Birinci Mutlu Barış Harekatı sonrasındaki sessiz savaşı hepimiz hala dün gibi hatırlıyoruz.  Mutlu Barış Harekatı ile son bulan on bir yıllık getto hayatımızın sonunda gerek Türkiye, gerekse biz Kıbrıs Türkleri Rumlara uzattığımız elimizi sıkmadılar va akıllarını başlarına almadılar maalesef...
20 Temmuz’la 16 Ağustos arasındaki zaman dilimi, Kıbrıs’ın kaderini Cenevre’ye taşıyordu.  Lakin bu iki tarih arasında geçenler, müthiş bir film olacak kadar trajik ve acılarla doludur.  
Makarios’a düzenlenen 15 Temmuz 1974 darbesi sonrasında Rumların Girit misali adadaki bütün Türkleri bir gecede yok etmekti. Yani Akritas Planı hayata geçiyordu.  Nitekim 19 Temmuz’u 20 Temmuz’a bağlayan gece Rumlar silahlı taarruza geçmişler ve St. Hilarion kalesini yaylım ateşine tutmuşlardı.  Tabii ki esas plan, ada genelinde olacaktı.  
Bizim cephedeki savaş yerimiz, Lefkoşa’da 30’ncu Bölük olması nedeniyle Girne Kalesi etrafında yaşananları, ancak bir süre sonra öğrenecektik.
Gün henüz ağarmamıştı...  Yaylım ateşine tutulan dağdaki mücahitler dua ediyorlardı, Türk askeri adaya çıksın ve Türk jetleri şu Yunan bozuntularını darbe atışlarıyla yok etsin.
Nitekim gün ağarırken, karanlıkla gündüzün kesiştiği o küçücük ışık huzmesinde Türk şetleri yıldırım hızıyla imdada yetişmişler ve Girne bölgesindeki bütün Rum mevzilerini yok etmişlerdi.
Dönemin TC Başbakanı rahmetlik Bülent Ecevit durmaksızın gerek Türkçe, gerekse İngilizce olarak Rumlara şu mesajı veriyordu:
“Rumlar bilmelidirler ki Türk askeri adaya, barış ve huzur için gelmiştir.  Ateş etmeyin ve gelin masada bu işi çözelim.”
Hatta bunlara ilaveten uçaklarla Rumca bildiriler atmıştı Türk askerleri, adanın dört bir tarafına.  Ama kim dinler?
Balligariler direnmeye ve sözde kahramanlıklarını göstermeye devam etmişlerdi.
Rumlar Türk askeri için geçmişte endişe duymamışlar mıydı?
Rumlar endişe duymasalardı, Girne sahillerine devasa ve beton mevziler yaparlar mıydı? Nitekim ateş-kes sonrasında pek çok Rum mevzisine rastlanmıştı.
Türk askeri Girne’de bir bölgeyi kontrol altına almış ve Girne Boğazı ile Lefkoşa arasında güvenli bir koridor oluşturmuştu.  Ve Türk askeri Girne bölgesindeki genişleme harekatını sürdürerek resmen o bölgeyi kontrolun almıştı.
Şayet düşman size kurşun sıkarsa, siz bu kurşunlara karşılık vermez miydiniz?  Verirdiniz elbette.  O günler, resmen bir savaşın yaşandığı günlerdi.
Ateş-kes sağlandığında ise, sessiz bir savaş başlamıştı.  Bütün nefesler tutulmuş ve Cenevre görüşmelerinin nasıl sonuçlanacağı beklenmeye başlamıştı.
Hatırlıyorum...  Rahmetlik Denktaş Bey beni bazı önemli evraklar ve bazı dosya tanzimleri için cepheden saraya çağırtmıştı.  Ben de mücahit elbiselerimle gidip karşısına dikilmiş ve beni ne maksatla çağırdığını söylemişti. Bazı önemli belgeler ve dosyalar kilit altında idi ve anahtarları da bendeydi.  O nedenle istenen evrakları düzenlerken bazı çalışmalara tanık olmuştum.
Tanık olduğum şey, Denktaş Bey’in bütün milletvekillerini, kurum ve kuruluş temsilcilerini saraya çağırıp Cenevre’ye gidiş amacını anlatmıştı. Bu görüşmeler yapılırken, Denktaş Bey şöyle demişti:
“Arkadaşlar!  Cenevre’ye kaderimizi belirlemek için gidiyorum.  Bu amaçla Ankara bizden, olası bir çözüm için üç beş harita çizmemizi istemiştir.  Biz de o çizimleri yapacak ve Rumların önüne koyacağız.  Türkiye Dışişleri Bakanı Turan Güneş de Cenevre’ye hareket ediyor.”
Denktaş Bey’in sözünü ettiği çözüm haritaları hakkında bazı kişiler söz alınca, Baflı bir milletvekilleri, “Efendim çizgiyi Lefkoşa, Girne ve Baf’ı içine alacak şekilde çekelim” demişti.  Bir Larnaka milletvekili de “Çizgiyi Larnaka’ı kapsayacak şekilde çekelim” derken, Limasol milletvekilleri de Limasol’un garantiye alınmasını istemişti.  Mağusa milletvekilleri de kendilerine göre öneri yapmışlardı.
Denktaş Bey bu konuşulanlar karşısında yumruğunu masaya vurmuş  ve sinirlenerek şöyle demişti:
“Beyler, beyler!  Burada gerçekleri dikkate alarak kaderimizi çiziyoruz.  Kimse böyle hayati bir olayda kendi çıkarlarını düşünemez. O bakımdan mantıklı olan, Türk askerinin en makul ve en kolay şekilde özgürlük hattını çizmesidir.  Tabii ki Rumlara kantonal haritalar da sunacağız.”
Bu sözler ve bu gözlemler, gerçekten benim ve daha da bazı arkadaşlarımın anılarında kalmış tarihi olaylardır.
Toplantı dağıldığında derhal alternatif çözüm için haritalar çizilmişti ve o çizilenler arasında, Türklerin üç beş kantonda yaşamalarına yönelik teklif de vardı.
Denktaş Bey Cenevre’ye uçtuğunda ben de bölüğüme dönmüştüm.
Artık herkes Cenevre’den çıkacak sonucu bekliyordu.
Cenevre görüşmelerinde Glafkos Kleridis nor diyor, peynir demiyor, “Türk askeri adan çıkmalıdır” diyordu.  Kısacası, herkesin bildiği gibi Cenevre’den bir sonuç çıkmayınca rahmetli Turan Güneş Ankara’ya telefon açarak, “Ayşe tatile çıkabilir” mesajını vermişti.  Gerçekten Turan Güneş’in Ayşe isminde kızı vardı ama kastettiği “Ayşe” adadaki Türk askeriydi ve askeri harekatın mesajını veriyordu.
Herkesin nefesleri tutulurken, silahlar yeniden konuşmaya başlamıştı.  Bu savaş daha da çetin gibi görünse de, Girne dağlarındaki ve çıkarma esnasındaki gibi değildi.  Türk tankları Lefkoşa’dan Mağusa’a doğru hareket etmişti.  Arazi düzdü ve görüş mesafesi açıktı. Mağusa ile Lefkoşa arasında kalan Rum köylerindeki Rumlar, adeta bacaklarını kıçlarına vurarak kaçmışlardır.  Kaçamayanlar esir alınmıştı.
Ve Türk askeri özgürlük hattını çizerken, hep şu soru vardı kafalarda:
“Acaba Türk askeri batıda hangi noktada bu işi bitirecektir?”
  Birleşmiş Milletler ve Amerika harekatın sonlanması için bir limit koymuşlardı.  “Bu hemen sonlanacak” demişlerdi.
Türk askeri Yeşilırmak’a yaklaştığında “Harekat sonlanmıştır” demiş ama beklendiği gibi henüz Yeşilırmak özgür bölgeye dahil olmamıştı.
Çok büyük bir üzüntü içindeydik.  “Limnidi stratejik ve verimli topraklar açısından özgür bölge dışında kalmamalıdır” diyorduk.
Nitekim ordu karanlıklar içinde sessizce Limnidiye ulaşmış ve harekatı sonlandırmıştı.  Maalesef Erenköy’ü özgür topraklarımıza dahil edememiştik.
İkinci Harekatın bitiş noktası Yeşilırmak olurken, bitiş tarihi de 16 Ağustos 1974’ü hatırlatıyordu.
O gün arkadaşlarıma şöyle demiştim:
“Kadere bakın arkadaşlar... 16 Ağustos, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş ve ilan günüydü.  Şimdi de o sözde Cumhuriyetin ölüm günüdür.”
İşte 43 yıl öncesinin İkinci Mutlu Barış Harekatı anılarımızda kalmış ve mutlu izler bırakmıştır. 
Her vurgu yaptığımız bir söz vardır!
Allah Türk ordusuna Türk milletine zeval vermesin!