Son yağan yağmurlar yine hayatı felç etti.  Özellikle Gazimağusa, Girne ve Mesarya bölgesinde insanlar o kadar çaresiz kaldılar ki...
Henüz yazı yaşadığımız bu sonbaharda ara ara selli yağmurların olması doğaldır da, doğal olmayan şey, alt yapılarımızdaki eksiklikler ve tedbirsizliklerimizdir.  Kent merkezlerimizdeki logar tıkanıklıkları bir yana, Mesarya’nın ortasında selli yağmurlar sonrasında insanlar neden arabaları ile göle dönmüş tarlalarda mahsur kalırlar?
Bu durumu şöyle kafamda muhakeme ettiğimde birşeylerin eksik olduğu kanaatine vardım.  O eksiklikler nedir?
Şayet geçmişe döner ve bilinenlerle bilinmeyenleri kıyaslarsak, demek eski zamanlarda bile şu selli yağmurlar öncesi güçlü tedbirler alınırmış.  O güçlü tedbir dediğimiz şey, bütün yaz boyunca köy yollarının ve dere yataklarının esaslı temizlenmesiydi.
Özellikle İngiliz zamanında bu tür çalışmalar yapılırdı.  Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğunda da bu işlemeler devam etmişti.
Türklerle Rumlar arasındaki 70:30 esasına dayanan paylaşım veya hizmet gerçekleri doğrultusunda bir program çerçevesinde hem köy yolları iyileştirilir, hem de dere yatakları güzel bir şekilde temizlenirdi.
İşte o 70:30 paylaşımında hatırlıyorum Dr. Küçük’le Makarios’un çatışmalarını.  Dr. Küçük, Türk köylerinin tarla yollarının ve dere yataklarının iyileştirilip temizlenmesi meselesi için bayağı Makarios’la çatışırlardı.  Bunlar bir tarafa...  İşin özünü anlatmaya çalışıyorum.
Özellikle İçişleri Bakanlığına bayağı görevler düşüyor köy yollarının ve tarla yolları ile dere yataklarının temizlenmesi konusunda.
Şayet köylerin haritalarına bakarsanız, köy civarlarında ince bir yol çizildiğini görürsünüz. Ayrıca dereler veya akar sular da haritalara işlenmiştir.
İşte sözünü ettiğim köy yolları ve dere yatakları onlardır.  Lakin bizler maalesef bütün yaz yan gelip yatır veya başka işlerle meşgul oluruz, ne köy yollarını, ne de dere yataklarını elleriz.
Geçmişte Trodos’tan inen selli yağmurlar Kanlıdere’nin suyunu besler ve o dere, bütün Mesarya ovalarını aşarak denize ulaşırdı.  Lakin Rumlar Trodos’tan gelen suyu hem kendi amaçları için kullanmak, hem de Türklere bir damla sur vermemek için barajlar yapmışlardır.
Barajlar öncesi dağdan gümbürdeyerek gelen selli sular, önünde bulduğunu alır götürürdü.  Hatta bazı çobanların kuzularını bile alırdı o selli sular.
O selli sular önlerinde ne bulurdu?
Köy insanları atıklarını götürüp dere yataklarına atarlardı.  Budadıkları ağaçların dallarını, eski teneke ve varilleri, karton kutu veya molozları hep dere yataklarına atarlardı.  Sanırım şimdi de aynı işi yapıyor insanlarımız.
İşte o bağlamda dere yataklarının iyice temizlenmesi gerektiğine vurgu yapıyorum.  Dere yataklarını temizlemek de bir keşif işi olsa gerek.  Jeologlar bölgesel çalışmalarda yağmur sularının hangi noktalarda tıkandığını veya gölekleştiğini tespit ederek önerilerini ilgili bakanlığa yapmalıdırlar diye düşünüyorum.  O planlı çalışmada dozerler harıl harıl dere yataklarını derinleştirip normal  su akışını sağlayacak çalışmalar semeresini gösterecektir.
Kent merkezlerine kanalizasyonlar yapılsa da, selli sulara kimse engel olamaz.  O doğal afeti veya doğal zararı önlemek için de güçlü tedbirler almamız gerekir.
Hele bir düşünün bakalım İngiliz zamanının Kaza Müfettişlerini...  Hala daha bölge kaymakamlıkları bu işleri yapıyorlar.  Kaza Müfettişleri bölge sorunlarını rapor edip, hemen uygulamaya geçilirdi.  
Ama yine de bir yerlerede bir yanlış veya eksik vardır diye düşünüyorum.  Bu kadar çağdaş bir dönemde neden selli sular hayatımızı mahveder anlamış değilim.  Yine de dua etmemiz lazım ki, tropikal bir ülkede yaşamıyor ve çok büyük doğal afetlere maruz kalmayız.