İki toplum örgütlerinin müşterek çalışmalarına ve onların ödülleri ile Stelios Philontropic Vakfı’nın ödüllerine ilişkin güneyde bir basın açıklaması yapılmıştır.  Bu açıklamanın detayları hayli ilginçtir.  Rakamlar ve kuruluş oluşumları hakkında verilen bilgiler bize, iki toplumlu örgütlerin faaliyetleri ile Kıbrıs sorununda bir yerlere varılamadığını ve varılamayacağını gösterdi.
Verilen oluşum rakamları nerdeyse bir sürpriz niteliği taşır.  Bu etkinliğe tamı tamına ödül için 50 oluşum katılmış.    
Hatta yapılan basın açıklamasına göre bu yıl yaklaşık 700 Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum işbirliğinin ödül için başvuruda bulunduğu yönündedir.  Yani bir diğer deyişle 350 Türk ve 350 de Rumdan oluşan kişi sayısı.
Bu açıklamalar ve rakamlar bana Anan Planı ve AB’ye giriş evvelindeki ve sonrasındaki rakamları hatırlattı.  İnönü Meydanı’nda yapılan o etkinliğe güneyden de bazı Rum kuruluşlarının da katıldığı, ama o kocaman meydanı dolduran kalabalığın gerçekte “görünmeyen bir umut” veya “görünmeyen bir tehlike” olarak kendini gösterdiği bir gerçek.
Bunu neden söylüyorum?
Söylüyorum, çünkü Rumların “çözüm çözüm” diyerek yaptıkları yaygaraya karşın Annan Planı’na %85’le hayır dedikleri ama yine de iki toplumlu çözüm gruplarının propagandasını yaptıklarını görüyoruz.
Bir defa şu bilinmelidir ki, tek bir Kıbrıslı Türk, onurlu bir çözümü yürekten istemektedir.  O “Onurlu çözüm”ü defaten yazdık çizdik.  Ama Rumlar hep kıvırtmalarla zamana oynadı ve hep insanların hayatlarından çaldı.
Annan Planı Mitingi’ndeki resimleri kare kare incelediğimizde, yaş ortalamasının 45-55 civarında olduğunu görürüz.  Yani insanlar bir umut peşinde.  Lakin gelin görün ki, ertesi yılın 1 Mayıs işçi bayramında şu iki toplumlu örgüt grubu, ancak yetmiş-seksen kişi kadar Atatürk Meydanı’na inmişlerdi.  Demek oluyor ki insanlar inançlarını yitirmişlerdir.
İnsanların ideallerine saygımız olsa da, inanmadığımız hareketlere onay vermek mümkün değil.  İki toplumlu örgütlerin hayalleri, ancak 1955’in ötesinde kalan bir rüyadır bana göre.  Kim istemezdi bu adada mutlu ve kansız yaşamayı?  Her iki toplum da isterdi.  “Her iki toplum” dediğim bütünün içindeki Rum kitlesi, fanatiklerin dışındaki masum ve kendi normal hayatında olan, hiçbir pisliğe onay vermeyen Rum halkıdır.
O bağlamda insanlar hatıralar ileı yaşayarak var olmaya çalışıyorlar. 
Şayet geçmişi anımsayacak olursak, benim de bir çocukluk arkadaşım vardı Stelyo adında.  Lefkoşa surlar içindeki evimizin kocaman bir bahçesi vardı.  Sterlyolar’ın evleri ile bizim ev karşı karşıyaydı.  
Kendi hallerinde mütevazi insanlardı.  Hemen hemen her gün rahmetlik annemle birlikte içerlerdi kahveyi, Sterlyo’nun annesi.   
Çok da muhterem bir kadındı Stelyo’nun annesi. Bir Nuritsa isminde bir küçük kızkardeşi vardı.
EOKA’nın bombaları patlamaya ve toplumlar bölünmeye başladığı zaman, Stelyolar da bütün Ayluka bölgesindeki Rumlar gibi pılılarını, pırtılarını toplayıp Rumların yoğun oldukları bölgeye taşınmışlardı.  Tabii ki Rumlarla içiçe yaşayan ve kendini güvende hissetmeyen Türkler de, Türklerin yoğun oldukları bölgelere göç etmeye başlamışlardı.  Yani var olan o mutlu beraberliğin tılsımı birdenbire bombalarla bozulmuştu.
Üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen, hala toprak altından kaybolan Türklerin kemikleri çıkıyor.  Yani 1950’li yıllardan başlayan kayıp Türklerin acı dramını kastediyorum.  Savaşta Rum ölmesi bana göre normaldi.  Hatta savaşta ölen Türklerin de ölmeleri normaldi.  Adı üstünde.  “Savaş” neticede.  Rumlar bizi yok etmek için savaştılar ve öldürdüler, biz ise var olmak ve insan gibi yaşamak için savaştık.
İşte o eski güzel günleri düşünerek kafamdan türlü şeyler geçiyordu cephede bir mücahit olarak savaşırken veya nöbet tutarken.
“Belki de kurşun sıktığım karşıdaki Rum, benim çocukluk arkadaşımdı” derdim.
Belki de benim düşündüğümü Stelyo da bir Rum askeri olarak aynı şeyi düşünüyordu, şayet hayatta ise.
Yani diyeceğim şudur.
Köprülerin altından çok sular aktı gitti. 
 Yaşanmışlıklar ve gerçek bölünme, işte bazı insanları harekete geçirdi ve bu oluşumları yarattı.  Önemli olan azınlık değil, çoğunluğun ortak bir hayata sıcak 
bakmasıdır.  
Rumların Kıbrıs sorununda uzlaşmaz bir tutum izlemeleri devam ettiği sürece, bunun da olmasının mümkün olamayacağını düşünürsek, şu ortak “barışçılar” kitlesinin hayalleri de kısıtlı bir çemberi içinde kalmaktan öteye geçemeyecek.
Bu bir fanatizm değil, gerçektir.  O bağlamda bu konuyu irdelemek istedim gerçeklere parmak basarak.