Harp  ve sulh ya da savaş ve barış, birbirinin karşıtı iki temel tarihsel, siyasal ve edebi kavramlar olarak hala insanlığın düşünce dünyasında ve gerçek yaşamda çok belirgin bir yere sahip. Öyle görülüyor ki dünya  durdukça savaş ve barış seçenekleri üzerinde insanlar tekrar ve tekrar karar vermek zorunda kalacaklar.
Ünlü Rus yazarı Tolstoy’un dünyanın klasik edebiyat eserleri arasında başyapıtlardan biri olan “Harp ve Sulh” romanı da Napolyon’nun Rusya seferindeki barış- savaş gelgitlerinin insanların yaşamları ve ilişkileri üzerindeki etkileri çok güzel öykülendiriyor.
Daha geçen gün ABD başkanı Trump’ın deyimiyle “mükemmel” bir şekilde gerçekleştirilen bir askeri saldırıyı dünya medyası hala gösteriyor, yazıyor çiziyor.
ABD gibi dev bir ekonomiye sahip bir ülkenin keşke “mükemmel” olarak başarabileceği askersel bir saldırı değil, hem kendi yurttaşları hem de dünya insanları için ferahlatıcı ekonomik gelişmeler olsaydı.
İleri teknoloji ile üretilmiş çok sofistike silah sistemleri yaratan Amerikan uygarlığı, keşke dünyadaki sağlık, eğitim ve ekonomik sorunların çözümünde de aynı ölçüde başarılı olabilseydi. Böyle bir gelişmenin dünyaya açıklanmasını beklemekte olmayı tercih ederdik. Ama olmadı. “Mükemmel” diye ilan edilen füzelerin askeri hedefleri vurmuş olduğuydu. Yine Rusya füzelerinin de ABD füzelerinin çoğunu düşürmüş olduğu Suriyeli yetkililerce duyuruldu.
Eskiden savaşan ordular kılıç-kılıca gelirlerdi ya, şimdi savaşanlar füze-füzeye geliyorlar. Herşeye rağmen Suriye’deki kimyasal silah üretim tesislerini bombalayan uçakların hiçbirinin düşürülememiş olması hem dikkat çekici hem de sevindirici. Pilotların evlerine ailelerine sağ-selim dönebilmiş olmaları açısından.
Bölgemizdeki sıcak savaş noktalarından birisi olan Suriyedeki savaş artık, ABD-İngiliz-Fransız ortak askeri harekatından önceki savaş değildir artık. Çok belli olmuştur ki batı dünyası olarak bilinen güçler, resmen daha büyük bir savaşın çok gösterişli bir başlangıcını yapmışlardır. Olayların bundan sonra nereye kadar ve nasıl tırmandırılacağı, bu üçlü ittifakın çok önceden belirlemiş olduğu strateji ve taktikler çerçevesinde olacaktır.
Üçlü ittifakın gerçekleştirdiği “mükemmel ilk vuruş”a Rusların ve İran’nın nasıl bir karşılık verebilmiş oldukları da ölçülmüş bulunmaktadır. Çünkü saldırılar sırasında, çalıştırılan savunma sistemlerinin gerçek savaş koşulları atındaki kapasitesi de ölçülmüş bulunmaktadır. Bunun sonrasının neler getireceğini hep beraber bekleyip göreceğiz..
Rusya’yı Ukrayna’da karadeniz’de barajlayamayan batı ittifakı, ortadoğuda çok ciddi biçimde askersel olarak konuşlanmış olan Rus ve Iran güçlerini etkin bir şekilde kontrol etme kararlılığını dünyaya ilan etmiştir. Zehirli gaz olayı buna çok güzel bir vesile olarak kullanılmıştır.
Sofistike en son teknoloji savaş makinelerinin ne zaman çalıştırılacağını, ilk vuruştan elde edilen “geri dönüş”lerin muhasebesi belirleyecektir.
Doğaldır ki Suriye vakası nedeniyle Akdeniz’e yığınak yapmış olan güçler, Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklarını da es geçmek istemeyeceklerdir. Bunu da bilmekte tereddüt gösterilmemelidir. Hak sadece haklı olanların değil, hakkını alabilecek güçte olanlarındır uluslararası ilişkiler denen düzlemlerde.
İşte tam da bu savaş tamtamları arasında, bölgemiz, çevremiz ve adamız harp dizaynlarına dahil edilirken, 55 yıllık Gıbrız mes’elesini çözebilecek yeni bir mekanizma ve modalite yaratmak amacıyla, iki Kıbrıslı lider Akıncı ve Anastasiades bu akşam yeniden bir araya gelecekler.
Tam 50 yıldır sürdürülen görüşmeler sürecine, bu akşamki yemekle bu defa sonuç verici bir halka eklenmeye çalışılacak. Bu becerilebilecek mi?
Ucu kaplı ve sonuç odaklı bir görüşme sürecine yol açabilecek adımların atılabilmesi için uygun bir zemin var mıdır? Liderler bunu saptamaya çalışacaklar.
Aslında geçtiğimiz yılın Temmuz ayında Krans Montana’da yaşanmış olan başarısızlığa gelene kadar, liderler birbirlerinden duymadık, birbirlerine söylemedik bir şey bırakmadılar diye düşünüyorum.
Kıbrıs’ta 1974 savaşlarından beri  devam eden, ancak bir ateş-kes’e dayanan bir barış ve sükûnet yaşanmaktadır. Bu barış ve sükûnetin karşılıklı kabul edilebilir bir antlaşmaya dayandırılması akıl gereğidir tüm taraflar için. Yoksa etrafımızdaki denizlerde bulunan gaz kaynakları, Suriye’de patlatılan kimyasal gaz bombalarından çok daha da tehlikeli sonuçlar üretebilir kısa zaman içerisinde.
16 Ağustos,1960 günü Kıbrıslı Rum lider Makarios , Kıbrıslı Türk lider Dr. Küçük ve son İngiliz valisi Foot tarafından atılan imzalarla, Birleşik Kırallık egemen üs bölgeleri dışında kalan topraklardaki egemenlik, iki toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti’ne devredilmişti. 
Bu akşamki 16 Nisan, 2018’de Akıncı - Anastasiades “sosyal yemeğinde”, ana menü bu değilse bile, ana madde budur. Üs bölgelerindeki Birleşik Kırallık egemenliği ne kadar meşru ise, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğindeki Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum ortaklığı da  o kadar meşru ve yasaldır.Uluslararası hukuk da bunu söylüyor.
Rum toplumlu ya da tek toplumlu bir devlete indirgenmiş olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin BM ve AB üyelikleri 1959-60 antlaşmalarıyla ortada duran uluslararası hukuku ortadan kaldırmaya yetmez. Yetseydi, Rum adadaşlar, BM,AB ve tüm dünya, “iki toplumlu, iki bölgeli siyasal eşitliğe dayalı federal bir devlet” çözümünden söz etmezlerdi.
Tek (Rum) toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti, 55 yıllık Kıbrıs problematiğinin ta kendisidir.
Tek (Rum) toplumlu olmasına rağmen ,adanın bütününde ve denizlerinde tek egemen olduğunu iddia etmek gayrımeşru, hukuk dışı, ve mantıken de sakattır, akıl dışıdır. O ZAMAN NEDEN İKİ TOPLUMLU EGEMEN BİR FEDERAL DEVLETTEN SÖZ EDİLİYOR, TEK TOPLUMLU EGEMEN OLMAK SORUN OLUŞTURMUYORSA.! 
MESELE BU KADAR BASİT. GÖRECEYİG. EN NATHUMEN.