Güç deyince aklımıza ne gelir? Dünyada güç denen ilk olarak şeyle ne zaman ve nerede tanıştık? Gibi sorulara daha da fazlasını bir çırpıda ekleyebiliriz. 
İnsan dünya geldikten sonra aile ortamı içerisinde babasını ve babanın gücünü fark ediyor ilk olarak genellikle. Çünkü çocukların ve annenin yapamayacakları işleri babanın yapabildiğine tanık oluyorlar. Örneğin annenin büyük kardeşin kaldıramayacağı ağırlıkları babanın kaldırması gibi.
İnsan büyüdükçe hele de erkekse eğer yaşıtları içerisinde kendisini bir de güç yarışında bulur. Bir taş parçasını en uzağa kim atar? En hızlı kim koşar? Kavgada, ya da güreşte kim kimi yener’in yanıtları tabii ki daha güçlü olanlardır.
 İlintili olduğu grup içerisinde bir şekilde gücünü kanıtladıktan sonra küçük insanlar, genç insanlar, daha başka bir kimliğe bürünmeye başlarlar bu şekilde grup içerisindeki rolleri de ortaya çıkar. Grubun diğer üyelerine göre güçlü olan üyeleri bir şekilde daha fazla saygı görürler, ve sonunda grup lideliği grup üyelerinin en güçlüleri arasından çıkar.
Sözünü ettiğim güç veya güçlü olma özellikleri arasında sadece fiziki güç anlamında olmayıp, zeka, bilgi ve deneyim sahibi olmak. Daha fazla “şey”lere (para ve araçlar) sahip olmak da güçlü olma belirtileri ve özellikleridir.
Günümüz dünyasında sahip olunan servet ve gelir, bunun sağladığı maddi ve ekonomik olanaklar, bireyleri toplum içerisinde sosyo-ekonomik açıdan konumlandırır. Böylece yurttaşlar sahip oldukları  maddi ve ekonomik imkanlara göre toplum içerisinde bir güç hiyeyarşisi oluştururlar.
İnsanların gelirlerine göre sahip oldukları ekonomik olanakların yarattığı sosyal sınıflar aynı zamanda siyasal yapılanmaya da doğrudan yansır ve siyasal iktidarların yanı siyasal güçlerin oluşumunda belli oranlarda roller oynarlar.
İnsanların ta çocukluklarından tanık oldukları bir başka yaşam gerçeği  kendi güçlerine dayanarak yapamayacakları işleri, güçlerini birleştirerek yapmalarıdır. Tabı ortaklaşa güç kullanmanın sonunda da elde edilen ya da kazanılan mükafatı ortaklaşmaları vardır.
İnsanların toplum olarak tarih sahnesine çıkmaları da kollektif olarak dayanışma zorunluluklarının ortaya çıkması, barınma ve korunmada işbirliği yapmanın aslında herkesin işine geldiğinin anlaşılmasıdır.
Bu toplumsal, daha sonraları da ulusal ve uluslararası birliktelikler olarak ortaya çıkan ekonomik, sosyal, askeri güç birlikleri günümüz dünyasının siyasal haritasını da çizmekte, şekillendirmekte ve renklendirmektedir.
Ancak doğaldır ki hak ve menfaatler olarak ittifaklaşan birleşen bir araya gelen uluslar, karşıt pozisyonlara da girebilirler. Bu karşıtlıklar ulusları, ve uluslararası birlikteliklerin ortaya çıkardığı kampları ve örgütleri de karşı karşıya getirir.
Dünya yaşamı ve koşullarının dinamizmi içerisinde değişebilen ve değişmekte olan ekonomik ve siyasal zeminler, ulusları yeni değerlendirmeler yapmaya da zorlayarak farklı uluslararası anlayış ve birlikteliklerin ortaya çıkmasını da sağlamaktadır.
Bu nedenledir ki ünlü İngiliz bir devlet adamına atfedilen “ İngiltere’nin devamlı dostları ve düşmanları yoktur, devamlı çıkarları vardır” sözleri günümüz dünyasının siyasal ve askersel değişen değişken konumlanmalarını çok iyi biçimde anlatmaktadır.
Çıkarları gereği dost olan ulusal ya da uluslararası aktörler, çıkarlarının çatışma noktasına gelmesi durumlarında düşman pozisyonlarına girmektedirler birbirleri için. Yani çıkarlar için “dün dürdü, bugün bugündür” anlayışıyla siyasal politikalar oluşturulmakta ve yürütülmektedir.
Sonuçta ister küçük gruplar, ister ulusal ya da uluslararası anlamda çok büyük insan grupları olsun, kendi belirledikleri sosyo-kültürel ve sosyo-politik kaynaklı ülkü ve tahayyülleri paralelinde siyasal, ekonomik ve askeri olanaklarının elverdiği ölçülerde  kendiçıkarsal amaçlarına doğru yol almaya çalışmaktadırlar.
Geçtiğimiz gün yer alan Türkiye-AB zirvesinden sonra düzenlenen basın toplantısında ordaki dört lider tarafından söylenenlere bir kez daha göz atın diyorum.
Kim neler söylemiş neden söylemiş bir kez daha düşünün.
Türkiye ve Avrupa Birliği ya da bu birliğin bazı üyelerinin çıkarlarının birçok noktalarda ne kadar karşı karşıya olduğu çok net görülür. Çatışan birçok çıkarlar yanında, bazı çıkarın da örtüştüğü görülüyor. 
Türkiye-AB zirvesi Haziran ayında yeniden gerçekleştirilecek. Çatışan karşılıklı çıkarların, çarpışan boyutlara ulaşmaması için, yakın diyaloğun ve ondan ötesi yakın anlayışın karşılıklı olarak sağlanması her zamankinden daha da fazla acildir.
Son söz olarak, Avrupa Birliği’nin Kıbrıs ve doğu Akdeniz politikalarına Kıbrıslı Türk tarafının dahil edilmemesinin tarihsel ve vahim bir hata olacağını belirtmek isterim. Neyse ki diyalog yolu açıktır, açık bırakılmıştır taraflar arasında. Sorunların çözümünde akıl gücünün ve hakkaniyetin esas alınmasını dileriz yeniden.