Şu an İngiliz Times gazetesinin internet versiyonunda  ön sayfadan verilen dikkat çekici haber, Türk lirasının değer kaybına uğramasından sonra, İngiliz turistlerin çok ve beklenenden de fazla Türkiye’ye akmaya başladığı haberi veriliyor. Homo-economicus kaynaklı bu davranış değişikliğiyle, sadece İngiltere’den değil, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, diğer dünya ülkelerinden de göreceli olarak ucuzlayan Türkiyedeki mal ve hizmetlere karşı artan talebi gösteriyor bu gelişmeler.

Aslında kaç gündür sınır kapılarından verilen görüntülerden de anlaşılacağı gibi adadaşlarımız Rumlar da, TL’nin kullanılmakta olduğu kuzey Kıbrıs’ta, avronun yüksek satın alma gücünden yararlanmak için akın etmeye başladılar. Daha düşük bir kar oranı ile de olsa, daha fazla mal ve hizmet satışı ile işletmeler hem ayakta kalmayı başarabilir, hem de arzlarında daha da çeşitliliğe giderek büyüyebilirler de.

Üniversitelerde okutulmakta olan temel ekonomi derslerinde, öğrencilere fiyat esnekliği öğretilirken, talebi artırma politikalarının bir tanesinin de, bu esnekliklerden hareketle yapılacak para kur ayarlamaları ile satışların göreceli olarak daha da artırılarak, sonuçta kar ve kazancın artırılabileceği vurgulanır.

Halk arasında “sürümden kazanma”diye de bir deyim vardır. Yüksek bir kar yüzdesi ile az satışla para kazanmak yerine daha düşük kar yüzdeleri ile daha fazla satışla daha fazla kar edebilmeyi anlatır.

Parasal ve finansal olarak gerek bireyler gerekse işletmeler ve kurumlar olarak harcamalarımızı yaparken öncelikle lüks tüketimden ve ithal malı kullanmaktan kaçınılması tabii k gerekecektir. Yani bundan sonra daha iktisadi davranmak zorundayız hepimiz de.

Aslında bu gibi krizlerden, nedenleri farklı olsa da ilk kez geçmiyoruz. Şu anda yaşamak zorunda olduğumuz ekonomik kriz koşulları da gelip geçecektir. Döviz olarak borçlanmış olanlar ve yine yabancı para ödeyerek çocuklarına gerek yurt dışında gerek yurt dışında hizmet almak durumunda olan yurttaşların içine düştükleri ödeme güçlüğünün tamamen ortadan kaldırılmasının kolay olmadığını da biliyoruz. Bu gibi durumlarda olanaklar ölçüsünde farklı arayışlara gidilebileceğini söyleyebiliriz sadece. Kıyamet kopmaz nasıl olmasa.

Satın alma gücümüzün TL bağlamında uğradığı saldırıya karşı Kıbrıslı Türkler olarak köklü önlemler alabilmemiz mümkün değildir. Türkiye’nin kendi ekonomisinin verimliliği ve katma değer yaratma yeteneklerini daha da artıracak faaliyetler içerisine girmiş olduğu da gözlemlenmekte, bu yönde ülkeye yabancı yatırımları çekecek temas ve ilişkiler de yoğunlaşmaktadır.

Kıbrıs adasının kuzeyine toplanıp yaşamaya başlamadan önce de Kıbrıs sorunun yarattığı siyasal ve ekonomik koşullardan her zaman doğrudan etkilenmiş ve etkilenmekte olan bizlerin, halen içinden geçilmekte olan siyasal ve finansal iklimin içerisinde geçerken de, beklemediğimiz bazı sıkıntıları yaşayabiliriz.

Özellikle Yunanistan ve Rum toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Türkiye ve KKTC olarak yaşamakta olduğumuz zorlukları kendi amaçları yönünde siyasal avantajlara dönüştürmeye yönelik davranışlar geliştirmeleri, böyle bir saikle hareket etmeleri, kısa vadede birilerinin hoşuna gitse de, orta ve uzun vadede hiç kimseye bir şey kazandırmayacaktır.

Özellikle Kıbrıslı Türklerin de siyasal eşit ortaklar olarak eşit irade koyma ve pay sahibi oldukları deniz kaynakları üzerinde, yabancı şirket ve devletlere, gayrı-meşru “yardım ve yataklık” etmeye gitmeleri halinde, genişleyebilecek daha büyük bir krizin kazançlısı olmayacaklarını söyleyebilirim. Avrupa Birliği’nin baş patronu Merkel’in Türkiye’deki finansal krizle olarak verdiği demeci Yunanistan da Kıbrıslı Rum adaşlar da çok iyi değerlendirmelidirler.

O zaman, sadece KKTC’ne geçip alış veriş etmek, yemek-içmekle kalmayıp, doğrudan Türkiye’den hem ucuz hem de kaliteli mallar ithal edebileceklerini Tüccar zihniyetli adadaşlarımız çok iyi biliyor. İşbirliği yapmak karşılıklı olarak kazandıracaktır. Yeter ki Ortodoks kilesinin taktığı gözlükler bir tarafa bırakılabilsin. Açgözlülüğe hiç de lüzum yoktur.

Yeterli bir zaman takvimi içerisinde yapılacak sonuç odaklı görüşmelerle Kıbrıs sorunun tüm taraflar için adil bir sonuca ulaştırılması da pek ala mümkündür. Yakınlaşmak, uzlaşmak ve işbirliği yapmak kazandırıcı olacaktır. Aksi, hele de yabancı şeytani planlar doğrultusunda, Kıbrıslı Türkler ve Türkiye’nin meşru ve yasal hakları aleyhine hareket etmek, birileri için “eğlenceli” olsa da, Kıbrıs ve bölge insanlarına sadece zorluklar getirir yıllarca sürecek.

Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar da benzer ekonomik ve finansal zorluklardan geçmişlerdir ve halen de yıllarca borç öder durumunda olacaklardır. Kıbrıs’ın ve denizlerindeki kaynaklarına adil ulaşım hepimiz için gereklidir.

Durum tek taraflı kazanma stratejileri yapma zamanı değildir. Anlaşıldı umarım. HADE BAKALIM!