yapmak üere geliyorum. Ders gördüğümüz odaları ve arkadaşlarımızla yaşadıklarımızı hatırlarım. 21 Aralık  1963 tarihinden önce burası Atatürk Ortaokulu iken, Şht. Hüseyin Ruso beden eğitimi öğretmenimizdi.  Beden eğitimini, avlunun güneydoğu  tarafında  yapıyorduk.  Merdivenlerde bile unutamayacağım anılar vardır.  Bunların bazılarını  ileriki haftalarda belki paylaşırım.  

Ortaokul müdürümüz Fikri Duran binayla ilgili olarak şunları söylemiştir: Bu bina, Osmanlılar adayı fethetmeden önce rahibe okuluymuş. Sonradan Selimiye camisine dönüştürülen Aya Sofya Kilisesine ait bir mekanmış. Hatta yer altından bir tünelle ikisi birbirine bağlıymış. Okul binasında kuyular vardı. Bunlardan birisi bir gün çökmüş alt kattaki sündürmenin içinde, tam merdivenlerin önünde koskoca bir  çukur açılmıştı. Olay ders saatinde olduğu için öğrenciler sınıfta olduğundan kimseye bişey olmamıştı.

Bu bina surlar içinde birçok tarihi binanın yanında yer alıyor. Güney tarafında Selimiye Camisi, Bedesten, Bandabuliya, Deveciler Hanı ve Sultan Mahmut Kütüphanesi, Doğusunda Taş Eserler Müzesi, Bayraktar kışlası ve Haydarpaşa Camisi bulunmaktadır. Bunların her biri anlatılmaya değer başlıbaşına birer tarihi eserdir. Yüzyıllardır ayakta ve fonksiyonlarını yürüten binalardır.
Bu hafta bunlardan Sultan Mahmut Kütüphanesi ile bazı bilgiler aktaralım. Olanak bulursak haftaya diğerlerine de  göz atarız.

Sultan II. Mahmut tarafından1829 yılında inşa ettirilmiş olan Sultan II. Mahmut Kütüphanesi kubbeli büyükçe bir odayla, yine kubbeli ve kemerli bir sundurmadan oluşmaktadır.

Arap Ahmet Camii gibi klasik Osmanlı Cami ve Medrese mimarisinin bir örneğidir. Kütüphanede 1700 kadar kitap bulunmakta, bunların arasında el yazması Kur’an-ı Kerim ve değerli Arapça, Türkçe ve Farsça kitaplar yer almaktadır.
2008 yılında Vakıflar İdaresi tarafından restore edilerek araştırma kütüphanesi olarak hizmet vermeye başlamıştır.

Haftaya devam etmek üzere.

OKULLAR BİR SENE KAPALI KALDI-ERTESİ SENE BİR YILDA İKİ SINIF OKUDUK

Eylül 1964 yılına kadar okullar kapalı kalmıştı. Bielelle köyünde  hayat koşulları son derece kötüydü. Ortaokulların daha fazla kapalı  kalması da beklenemezdi. Ancak öğrencileri okula götürecek vasıta yoktu. Kırnı şoförü Hüseyin Hacıyarıma Bilelledeki öğrencileri de alıp Kırnılı öğrencilerle birlikta Lefkoşaya götürme, akşamüstü de tekrar köye taşıma görevi verildi. Bayraktar Ortaokulun binası mücahitlere karargah yapılmış, adı da Bayraktar Kışlası konmuştu. Ortaokul binası olarak, bizim Atatürk Enstitüsünün son kullandığı bina vardı. Bugün Belediyeler Birliği binası olarak kullanılmaktadır. Bundan başka, okul binasının  kuzeyinden geçen yol o zaman yoktu. Yolun kuzeyinde bugün çeşitli derneklerin kullanımında olan binalar da okulun bir parçasıydı ve oralarda da eğitim yapılıyordu. Bu yol, sonradan açılmıştır.  1964/65 ders yılında iki okul birleştirildi. Atatürk Enstitüsünün binasında Bayraktar Ortaokulu adıyla eğitim verilmeye başlandı. Ancak bina çok küçük olduğundan çift tedrisat yapılıyordu. Bir kısım öğrenciler sabah, geriye kalanlar öğleden sonra okuyordu.Beni öğleden sonra eğitim gören sınıfa vermişlerdi. Birinci sınıfı olaylar nedeniyle okumadığımız için yılbaşına kadar birinci sınıfı okuduk, yılbaşından yaz tatiline kadar da ikinci sınıfı okuyacaktık.  Çift tedrisat yapıldığı halde sınıflardaki öğrenci sayısı çok fazlaydı. Bizim sınıfta 60 kişiden fazla öğrenci vardı. Sabah Hacıyarımla Lefkoşaya geliyor, saat 13 e kadar Akıle teyzemin evinde okul saatini bekliyordum.   

Okul müdürümüz Fikri Duran bey de Kırnı (Pınarbaşı) dan bizimle birlikte Hacıyarımın otobüsüyle geliyordu. Sınıf Hocamız   Selami beydi. Tabiat Bilgisini Hasan Behçet öğretmen veriyordu. Birçok hocamız değişmişti. Beden Eğitimi  hocamız Hüseyin Ruso Küçük Kaymaklı savaşında şehit olmuştu. Bazıları diğer ilçelerde kısılmıştı.  Resim, el işi  ve Beden eğitimi dersleri kaldırılmıştı. Matematik hocamız eskiden olduğu gibi Remziye Yeşilada idi. Bu karmaşık düzen içerisinde sınıf kaptanlığı ihmal edilmemişti. Sınıf  kaptanımız, Atatürk Ortaokulunda olduğu gibi Ayten Özay idi.  Atatürk ortaokulundan gelen sınıf arkadaşlarımız arasında Conkbayır kardeşler (İkiz olan Kemal ve Ahmet) , Ali Eryiğit ve kızkardeşi Konce, Gönyelililer (Şht. Osman Benli, Mehmet Zeki, Hasan Konuşur), Yorgoz’lu (Tepebaşı) Salih Hasan, Bilelleden Mehmet Refikoğlu ve daha birkaç kişi vardı. Geriye kalan yaklaşık 50 kişi, Bayraktar Ortaokulundan gelen öğrencilerdi.

İki sınıfı bir senede okumak çok zor olmuştu. Yağmurlu günlerde yol toprak olduğu için çamur oluyor, otobüs kayıyordu. Bir keresinde o kadar çok çamur vardı ki, otobüs neredeyse kayıp köprüden uçacaktı. İşte o günden sonra Hacıyarım yağmurlu  havalarda köye gelmemeye başladı. Çamur olan günlerde köyden Kırnı- Ayırmola yol ayırmına kadar yürüyerek gidiyor, orada bizi bekleyen otobüse biniyorduk. Asfalt yol, oraya kadar geliyordu.

21 Aralık 1963 tarihinden bir yıl sonra  yaşantımız bu şekilde devam ediyordu. Laptaya, köyümüze dönme umutlarımız hergün biraz daha azalırken, garip bir rüya, gittiğimiz her yerde uykularıma giriyordu. Güya otobüsle okula gidiyorduk. Otobüsün nereden ayrıldığı açıkça belli değildi ama, Gönyelinin o büyük yokuşunu inerken otobüsün sağ tarafında, yani bugünkü Aşıklar Tepesinden Gönyeliye inerken batı tarafta bir köy  varmış. Bu rüyayı, Laptadan göç etmeden önce görmeye başlamıştım. Templosta geçirdiğimiz 2-3 haftalık çadır hayatında da, Bilellede kaldığımız süre içinde de, birçok defalar görmüştüm. Oradan her geçişimizde yolun batı tarafına bakıyor ama doğal olarak köy falan göremiyordum. Bu rüyanın gerçek olup olmadığını ileriki senelerde yaşayacaklarımız bana gösterecekti.

GÖNYELİ MÜCAHİTLER BAHÇESİ
Sebze  eksikliğinin giderilmesi amacıyla Gönyelide Mücahitler Bahçesi diye bir bahçe kurulmuştu. İdari olarak Gönyelideki mücahit komutanlığına bağlıydı. Yöneticisi ise ziraat mühendisi Niyazi beydi.  Ziraat işinden anlayan Laptalılar işe alınmışlardı. Halil Dolmacı, Ahmet Aşkar, babam, Asaf Sepetçi ile oğlu Ahmet ve daha bazı kişiler bu bahçede çalışıyordu.. Gönyeli barajındaki sudan da yararlanılarak hatırı sayılır bir üretim yapılıyordu. Bamyadan Taze fasulyaya, patlıcandan karpuza kadar birçok sebze üretiliyordu. Mücahitlerin ihtiyacı olan sebze karşılandıktan sonr artanlar piyasaya veriliyordu.  Okul tatil olunca ben de orada çalışmaya başladım.

Laptadaki zaman zaman çıkan varil taşıma işini bir tarafa bırakırsak, bu benim para kazanmak için girdiğim ilk işti. Yaz aylarınn o bunaltıcı sıcaklarında bütün gün güneşin altında çalışmak kolay değildi. Bahçe köyün doğu tarafındaydı. Bugünkü yapılaşma henüz yoktu. Bahçeden Ortaköye kadar yolun sol tarafında bir ev, sağ tarafında ise mezarlık vardı. Ertesi sene mezarlığın karşısında dolu tuğla imal eden bir gamini kurulacaktı.

Bahçenin yanındaki evde oturan kadın yaşımız küçük olduğundan bana ve Ahmet’e çok acıyordu. Zaman zaman biz istemeden sürahiye  buzdolabundan su doldurur, “gelin çocuklar. Hava çok sıcak, size soğuk su getirdim”  diyerek bize ikram ederdi. Laptadaki ve Bilelledeki evimizde elektirk ve buzdolabı olmadığı için, daha önce içinde buz olan su hiç içmemiştim.Hiç unutmam, ilk seferinde kadın bize şeffaf cam bardakta buzlu su getirdiğinde, ben suyun içinde yüzmekte olan yaprak inceliğinde buzu görünce: “Bu kadeh kırık, suyun içinde cam var” diyerek suyu kadına geri vermiştim.

Haftaya buluşmak dileğiyle.