Uzun zamandan beri devam eden hırsızlık ve cana kıymalar, toplumda büyük bir psikolojik travmaya yol açmıştır.  Ülkenin kozmopolit durumu ve değişen demografik yapı, gerçekten insanlara büyük bir korku salıyor.

            Bundan bir süre önce bir grup Pakistanlı tarafından vurularak öldürülen ve paraları buharlaşan dövizcinin durumu hala daha boşlukta bir muamma gibi duruyor.  Her ne kadar da canilerin birkaçı yakalansa da, olan genç dövizciye oldu maalesef. Hem de en verimli çağında.  Bu arada geçen gün de 150 bin sterlin değerindeki ziynet eşyalarının bir kuyumcudan çalınması, gerçekten ülkenin çok ciddi bir güvenlik ordusuna ihtiyaç olduğu gerçeğini koydu ortaya.

            Zaman zaman dile getirdiğimiz Polis ordumuzun yetersizliği, bize bu kadronun daha da genişletilmesi gerçeğini anlatıyor.  Polislerimiz başarısız mı?  Katiyen.  Bilakis çok başarılıdırlar da, bu tür cinayetlerin vuku bulmaması için daha da geniş önlemlerin alınması gerekliliğini ifade edebiliriz.

            Dün eşimle bir nostalji yaşamak istedik...  Şöyle Asmaaltı fırıncısına kadar gidip o mekanda oturup birşeyler atıştırdık.  Ve o mekanı izlerken, “Bu koca Lefkoşa ne hallere geldi?” sorusunu sordum.  Sadece nostaljik ve eski eser açısından değil, hiç tanımadığımız ve bize yabancı gelen çehrelerin önümüzden geçişi, Pazar sessizliğine inat, çalışma günlerindeki arasta yoğunluğu, gerçekten esnafın “can güvenliği” açısından çok büyük bir tedirginliği olduğunu kavrayabiliriz.

            Haberci Gazetesi çarşı esnafıyla gayet geniş bir görüşme ve tespit çalışmaları yaptı.  Birçok insanla görüşerek onların ne düşündüğünü yazdı.  Tümünün ortak düşüncesi, “Güvende olmadıkları” yönündedir.  Yani yukarıda ifade ettiğim görüşüm doğtultusunda ortaya çıkan durum.

            Gazetenin yardımcı başlığı ise şöyleydi:

            “Esnaf, geçtiğimiz günlerde yaşanan kavganın münferit bir olay olmadığını, sürekli olarak bölgede benzer olayların yaşandığını, fakat bu bize kavganın boyutu nedeniyle olayın vehametinin gün yüzüne çıktığını ifade etti.”

            Gazetenin bireylerle yapmış olduğu mülakatlarda ayrıca şu küçük başlıkları da doğurdu:

            O şahıslardan birisi, “Sınır güvenliği artırılsın” diyor.  Ve o yorumda en çarpıcı ifadeler şunlardı:

            “Elini kolunu sallayarak ülkemize giriş yapan suçlular, ülkede çeşitli suçlara karışıp, tekrardan elini kolunu sallayarak ülkeden ayrılıyor.”

            Bu görüşe tamamen katılıyorum.  Esasında ülkeye giriş-çıkışların belli kriterlere bağlanması ve ülkeye “kaliteli” insanlar gelmesi kaçınılmazdır.  “Kalteli” ifademden amaç, kendini bilen, ekonomik sıkıntısı olmayan ve sosyal yapısı iyi insanları anlatmaktır.  Ki şu anda bu durum tamamen yok olmuş veya hiç olmamıştır harekattan bu yana.

            Bakınız bu konudaki tedirginlikler hangi sözlerle anlatılıyor.

            “Memlekette her tür suç var.”

            “Turistler de korkuyor.”

            “Denetimsizlik var.”

            “Güvenlik yok.”

            “Suçlu ithal ediyoruz.”

            “Hava kararınca tehlike artıyor.”

            Ve dahaları...

            Bu ve buna benzer fikirler taşıyan binlerce insan var.  Herkesi bir korku aldı.  Eskiden kapı pencereler açık kalırdı, evlerin.  Ama şimdi öyle değildir.

            Genel anlamda ülkede meydana gelen hırsızlıklar, boyutu itibariyle “profesyonel hırsızlığı” da çağrıştırıyor.

            Hani karda yürüyüp iz bırakmayan cinsinden hırsızlar, bu mesajı veriyor.  Bir yerde “minareyi çalacak olan kılıfını hazırlar” diye bir tabirle örtüşüyor büyük hırsızlıklar.  Bir kuyumcuyu veya çok büyük bir mağazayı soyacak olan kişi veya kişiler, maskelerini de beraberlerinde getiriyorlar.  Kullandıkları arabaların plakalarını ya değiştiriyorlar, ya da kapatıyorlar.

            Peki...  Ne olacak bu memleketin hali? 

            Normal yaşantının içinde mutluluk ararken, huzursuzluğu yaşıyoruz gerçekte.