Değerli Vatan okurları,  hepinize   iyi bir hafta dileyerek 51. Hafta kaldığımız yerden yazımıza devam ediyoruz.

Valensiya uçağını beklerken, Roma havaalanında biraz dolaşmak fırsatımız oldu. İtalyanlar turistlerden para toplamanın yolunu bulmuşlar. Otantik italyan ürünleri raflarda tüm çekiciliğiyle yer almaktaydı. Çeşit türde zeytinler, zeytinyağı, makarna çeşitleri, diğer hediyelikler yanında limon suyu bile gösterişli şişelerde ziyaretçilere sunulmuştu. Bunları görünce yaklaşık 25 sene önce bir grup arkadaşla brlikte yapmış olduğumuz bir girişimi hatırladım.

HERKES GİDER MERSİNE…

Kıbrısa özgü otantik ürünlerin   Ercan duty free shoplarda  satılmasını sağlamak için bir kooperatif kurmak istemiştik. Bu işe öncülük etmek üzere 8-10 iş adamının desteğini sağlamıştık. Kıbrısa özgü macunlar, pekmez, bal gibi ürünler, sele-sepet, çeşitli nakışlar v.s den oluşan bir liste hazırlayıp kooperatifler mukayyitliğine başvurduk. Aldığımız tepki korkutucuydu. Neredeyse dayak yiyecektik. O zamanki kooperatif işleri dairesi müdürü bizi çağırıp deyim yerindeyse haşladı. “Bütün kooperatifler batıyor. Siz kooperatif kurarak başımıza iş açmaya mı çalışıyorsunuz. Zengin iş adamlarını toplayıp geldiniz, böylee kooperatif mi olur?  diye kızdı. Halbuki zengin dediği iş adamları buna ihtiyaçları olduğundan değil, kooperatifin kurulmasına mali ve manevi destek vermek için bizimle birlik olmuşlardı. Bu ortamda kooperatifin başarılı olamayacağı gün gibi ortadaydı. Fazla ısrar etmedik ama mücadeleden de vazgeçmedik. On sene kadar sonra bir dernek kurup bu dernek vasıtasıyla bayındırlık bakanlığına müracaat ederek Ercan’dan yer vermelerini istedik. Bize verilen yanıt: “Gelin size Çayırovada bir bina verelim. Ücret de ödemeyiniz. Oradan faaliyetlerinizi yürütünüz” şeklindeydi. Gene durakladık. Birkaç sene sonra Ercan havaa alanında yeni bir düzenleme yapılmştı. Dükkanlar ihaleye çıkmıştı. Biz tekrar bayındırlık bakanlığına gidip adadaki tüm üreticilerin ürünlerinin sergilenip satılması koşuluyla yer verilmesini talep ettik. Bakan bizi Kabul etti, dinledi. En sonunda da bize şu cevabı verdi: “Bildiğiniz gibi dükkanlar için  ihale açtık. Taban fiyatı ayda 3500 eurodur. Siz de teklif verin . Size kalırsa dükkanlardan birini veririz. Şeffaf bir ihale olacağı için sanırım memnun kalırsınız”  
Tabii ki bu fiyatla bizim teklif vermemiz mümkün değildi. Sonuçta dükkanlarda  yabancı kişiler viski, sigara, deri ürünleri, çay vs satmaya başladı. Yerli ürünler duty free shoplarda değil, terminal giriş bölümündeydi. Burada ziyaretçilere ürün vermek kolay değildir. Biz vazgeçtik. Üç sefer böyle bir yer için başvurmuştuk. Her seferinde değişik siyasi partilerle muhatap olduk. Hiçbiri de böyle bir fikrin hayata geçirilmesine yardımcı olmadı.  Roma havaalanında litresi 21 Euro’dan  zeytinyağı ve  15 Eurodan limon suyu satılıyordu.  İşte Roma havaalanında bu ürünleri görünce kendi ülkemizin böyle bir olanaktan yoksun olması beni yeniden yaraladı.

Uçak saat 20 civarında havalandı. Bir Roma macerası daha sona ermiş, Akdenizin öteki ucundaki İber yarımadasına doğru yolculuğumuz başlamıştı. Saat 22 civarında Valenciada ve 22.30 da oteldeydik. Üç yılda en az 10 ülke dolaşmıştık ama ilk defa havaalanından otele taksiyle gitmiştik. Gece geç olduğu için  ne sokaklarda bir insan vardı ne de açık bir dükkan. Ertesi gün sabah uyandığımız zaman otelin penceresinden Valensiya’nın ilk görüntülerini karşımızda bulmuştuk. Otel NH Valencia Center idi ve Carrer de Ricardo, Micó’da idi. Havaalanından 11 km uzaklıkta yer alan modern, 4 yıldızlı ve 12 katlıydı. Terasta  yüzme havuzu, solarium ve spor salonu  ile bar vardı. Odaların bazılarınan Turia parkı görülüyordu.

Valensiya, İspanyanın güneydoğusunda, Turia nehrinin Akdenize boşaldığı noktada yer alan bir sahil kasabasıdır.  Bilim ve sanat kenti olarak tanınmıştır. Planetaryum, oşinariyum, interaktif müzeleri de içeren fütüristik yapılarıyla tanınmıştır. Yürüyüş yolları, plajları, gölü ve sulak alanları olan bir kenttir. Tarihi eserleri de boldur. Madrit ve Barselonadan sonra İspanyanın üçüncü büyük kentidir. Nüfusu 1.5 milyondan fazladır. Kent, M.Ö 138 yılında konsül Decimus Junus Brutus Callaicus tarafından bir Roma kolonisi olarak kurulmuş . MS 714 yılında Araplar şehri istila ederek kendi dil, din ve kültürlerini buraya getirmişler. Bunların yanında sulama sistemlerini geliştirmişler, yeni tarım ürünlerinin üretimine başlamışlar.  1238 de Aragon kralı  I. James şehri fethederek Valensiya krallığını kurmuş ve kenti  savaşta kendisine yardım eden asiller arasında bölüştürmüş . 18. Yüzyılda İspanya kralı V. Filip bu kralllığı ortadaan kaldırmış 1812 de Jozef Ponapart  burayı İspanyanın başkenti yapmış.  1936 ve 1937 de de ikinci İspanya Cumhuriyeti döneminde de şehir, İspanyanın başkenti idi.

Konferansa ktılmadan önce kahvaltı salonuna gittik. Kahvaltı muhteşemdi. Hani derler ya, bir kuş sütü eksikti. En az elli çeşit yiyecek ve bir o kadar da içecek vardı. Kahvaltıdan sonra konferansa katıldık. Amerikadan Japonyaya, Mısırdan  İngiltereye kadar birçok ülkeden konuşmacı ve konuklar gelmişti. Kuzey Kıbrıstan benimle birlikte Yakındoğu Üniversitesinden  Prof. Dr. Şanda Çalı hocanım vardı. Öğle yemeği de, kahvaltı gibi bir harikaydı. Garsonlar  şov şeklinde servis yapıyorlardı.  Neredeyse masa byüklüğündeki  bir tepside getirdikleri pilavın görünümü de, lezzeti de bir harikaydı.

Saat 16 civarında  konferans bitince civarda biraz dolaşmaya çıktık.  NH Valencia oteli, metroya birkaçyüz metre uzaklıktaydı. İkisinin arasında İspanyanın her tarafına yolcu taşıyan otobüslerin hareket noktası olan otogar vardı. Yollar tertemizdi,  caddeler turunç ve hurma ağaçlarıyla süslenmişti. Avrupanın her tarafında olduğu gibi yine bir Türk tarafından çalıştırılmakta olan bir dönerci dükkanı karşımızda duruyordu.Metro istasyonunun hemen yanında koskoca bir alışveriş merkezi vardı. Böyle bir alışveriş merkezine  gezmiş olduğumuz ülkelerden sadece Singapurda rastlamıştık. Singapurda,aralarında 500 metre mesafe olan  iki büyük caddenin arasında koskoca bir alışveriş merkezine rastlaıştık. Bu alışveriş merkezi belki de 50 tane 2-3 katlı binadan oluşuyordu ki her binada en az 50 tane dükkan bulunuyordu. Valensiyadaki  alışveriş merkezi ise yaklaşık olarak 100 metre uzunlukta ve 50 metre genişlikte bir tanesi 5 katlı, diğeri üç katlı iki binadan oluşuyordu. İçeride arayıp da bulamayacağınız hemen hemen hiçbişey yoktu.

Bir markete girip tüketim mallarının çeşitliliğini, kalitesini ve fiyatlarını ncelemeye koyulduk. Vitrindeki patatesleri bizdekilerle karşılaştırınca “Bu kadar temiz patates nasıl olur” diye  hayret etmekten kendmizi alamadık. Sanki oradaki patatesler toprak altında değil de domatesler gibi ağaçtan toplanmış intibaı veriyordu. Şekil ve büyüklük olarak neredeyse birbirine eşit olan patatesler ayna gibi parlıyordu ve üzerlerinde değil toprak, toz bile görmek mümkün değildi. Fiyat ise kilosu 1.45 euroydu. Aynı dönemde bizdeki patates fiyatları da 10 TL den fazlaydı. Yani kalitede bizimkileri solda sıfır bırakan patatesler fiyat açısından bizden daha uygundu.
Kasap reyonları çok müthişti. Bütün butler, kurutulmuş olarak rafları süslüyordu. Aynı etlerden  Avusturya’daki marketlerde de görmüştük.

Kıbrısta suya fazla para ödemediğimizden yabancı ülkelerde en fazla ağırımıza giden şişe suyuna para vermek oluyordu. Bize göre astronomik fiyatları vardır. Örneğin Katarda havaalanında şişe suları 30 liradan fazlaydı. Avrupada  da yerine göre 20 ile 30 TL arasında değişmektedir. Konferansta istediğimiz kadar şişe suyu bedavaydı. Bu durum çok hoşumuza gitmişti. Hatta konferansta verilen sulardan  artanları alıp odamıza bile çıkarmıştık.

Akşam yemeğini alışveriş merkezindeki  fastfood  restorantlardan birinde yedik. Gündüz bayaağı yorulmuş olduğumuzdan ve geceleyin bölgede yaşam durduğundan, erkenden odamıza çekildik. O geceyi dinlenerek geçirdik ve ertesi sabah erkenden kalkıp kahvaltıya indik.  Bir gün önce olduğu gibi nefis bir kahvaltıdan sonra konferans başlayıncaya kadar civarda dolaştık. Otel çift şeritli ve bölünmüş bir caddenin üzerindeydi. Karşıda geniş bir kaldırım vardı ve boydan boya turunç ağaçları bulunuyordu. Ağaçların arasında kaldırımda  aşağı yukarı 10 metrekare büyüklüğünde bir  kum havuzu vardı. Havuzun önünde üzerinde köpek resmi olan bir tabela vardı ve üzerinde PIPI – CAN yazıyordu. Bu havuz, sokakta gezdirilen köpekler için dizayn edilmiş bir köpek tuvaletiydi.  Sokakta gezdirilirken tuvalet ihtiyacı olan köpekler buraya getirilirdi.

Anlaşılan 3 günlük Valensiya seyahatimizde göreceğimiz çok ilginç şeyler olacaktı.  Haftaya devam etmek üzere.