Yaşar Ersoy’un Devlet Tiyatrosunda sahneleyeceği oyun Yangın Yeri Kabare oyunu sakıncalı bulunarak sahnelenmesi yasaklandı. Oyununun yasaklanmasından sonra Başbakan Esin Tatar’ın yapmış olduğu açıklama ‘’Bu devlet adına oynatılacak bir oyundur. Devlet adına oynatılacak bu oyunla ilgilide devlette içeriğe bakar. Patron devlet ise devlet buna bakar. İfade özgürlüğü diyerek her istediğinizi çıkıp yapamazsınız. Bu olayı bu şekilde abartmayalım. Bu haksızlık olur.’’ açıklamalarında bulundu. Bu açıklama üzerine Yaşar Ersoy bu benim yediğim ilk sansür değil defalarca bunlarla uğraştım açıklamalarında bulundu.

Soru: Son zamanlarda oyunlaştırmış  olduğunuz oyunla gündemdesiniz. Ona geçmeden önce Yaşar Ersoy kimdir?
Cevap: Toplum beni hemen hemen 50 yıldır tanıyor. Ben 50 yıldır hiç ara vermeden kültür sanat ve tiyatroyla uğraştım. Bu alanda ürettim, yarattım ve toplumla paylaştım. Bugüne kadar sadece tiyatro alanında yüz sekiz oyun ürettim, sahneledim oynadım.
Aynı şekilde bu yüz sekiz oyunun yanı sıra kitaplar yazdım yine tiyatro kültür sanat üzerine ve demokrasi kültürü üzerine özellikle, BRT işbirliğinde altı bölümden oluşan belgesel filmi yaptım.  Işıklar içerinde yatsın Hakan Çakmak görüntü yönetmeniydi ben yönetmeni ve yazarıydım. Kıbrıs Türk tiyatro tarihini anlatıyordu belgesel filminde Osmanlı döneminden bugüne kadar gelebilen. Bunun yanı sıra bu yıl on yedincisi ülkemizde düzenlenecek olan eksikliği duyulan Kıbrıs tiyatro festivalini projelendirdim, başlattım ve kurumsallaştırarak genç meslektaşlarıma devrettim. Çünkü tiyatro festivali o ülkenin tiyatro, sanat ve demokrasi kültürüne önemli katkıları olan bir etkinliktir. Bunu örnek alan diğer belediyeler veya kurumlar da tiyatro festivalleri oluşumları sağladılar. Bunun yanı sıra ben gençlere yönelik çocuk tiyatrosu, gençlik tiyatrosu 1980’li yıllardan beri çalışmalar yürüttüm. Benim yaptığım çocuk ve gençlik tiyatrolarında yüzlerce genç geldi geçti kimisi bunu meslek olarak edindi. Yine aynı şekilde yetişen genç arkadaşlara bu çalışmaları devrettim.
Çünkü bir gelenek oluşturma bir kurumsallaşmayı sağlamak arzusundaydım. Ancak bu şekilde bir ülkenin geleceği sağlanabilir. Kıbrıs Türk Tiyatrosunun dününü araştırdım yani ‘’kim var biz burada yoğ iken’’ şairin dediği gibi. Kıbrıs Türk tiyatrosunun dününü tarihini araştırdım yıllarca bir kitap haline getirdim ve gün ışığına çıkardım. Ayrıca iki toplumun yakınlaşması barış kültürünün oluşması için bizim neslin hatta bizden önceki neslin çektiği acıları göçleri, ölümleri yeni gelecek olan nesillere ister Türk olsun ister Rum olsun bu coğrafyada yaşayan nesillerin aynı acıları yaşamaması için tiyatro sanatı vasıtasıyla iki toplumun yakınlaşması ve barış kültürünün oluşması için çabaladık. Kapılar kapalıyken 1986 yılında başlayarak güneydeki tiyatrolarla özellikle başta Satirgo tiyatrosuyla ilişkiler kurduk, ortak oyunlar yaptık karşılıklı turneler yaptık Kuzey’den Güney’e, Güney’den Kuzey’e hatta İstanbul Tiyatro Festivaline kadar gittik.
Aynı şekilde şu söylemek istiyorum tiyatronun yaygınlaşmasını kültür sanatın ve demokrasi kültürünün toplumda yer bulabilmesi için çeşitli gazeteler ve dergilerde yazılar yazdım. Bu yazıların bir kısmını da kitap halinde topladım. Bundan başka yüzlerce televizyon ve radyo programları yaptım. Ayrıca bir de sanatımın yanı sıra az önce dediğim gibi demokrasi kültürünün oluşabilmesi için ve sanat emeğinin hakkının verilmesi için sendikal mücadeleler verdim. Sendikalarda, yönetim kurullarında çalıştım. Hayatı bu anlamda da örgütlemeye çalıştım. Elimden geleni yapmaya çalıştım. Ayrıca birçok kültür sanat derneğinin kimisinin kurucusu, kimisinin başkanlığı, kimisinin yönetim kurulu genel sekreterliğini yaptım. Efendim ayrıca gerek Güney’de gerekse Kuzey’de  hem  hem de Türkiye’de de oyunlar yapıp turneler düzenledim. Kısacası bende derdimi tiyatro ile anlattım anlamak istemeyenlere de tiyatro vasıtasıyla eleştirdim, kınadım, protesto ettim. Çünkü tiyatro bir sorgulama arenasıdır bir yüzleşme arenasıdır. Tiyatro salt eğlencelik değildir. Tiyatro aynı zamanda demokrasi okuludur.
Antik Yunandan beri ki o dönem bir oyunu binlerce değil on binlerce insan seyrederdi. Meselelerinin sosyal, kültürel tüm meselelerini oyunlarda yüzleşerek çözerdi. Çünkü tiyatro dediğim gibi bir yüzleşme ve sorgulama arenasıdır. Ayrıca bir iletişim aracıdır. Gazetenin olmadığı, televizyonların, radyoların olmadığı dönemlerde medya dediğimiz iletişim araçlarının olmadığı yıllar öncesinden  tiyatro bir iletişim aracıydı. İnsanlar arasında bir demokratik yüzleşme ve haeplaşma sağlıyordu.  Nasıl ki Platon’un dediği gibi  bütün medeniyetlere neredeyse kaynaklık yapmış bir Çağlar boyunca tiyatro sanatı daima egemen güçlerle veya otorite ile barışık olmadı. Çünkü tiyatro sanatı muhaliftir mevcut düzenin anti tezidir. Çok önemli bir sanat, tarih kuramcısı Erns Fischer sanatın gerekliliği kitabında şöyle der’’ sanat insanın dünyayı tanıyıp geliştirebilmesi için gereklidir ama salt özünde taşıdığı  büyü yüzünden gerekli’’ büyü sanatın estetik sanatsal değerleridir. Dünyayı tanıyıp değiştirirken biz sanatsal normları kullanarak  bu işi yaparız. Şimdi bu görüşten hareketle  sanat ve tiyatro özellikle çünkü tiyatro toplumsal bir sanattır. İnsanların karşılıklı göz göze geldiği karşı karşıya geldiği yürek yüreğe geldiği akılla akıla geldiği insanların bir alışverişi ve bir sorgulamasıdır. O nedenle tiyatroyu eğlendirmek  o zaman tiyatroyu salt eğlence olarak düşünmemeliyiz. Eğer öyle düşünürsek bu boş işkembeden bir eğlence olur. Düşüncüye yönelik, eleştiriye yönelik eleştirel bir eğlencedir. Ben toplumsal gerçekçi eleştirel sanata inandım tiyatroya başladığım günden itibaren. Yani 1968-69 döneminde başladım. Önce sahne Limasol’da tiyatro yaptım sonra Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro bölümünde okudum. Mezun olduktan sonra Kıbrıs Türk Devlet Tiyatro’sunda geldim. Ancak beni o dönemde kadroya almadılar. Çünkü o dönemin 68 kuşağının ruhunu aldığımız için ve meseleye bireysel anlamda değil toplumsal bir boyutta baktığımız ve gençlik hareketlerine katıldığımız için o dönemin yöneticileri de o sene tek mezun olan tabiki benden önce olanlar vardı iki üç ağabeyimiz ablamız yani büyüklerimizde vardı. Ancak o yıl konservatuvar mezunu olan bendim. Federe devlet yeni kurulmuştu beni davet ettiler. Türkiye’de kalma gel burada tiyatro yapalım beraber ve geldiğimde kadroya girmek için gençlik hareketlerimde bulunduğum için beni sakıncalı buldular ve almadılar kadroya geçici sözleşmeli aldılar. Bana dedikleri şuydu ‘’seni deneyeceğiz Yaşar Ersoy çünkü sen bir takım gençlik hareketlerinde bulundun’’. Elbette gencim ben hala daha gencim çünkü ben alternatif düşünüyorum ve kendimi hep yenilemeye çalışıyorum. Evet yaşım 70’e geldi ama hala daha gencim yüreğim Nazım Hikmet’in dediği gibi ‘’ yeter ki sol memenin altındaki cevahir kararmasın’’ çarptığı süre ben gencim. Genç düşünmeye çalışırım, bedenim yaş alabilir ama düşünce biçimim gençtir. Dünyayı, sorunları takip ediyorum. Gerek ülkemin, gerek bölgemin gerekse bütün dünyanın sorunlarını ve o sorunlara da kendi dünya görüşüm çerçevesinde bakarım ve toplumcu, gerçekçi, eleştirel oyunlar sahneler yaratır ve seyirciyle paylaşırım.
Yani düşlediğim hayatın yasalarıyla tiyatro yaparım. Bugüne kadar sahnelediğim her oyun biri tarafından ısmarlanmadı. Ben kendi tercihimi yaparak oyunumu sahneledim. Birde şunu söyleyeyim 1975’te gelip Kıbrıs Devlet Tiyatrosunda çalışmaya başladım geçici statüde çalışmaya başladım. Tiyatronun her işini yaptım ve baktık ki orada bir memur anlayışı vardı ve memur anlayışı Kıbrıs Türk Devlet Tiyatrosunu  çürütüyordu. Çünkü bu memur anlayışıyla ne oluyordu siyasetçi ve bürokrat buna müdahale ediyordu. Onun müdahalesi ile sanatın evrensel disiplinleri ve değerleri çiğneniyordu. Oradaki insanlarda bir müddet sonra bundan  bıkkınlık duyuyorlardı. Çünkü yaratıcı olamıyorlardı veya sistemin statükonun uyarıcısı  oluyorlar ve memur anlayışı ile çalışıyorlardı. Şimdi biz geldiğimizde arkadaşlarla bu iş böyle gitmez daha başka işler yapmalıyız. Sanata göre işler veya tiyatro sanatının gereklerini savsaklamayalım diye konuşmaya başladık. Böyle işler yaptığımız içinde o dönemde de yani 1977-78 sezonunda yaptığımız oyunlar sansüre uğradı. Benim başıma sansür ilk defa gelmedi. Hepsini de sıralarım. O yılda oyunu adı Haydan Gelen Huya Giderdi ve müfettiş geldi sansür etti ve tartışmalar yaşadık.  Ardından arkamızdan yine soruşturmalar açıldı ve nihayet bu birikim giderek arttı.
Sendikal bir mücadeleye başladık. Sanatın özgürlüğü ve özerkliği için bunların hepsi belgeleriyle Kıbrıs Türk Tiyatro hareketi kitabında bulunmaktadır. Meraklısı ilgilisi alıp okuyabilir. Ardından Lefkoşa Türk Belediyesi bir festival düzenledi dönemin belediye başkanı da Mustafa Akıncı bugünkü Cumhurbaşkanı ve orada biz Çağdaş sanatçılar Derneği olarak burada adını anmadan geçemeyeceğim Fikret Demirağ bu ülkenin en önde gelen şairlerinden birisi o bu derneğin başkanı bende genel sekreteriydim bu festivale katıldık ve bir oyun sahneledik. Vatandaş oyunuydu ve o günün toplumsal ,kültürel, siyasal sorunlarını anlatan bir oyundu. Neyle anlatıyorduk? Mizahla, hicivle, taşlamayla anlatıyorduk ve seyirci ile paylaşıyorduk. O dönemde de bunu oynadığımız için o dönemin yöneticilerinin otoritesi bundan müthiş derecesinde rahatsız oldu. Ve bizlere ihtarlar verdiler. Ama biz sanatın özgürlüğünü ve özerkliğini savunduğumuz için oynadık ve bizi işten attılar. Sadece beni değil.  Osman Alkaş, Işın Cem, Erol Refikoğlu’nu da…Buda başka bir yasak ve sansür hem de kıyım, işten atılıyorsun oyun oynadın diye. Neden? Mevcut düzenin çarpıklıklarını mizahın diliyle eleştirdik diye ve ardından dönemim Lefkoşa Belediye Başkanı belediye meclisine yaptığı öneri ile bizim atılmamızdan sonra Lefkoşa  Belediyesi Tiyatrosu kuruldu. Lefkoşa Belediye Tiyatrosunun kuruluş kararıydı ve o karar üzerinde bize görevlendirme yapıldı dört arkadaşa Yaşar Ersoy, Osman Alkaş, Işın Cem, Erol Refikoğlu yani bugün toplumun yüz akı olan herkesin alkışladığı o tiyatroyu kurduk. O tiyatroyu kurduğumuzda bizi linç etmeye çalıştılar. Oynadığımız oyunlardan dolayı. Ne anarşistliğimiz kaldı ne vatan hayinliğimiz kaldı ne efendim Rumculuğumuz kaldı. Bütün bunlarla birlikte yine az önce belirttiğim gibi manifestomuz çerçevesinde Lefkoşa Belediye Tiyatrosunun kuruluş manifestosu çerçevesinde düşlediğimiz hayatın yasalarıyla tiyatro, sanat yapmaya demokrasi kültürünün yaratılası için mücadele verdik. Alnımızın akıyla seyircimiz bizi kucakladı biz seyircimizi kucakladık ve gelişti belediye tiyatrosu. İlerleyen yıllarda bir bina yaptık bugün kullandığımız Kızılbaş bölgesinde ki Lefkoşa Belediye tiyatrosu binası dönemim UBP  belediye başkan adayı bu binayı zehirli fikirler saçan bu binayı yıkacağım ve yerine kreş yapacağım diye saldırı kampanyası başlattılar. Bunları neden anlatıyorum bu şimdi yaşadığımız bu sansür ve yasaklama ve baskı ilk değildir. Sonra bu bina sorunumuz olduğu için Atatürk Kültür Merkezindeki Atatürk Kültür Merkezinin bugünkü haline gelmesinin yani 250 kişilik kapasiteli, arkada soyunma odaları, sahnesinin olmasını sağlayan bizleriz. Ben, Osman Alkaş ve Erol Refikoğlu.. Mustafa Akıncı dönemin büyük elçisi İnal Batu’ya bizzat basın bildirileriyle duyurduk. Çünkü oraya 75 kişilik bir konferans salonu yapılacaktı ve onu sağladığımız için bize dediler ki izin vereceğiz sizlere bu salonda oynayın diye. Yine ışıklar içinde yatsın Kıbrıs Türk şiirinin önde gelen kadın şairlerinden Filiz Naldövenin yazdığı bir Köşede Durmak oyununu sahneledik ve talep ettik AKM  de oynamak için. Bize verilen cevap  ‘’Türk ulusunu ve Kıbrıs Türk halkının yüksek menfaatlerine ters, Atatürk ilkelerine aykırı bulunduğu’’ için bu oyunun oynanmasına izin verilmiyor. Bu son olay beni başıma ilk kez gelmedi.
İlerleyen yıllarda da  benzer sansürler ya da yasaklarla dönem dönem belediye yönetimleri de belediye tiyatrosunun oyunlarını denetlemek veya  repertuvarını belirlemek isteğinde bulundu. Bu haddini aşmaydı biz asla dedik öyle bir tablo oluşturduk ki kamuoyunu da yani seyirci, halkı basını da yanımıza alarak sanat özgürdür, sanat özerktir ve öyle yapılmalıdır. Onları gerilettik… Lefkoşa Belediye Tiyatrosu yani bir özerk yasası olmamasına rağmen bir özerklik dokunulmazlığı oluşturduk. Bir özgürlük dokunulmazlığı ve giden gelen yönetimlere göre değil kendi inandığı, doğru bildiği, güzel bildiği sanatı tiyatroyu yapmaya devem etti. Bu tabi ki demokrasi kültürü işidir ve demokrasi kültüründen payını almayan yönetimler otoriteler daima sansürü ve yasağı tarih boyunca devletin menfaatini ulusun menfaati adına yaptıklarını söylerler. Haldun Taner hocanın de dediği gibi ‘onlar bile inanmazlar buna çünkü esas olan onların menfaatleridir zedelenecek olan’’ bunun  üzerine bu tavra giriyorlar. O nedenle Yaşar Ersoy sanatı yaşamı aşağı yukarı kısaca ve inandığı değerler sanat adına bu doğrultudadır. Yaptığım her oyun bu amaçla yapılmıştır. Bir şartla estetik ortalamanın hep üzerine çıkarak. Yaşar Ersoy kimliğini karakterini, duruşunu, tavrını, sanat anlayışını beğenirsin beğenmezsin o çok ayrı oturur eleştirirsin. Küfür etmeden eleştirisin, çamur atmadan eleştirirsin sanatsal değerliyle kriterleriyle bunu yapacak olan da toplumdur eleştirmenlerdir. Gelir seyireder oyunu beğenmezsin eleştirir veya o oyuna gitmezsin. Otoritenin buna baş vurması demokrasiye aykırı bir şeydir anti demokratiktir. Ben bunlarla yıllardır mücadele ediyorum daha lise yıllarımdan beri. Lise yıllarımda da okuldan tarh yedim nasıl yedim bir şiir yarışmasında Şemsi Belli’nin Anayaso şiirriyle. Ben bunu okuduğum için sakıncalı görüldüm hakkımda Lefkoşa’dan gelerek okuldan atılmam için. Ama Limasol’un 19 Mayıs öğretmenleri merkezdeki müfettişlerden daha aydınlık bir kafaya sahip oldukları için hayır dediler. ‘’Bizim iznimizle okudu Yaşar Ersoy  bu şiiri’’ dediler. Böylece Lefkoşa’dan Limasol’a gelen maarif müfettişleri geldikleri gibi gittiler. Lise yıllarından beri benim yapım budur, benim karakterim budur. Bunu biyografi kitabımda da sevgili Hakan Çakmak onlarca örneğiyle beraber yazdı. Bugün Türkiye’ye de baktığımızda sanata oradaki hükümetin nasıl hükmetmeye çalıştığını, yasak koyduğu, sansür koyduğu hatta mağdur ettiğini görüyoruz. Hem de Türk tiyatrosunun Türk sanatının en önde gelen isimlerine bunların buraya böyle yansıması ne yazık ki çok endişe vericidir, kaygı vericidir ve geleceğimizin daha da karanlık olacağının göstergesidir. Eğer bizler özgürlüklerimize, düşünce ve ifade özgürlüklerimize sahip çıkmazsak onu korumazsak ve geliştirmezsek bu anlamda gerçekten geleceğimiz kararacaktır zaten kararmaktadır.

Soru: Geçmişten bu yana bir sürü zorluklarla uğraştım dediniz. Şu anda da zorlu bir süreçten geçiyorsunuz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cevap: Az önce dediğim gibi antidemokratik hatta şunun söyleyeyim faşizan bir tavırdır bu. Düşünce ve ifade özgürlüğüne bir saldırıdır.

Soru: Burada sizin ve halkın arsında olan bir bağdan bahsettiniz sadece iki tarafın iletişiminde olan bir durum dediniz diğer güçlerin konuya dahil olmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Cevap:  Bu bir zihniyet meselesidir. Otorite her zaman sanata tahakküm etmek istemiştir. Kendi uyarcası, kendi doğrultusunda sanatta muhalif olduğu için ona karşı durur ve sürekli tarih boyunca bu çatışma devam eder. Moliere de sansüre uğramıştır. Çeşitli yazarlar tarih boyunca sansüre uğramıştır. Sanatla iktidar arasında ciddi bir çelişki vardır. O nedenle çağdaş demokrasi ve sanatın özgür ve özerk olabilmesi için özerk yapılanmasını önerdiler. Yani siyaset ve bürokrasi sanata müdahale etmeyecek. Ne dedi başbakan’’ patron devletse elbette bakacak içeriğine’’ şimdi eğer devleti patron olarak görürsen orası sanki bir fabrikadır, kendi sermayesidir ve kendi kapitalini ortaya koyar. Oysa devlet topluma hizmet etmek için vardır. O hizmeti de nasıl yapar halktan topladığı vergilerle oluşturduğu bütçeyle ne yapar? Sağlık hizmeti verir, eğitim hizmeti verir, alt yapı hizmeti, yol verir bizim hayatımızı daha iyi daha kolaylaştırabilmek için. Kültürde bir hizmettir hem de insana bir yatırımdır. Bu hizmeti de vermesi lazım. Bunu değerlendirecek olan tolumdur, halktır. Siyasiler değerlendiremez onun için bu maddi kaynağı sağlamakla mecburdurlar. Bir parantez açayım artık sağlığı da doğru düzgün veremiyor, eğitimi de alt yapıyı da göremiyoruz yeterince hizmet veremiyorlar çünkü yağmur yağınca canlar gidiyor. Mal kaybı, can kaybı olur. güvenli yollarımız yok efendim yeşilimiz kayboluyor. Bu oyunda bütün bunlar  vardır. Yangın Yerinde Kabare tüm bunları mizahın diliyle anlatmaktadır. Aziz Nesin ustanın yaptığı gibi, Muzaffer İzgü gibi… antik çağ komedya yazarı ki kabare tiyatrosunun babası sayılır Aristofanes’in  yaptığı gibi oda kabare tiyatrosunu yapıyordu. Tiyatro otoriterleri tarafından incelendiği zaman akademik olarak sokak ağzıyla değil. Akademik olarak dünya tiyatro literatüründe  Aristofanes kabare tiyatrosunun babası sayılır. Şimdi onun metnini okuduklarında oradaki dili gördüklerinde benim oluşturduğum metnin dili çok terbiyeli kalır. Siz Aristofanes’in diline dokunabilir misiniz? Hatta Türkçeye çevrildiği zaman Aristofanes’in dilini terbiye ederler. Yunan yazarlar siz Aristofanes’ e ne yaptınız? Dilini kestiniz diyorlar bize çünkü onun dili o şekildedir. Sıralarsak orada kullandığı imgeleri ve ironiyi sizin gazetede bile yazamazsınız. Ama bu Aristofanes’tir bütün dillere çevrilmiş büyük komedya yazarı, sanatı bilmeden konuşmak ironiyi, şakayı, taşlamayı efendim ne derler iğnelemeyi bilmeden konuşmak derler buna.  Bir yerde de bilmeden konuşmak cahilliğin göstergesi olur. Bu oyunu ben tek başına yazmadım. Devlet tiyatroları sürecin nasıl başladığı bir önceki müdür döneminde ki repertuvarın iptal olması yerine bürokratlardan oluşan bir komite oluşturulması diye o süreci biliyorsunuz zaten. Eğer siz bunlara tahammül edemezseniz  o zaman toplumda gelişme olmaz. Toplumun bunlara ihtiyacı var. Bertolt Brecht tiyatro kuramcısı yazar ve yönetmen şöyle der ‘’mizahsız bir ülkede yaşanmaz ama her şeyin mizaha dönüştüğü bir toplumda hiç yaşanmaz’’  bizde şimdi her şey mizaha dönüştü kafayla gol atanlar mı dersin… Başbakan kafayla gol atıyor. Ben şimdi Kabare oyununu oynamış olsaydım çünkü bu oyun sürekli güncellenen günlük, politik, gündem her türlü olayı anında alıp sahneye taşıyan bir türdür. Biz bunu geçmişte çok yaptık. Bunu da alacaktık son iki gündür sosyal medyada dolaşıyor. İşte budur misyonu Kabare tiyatrosunun. Türkiye’de Ferhan Şensoy, Levent Kırca bunu çok yapıyor. Geçen gün Kabare tiyatrosunun bütün özelliklerini  sabırla  anlattım. 
Mayakovski dediği gibi ‘’taşlama ve yerginin bittiği yerde demokrasi de biter.’’ Bana bu söyleyişiyi yaptırğınız için teşekkür ederim.
Haber ve Fotoğraf: Esengül Aykaç
VATAN Özel

Editör: Mehmet Kasimoglu