Kurulduğu günden beri yıkılacağı söylentilerinin hiç bitmediği dörtlü ortaklık hükümeti, sonunda yıkıldı.

Kişi olarak, siyaset bilimi okumama ve onca yıl aktif politika içinde olmama karşın, iç politikaya ve parti politikalarına ilgim kalmadı. Buna karşın, çöken dörtlü ortaklık hükümetini, toplum için; siyaset kurumumuzun dibe yönelik saygınlık eğrisinin yukarıya doğru yönlenmesi için bir şans olduğunu düşünüyordum.  

CTP’ye yeni bir kimlik kazandırma yolunda ciddi adımlar atan Tufan Erhürman KKTC Başbakanı olarak bir şanstı ve iyi bir başbakan profili çizdiğini düşünüyorum.

Kudret Özersay da Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak, toplum için, siyasetimiz için bir şanstı. Hep göz ardı edilip küçümseniyor ya da küçümsetilmeye çalışılıyor ama temiz siyaset alanında örneği görülmeyen tutumlar sergiledi ve iyi bir profil çizdi..

Serdar Denktaş, perde gerisini bilemem ama böylesi bir dörtlü ortaklık hükümetinde maliyeyi iyi yönetti. Türkiye ile protokol imzalanmadığı ve para akışı durduğu halde, maliyenin işlevselliğini sürdürebilmesinin ortaklık hükümeti için “soluk alma” işlevi olduğunu düşünenlerdenim.  

Ortaklık hükümetlerinde küçük ortakların, kendilerini nasıl “pahalıya sattırdıklarını,” ne “kaprisler” yaptıklarını, ortaklarını nasıl “susa durdurduklarını”  çok gördük. Dörtlü ortaklığın en küçüğünün lideri Cemal Özyiğit’in, böylesi bir davranışı olmadı. En azından görünür bir davranışı olmadı.     

 Bu şans iyi kullanılabildi mi? Hayır, ne yazık ki kullanılmadı. Belirli konularda çok daha seri ve hızlı hareket ederek sonuca gitmeleri gerekirdi. Maalesef bunu yapamadılar ve bu “gök kubbe”de pek fazla “hoş seda” bırakamadılar. Elbette ki çok kötü ve şansız bir dönem geçirdiler ama yine de adım attıkları bazı konuları sonuca götürmeleri gerekirdi.

Biraz kaba bir atasözüdür ama durumu çok iyi anlattığı için kullanacağım: “Bekâra karı boşamak kolaydır.” Yani eleştiri yapmak kolaydır ya da dilin kemiği yoktur ama siyasette başarısızlık mazeret olamaz ve hiçbir mazeret başarının önüne geçemez.

***

Bir şans olan dörtlü ortaklık hükümetinin yapabileceklerini yapamadan çökmesi, parlamenter sistemi de yeniden tartışmaya açtı. Bu sistemle KKTC’nin yol alamadığı/alamayacağı; demokrasimizle siyasal, kamusal, ekonomik yapımızın yıllardır Ada ve Dünya konjoktürünün gereklerine yanıt vermediği/veremediği, sorunlara çözüm üretmediği/üretemediği, üstelik kendisinin “sorun” olduğunu çok yazıp söyleyen birisiyim. Doğrusu, dörtlü ortaklığın bu görüşü çürütmesi beni mutlu ederdi. Ne yazık ki bu olmadı.

Bu aralar, nasıl bir hükümet kurulacağı konusu en çok konuşulan konudur sanırım ve neredeyse konsensüs sayılacak oranda, dörtlü ortaklığın, bir UBP-HP hükümeti kurulması için bozulduğu algısı egemendir. Ben öyle olduğunu sanmıyorum ve zaten öyle olup olmadığı yakında ortaya çıkacak! Bu konuda bir şey söylemek de istemiyorum. Hazır reçete ile hükümet kurulmaz ve  “su yolunu bulur.” 

Bir de başkanlık sistemine geçme konusu öne sürülüyor yine! Aslında bu konu hep konuşulur ama çok fazla yankı bulmaz ama böylesi durumlarda da su yüzüne çıkarılır.   

Bu görüşe göre sorun parlamenter sistemde olup, başkanlık sistemi “reçete” olarak gösterilir ve başkanlık sistemine geçilince ülkenin güllük gülistanlık olacağı algısı yaratılmaya çalışılır. Oysa bir ülkenin özel ve özgün koşullarını göz ardı ederek başka bir sistemi “reçete” olarak göstermenin mantığı olamaz.  Dünyada ne tek tip başkanlık sistemi, ne de tek tip parlamenter sistem olmadığı gibi, bir devletin sistemi ille de “başkanlık” ya da “parlamenter” olmaz ve devlet sistemleri kesin çizgilerle birbirine benzemez. Her Devlet kendi sistemini yaratmıştır. İngiltere, Almanya’nın ve İsrail’in  parlamenter sistemlerinin; ABD ile Kıbrıs Rum Yönetimi’nin başkanlık sistemlerinin; Fransa ile Rusya’nın yarı başkanlık sistemlerinin; İsviçre’nin meclis hükümeti sisteminin özgünlükleri vardır.  

Bu ülkede parlamenter sisteme geçilmesi için savaşım veren/gelmesinde etkili olan kişilerden biriyim. Buna karşın, gelinen aşamada politikanın etkili olduğu her yer ve ortamda hemen hemen hiç bir toplum sorununun çözülmediğine, tersine politikanın durmadan yeni sorunlar çıkarmadaki becerilerine ve siyaset kurumunun kendisinin sorun olduğuna baktığımda; var olan biçimiyle parlamenter sistemimizin iyice sorgulanması gerektiğine inanıyorum. Bu ülkeye parlamenter sistemi getirmekle hata yapıldığı varsayımını da anlayışla karşılıyorum.

Bütün bunlara karşı, bizde parlamenter sisteme, var olan başkanlık sistemine tepki duyulduğu için geçildiği unutulmamalı!

İlkesel bağlamda başkanlık sistemine geçmeye karşı değilim. Ama  parlamenter sisteme tepki duyuluyor diye yeniden hazır reçete uygular gibi başkanlık sistemine dönerek sorunların biteceğini savlamak anlamsızdır. Ayrıca geçmişi bilmemek anlamına gelir.

Üstelik kendimize özgü bir sistem yaratmazsak, iyiyi hedeflerken daha kötüye gidebiliriz. Bunun için önce nerede, niçin, nasıl, neden hata yapıldığı saptanmalıdır. Bunu da, başkanlık sistemine geçmemiz için yardıma hazır olduğunu söyleyen Sayın Burhan Kuzu yapamaz. Yapacak olan, yapması gereken toplumun kendi dinamikleridir. Ve de bunu yaparken, bir ülkenin seçim sisteminin siyasal parti sistemini; siyasal parti sisteminin parlamentonun oluşumunu (ve çalışma düzenini), parlamentonun oluşumunun devlet sistemini nitelemede belirleyici unsurlardan olduğunu göz ardı etmemek gerekir.

Benim inancıma göre, parlamenter sistemde kalarak da, başkanlık sistemine geçerek de kendi sisteminizi bulmanız mümkündür. Yeter ki bünyemizi, koşullarımızı, güçlü popülizm eğilimlerini hesaba katarak kendimize özgü, kendi yapı ve koşullarımıza uygun bir sistem kuralım. Esas sorun buradadır; bu konuda karar vererek uygulama yapacak olan siyaset kurumunun bu durumun ayırımında olmaması ya da değişik siyasal çıkar ve rant hesapları dolayısıyla gelinen noktayı görmemesi ya da görmezlikten gelmesidir. 

En iyi anayasa ve yasalar, kötü uygulayıcıların elinde kötü; en kötü anayasa ve yasalar, iyi uygulayıcıların elinde iyi yönetim sonucu verebilir.”