Üniversite tahsili için doksanlı yılların ortasında Mağusa’da yaşamayı tercih edenlerdenim.

 İyi de yapmışım. Güçlü dostluklar, “rahat” üniversite yaşamı, Mağusa’nın yeni gelişmeye başlayan “kimliği”, Omorfo’lu bir genç için oldukça cazipti.

94’ü, 95’e bağlamak için uğraşan aylarda okula yazıldık, “kiralık ev” arayışı içerisinde olduğumuzdan, ilk haftalar “kıdemli” öğrenciler yanında misafir edildik. Misafir edildik dediğime bakmayın, nevresimsiz, yastıksız, kıçık kırık sevimsiz bir karyola. Koskoca buzdolabında tek bir koop peynir: beyaz diyebilmeye bin şahit...

Yeşile çalan renk tonları! Tuvalet, banyosu hiç sorma! Metallica Rock konseri için stadyuma kurulan portatif tuvaletleri andırıyordu. Illak! İki buçuk oda artı bir salon, güneşe hasret bir evdi.

Maraş’ta! Güzel günlerdi.

Kaliteli arabalar ile kalitesiz insanların az olduğu zamanlardı işte. Her gün yeni arkadaşlıklar, sosyal ortamlar, Gold fasıllı geceler...

Maraş’ın kapalı olan kısmı hep esrarengiz geliyordu gözüme. Belli yerlerinden günde on kez yürüyerek geçesem de telin diğer tarafı hep karanlıktı sanki! Bazen tel kenarlarında duraksayıp, altıncı hissime kulak veriyor, sanki hayat varmış gibi insanların evlerindeki, iş yerlerindeki koşuşturmacasını hayal ediyordum.

Merak ediyordum doğrusu, vakitleri nasıl geçiyordu bu sokaklarda, çocuklar – gençler oradan zorla göç ettirilmeden önce hangi oyunları oynuyorlardı? Ne konuşurlardı kendi aralarında? O sokaklardaki son vakitleri? Gider ayak, hüzün dolu konuşmalarını, eşyalarına dokunamamalarını...

Kurşun izleri vardı, çokça kurşun izleri vardı binalarda. İnsanlara da isabet eden kurşun izleriydi bunlar! Peki ya insan teni bu kadar soluk gösterir mi bu izleri? Gizler mi etinin arasına, ölür mü? Binalar gibi, yaralarını bitkiler sarar mı insanın? Merak ediyordum. Yine Gold Fasıllı bir gecenin, ılık bir sonbahar akşamının kenarındaydık.

Öyle abartılı değil, sadece iki şişe bira ile bol “J” harfli kelimeler kurduğumuz yaşlar. Geceler! Mağusa’ya Baf “kasaba’dan” göçmüş, Maraş’ta yaşayan, halen çok sevdiğim ve görüştüğüm Tolga arkadaşımla, içiyoruz. Arabasında dolaşırken, yudum yudum içiyoruz.

Mezemiz sohbet, bir tutam da Kapalı Maraş silüeti. Rahmetlik babasının WalsVagen arabası ile kaplumbağa hızında Maraş’ı “tel” boyu dolaşıyoruz.

Hiç kimsenin olmayan, zamana hibe edilen, sadece haşerelerin ve yağmacıların keyif aldığı yıkıntılara bakarak devam ediyoruz dolaşmaya, askeri, paslanmış, aynı şekil ve puntoda, aynı renklerle yazılmış “yasak” belirtici tabelaları göre göre bende hep aynı cümleyi kurmaya başlıyorum: “Peh bu kadar güzel bir yere girilemez miş!” homurdanıyorum ve tekrardan mırıldanıyorum “Ohooo insanlar kullanamaz, çiyanlar kullanabilir!” daha yüksek sesle Tolganın yüzüne bakarak “Peh peh Girilemez miş, Yasak mış, Maraş mış, Girilemez! Mağusa Belediye binasına doğru yakınlaşıyorduk, gözüm dışarıda, karanlık Maraş’a bakarak, mırıldanmaya, sinirle homurdanmaya devam ediyordum! Aracın hızlandığını fark ettim, bende sözcükleri hızlı söylemeye başladım.

Tolga beni dinliyor muydu? Derken, büyük bir gürültü!

Toz duman... Sarsılarak, demir gıcırtıları içerisinde araç durdu!

WalsVagen’in ışıkları: “Paradise Night Club’ın duvarını” aydınlatıyordu, paslı variller, yolun içinde kendine yaşam alanı açmış azganların, bitkilerin gri gölgesi yansıyordu, fonda oto kaset çalarda Led Zepllin “Kashmir”!

Araç kapısını açmayı denedim olmadı, Tekrardan yeltendim, omuz atarak, çıkabilecek kadar kapının açıldığını fark ettim, saniyeler içinde toz bulutunun ortasında kalmıştık, gözlerim Tolga’yı aradı, gülüyordu! Hastasını başarıyla ameliyat etmiş, yaşama döndürmüş, gururlu bir doktor gülümsemesi vardı yüzünde!

Usulca konuştu: “Hani da giremezdik! Be Reşat.” Dedi. Daha ciddi bir ifade alarak bir daha ve kararlı ve yüksek sesle: “Hani da girilmezdi! Be Reşat.” Telleri yırtmış, varilleri devirmiş, Kapalı Maraş’a girmiştik!

Amerikan tankı ile savaşıp Maraş’ı kapatan Türk’ün tellerini, Alman yapımı arabayla yıkıp geçmiştik! Peh! Maraş'ı ilk biz açmıştık!

Tüm dileğim, “Maraş” konusunun, insani ve hukusal yönleri ile ele alınıp; Kıbrıs masasında, uluslararası hukuk nezdinde “Güven Yaratıcı” bir adım olarak açılmasıdır, yeniden yaşam bulmasıdır, atıl durumdan kurtarılmasıdır!