Crans Montana’nın çöküşünden sonra, Türk tarafında “il” olma tartışmaları yapılıyor. Ben buna oldukça şaşırıyorum çünkü gündemde öyle bir şey yok! Dünya koşulları da buna uygun değil! Bu bakımdan bu konuyu tartışmak bana anlamsız geliyor. 
Ayrıca bu konu, Rum - Yunan cephesi, AB, BM ve ABD, İngiltere gibi ülkelerin tutumuna, bundan sonra güdecekleri politikalara bağlı! Eğer bu değindiğim devletlerle uluslararası örgütler, ısrarla Kıbrıs Türk Halkı’nı izolasyon ve abluka altında tutmayı sürdürecekse; olabilecek tanıma girişimlerini engelleyecekse ve hele hele bunda başarılı olacaksa, bunun sonucu kendiliğinden “il”leşmek ya da resmen “il”leşmeden fiilen “il”leşmiş durumuna gelmektir. Bütün kapıları kapatırsanız ama kullanabilecek tek kapı varsa, ona yönelinir. Sözünü ettiğim devlet ve örgütlerin başında öngörüsü olan devlet adamları varsa bunun görürler ama ipler, genellikle ve bugüne kadar olduğu gibi basiretsiz sıradan politikacıların elinde olursa bunu görmek istemezler.  
Yani ve açıkçası “il” olmamızı ya da fiilen “il” durumuna gelmemizi, Rum - Yunan cephesi, AB, BM, ABD, İngiltere gibi ülkeler tutumun ve güdecekleri politikalar belirleyecektir.
Bilmemiz gerekir ki biz “il”leşir ya da fiilen “il”leşmiş durumuna gelirsek bunun baş sorumlusu, uluslararası topluluk olacaktır.    
BEŞPARMAK DÜŞÜNCE GRUBU 
CRANS MONTANA DEĞERLENDİRMESİ
Geçen hafta Sayın Kudret Özersay’ın değerlendirmesini okuyucularımla paylaşırken de değindiği gibi düşüncem tembellik yapmak değildi. Zaten yazmayı, okumayı çok seviyorum, yazmak benim için sıkıntı değil! 
Üyesi olduğum Beşparmak Düşünce Grubu da, 21 Temmuz 2017’de Crans Montana’nın değerlendirmesini yaptı ve ben bu sağduyulu değerlendirmeyi de paylaşmak istiyorum.  
Yakın tarihimizde gerek 1960 yılı ortaklık Kıbrıs Cumhuriyeti öncesi gerekse günümüze değin 1960 yılı sonrasında yaşananlar Kıbrıs Rum tarafı ve Yunanistan’ın Kıbrıs’a hâkim olma vizyonunun bütün canlılığı ile devam ettiğini göstermektedir.  Bu vizyon “yetki paylaşımı/ortaklık” anlayışı ile taban tabana zıttır ve canlı olduğu müddetçe Kıbrıs’ta siyasi eşitliğe dayalı bir ortaklık kurulması mümkün değildir. Bu nedenledir ki tüm telkinlere ve Kıbrıs Türk tarafı ile Türkiye’nin yeni bir ortaklık kurulmasını sağlamaya yönelik esnekliklerine rağmen, diğer çabalar yanında, 2004 Annan Planı müzakerelerinden ve son olarak Crans Montana konferansından sonuç almak mümkün olmamıştır.  
Kıbrıs Rum tarafı ve Yunanistan’ın bu ortak tarihi vizyonu değişmeden ve bu açıkça uygulamada görülmeden Rum tarafı ile ortaklık, yetki paylaşımı veya anlamlı bir işbirliği ilişkisi görüşmesi yapmak abesle iştigaldir ve çok değerli zaman kaybıdır.  Varılan noktada "her şey kabul edilmeden hiçbir şey kabul edilmiş sayılmaz" prensibi çerçevesinde, taraflarca bugüne kadar ortaya konan tüm pozisyon, öneri, harita ve belgeler de ortadan kalkmıştır.
Rum ve Yunan taraflarının vizyon değişikliğini kanıtlayabilmeleri için Kıbrıs Türk halkının ve siyasi kurumlarının eşit statü ve meşruiyetine saygı göstermeleri, Kuzey Kıbrıs’a uygulanan insanlık dışı ve hakimiyetçi sınırlamaları kaldırmaları ve sözde Kıbrıs Cumhuriyetinin Aralık 1963’ten sonra sadece Kıbrıs Rum halkını temsil ettiğini teslim etmeleri gerekmektedir. Ağır bir zaruret doğmadan Rum tarafı ve Yunanistan’ın bu yönde politika değişikliğine gitmeleri olası görünmemektedir. 
Öngörülen ilkeler bağlamında Kıbrıs Türk halkının iyi niyetle yıllarca sonuç alınması mümkün olmayan müzakerelere bağımlı kalması, adeta mahkum edilmesi, bizleri Rum tarafının  insafına terketmiştir. Bu durumdan kurtulmak için Kıbrıs Türk halkının artık Rum tarafı endeksli düşünmek ve başkalarından medet ummak yerine geçmişteki yanlış siyasi, yönetsel ve ekonomik uygulamalarından çıkaracağı dersler ışığında kendi özgür iradesi ile gerekli reformları gerçekleştirerek Kıbrıs Türkü'nün hayat kalitesini iyileştirme sorumluluğu  bulunmaktadır. Kıbrıs Türk halkının eşitliğinin, özgürlüğünün,  güvenliğinin ve refahının gözetilebilmesi için siyasi yetkililerimiz ile Anavatan Türkiye siyasi yetkililerinin yukarıdaki nesnel gerçekler ışığında yeni politikalar ve hedefler üretme zorunluğu ortaya çıkmıştır.
Teslim etmemiz gerekli bir başka gerçek Kıbrıs Türk Halkı için temel sorunun sadece Kıbrıs sorunu ve hatta bu sorundan kaynaklanan sıkıntılar olmadığıdır. Ciddi bir diğer sorun, iyi yönetişim ilkelerini hayata geçiremeyen ve halkımızın çağdaş ihtiyaçlarına yanıt veremeyen; sorun çözme yeteneği olmadığı gibi sorunları derinleştiren ve kendisi de sorun olan kurumsal yapımızdır. Bunlar arasında siyaset kurumu, bürokrasi, sendikal yapılaşma, seçim ve eğitim sistemleri başta gelmektedir. Bunları söylerken, vatandaşlar olarak hepimizin kişisel sorumluluk alma konusundaki duyarlılıklarımızı yükseltmemiz gerektiği gerçeğini de inkar veya göz ardı etmiyoruz. Yoksa hangi sistemi getirirsek getirelim, bunun gereklerini yerine getirmekte, yani uygulamada eksik kalırsak, getireceğimiz sistem bir bütün olarak başarısız olacaktır. Bir başka değişle, değişmesi gereken zihniyettir ve bu da en başta bir eğitim ve kültür meselesidir. 
Ambargoların ve dışlamaların elbette ki önemi ve olumsuz etkileri çoktur ama bunlar aşılamayacak engeller değildir. Nitekim dolaylı yollarla bu engeller bir ölçüde aşılmıştır. Kaldı ki sorun çözme yeteneği olan bir siyaset kurumunun bu engelleri daha süratli aşması ve hatta tamamen ortadan kaldırması mümkündür.  Diğer yandan tanınmamışlık da bizim kendi iç düzenimizi etkinleştirmemize ve atacağımız adımlarla uluslararası alanda statü ve konumumuzu artırmamıza engel değildir. 
İçinde bulunduğumuz bu dönüm noktasında özellikle siyaset kurumumuzdaki eksiklerimizi ve hatalarımızı telafi edecek ortak akla, rasyonel düşünceye  ve güçlü siyasi önderliğe ihtiyaç olacaktır. Bu önderlik, bunun bilincinde olan, olabildiğince en geniş çerçevede uzlaşı sağlayabilecek, katılımcı ve iyi yönetişim ilkelerini benimseyip bunları hayata geçirmeyi hedefleyen bir liderlik olmalıdır. 
Hepimizin malumu olan yapısal sorunlarımızın giderilmesinde bünyemizle uyumlu ve demokratik bir Başkanlık sistemi uygun bir araç/yöntem olabilir.  Bu, partizanlık, popülizm gibi yıllardır toplumumuzu kemiren sorunlara hukukun üstünlüğü ve liyakat ilkelerine saygılı çözümler üretmekte, icraatçı yönetimlerin ortaya çıkmasında etken olabilir. 
Kıbrıs’ta “etkin bir yönetim ve güçlü bir ekonomi” hedefi yanında yeni şartlara uygun olarak Türkiye Cumhuriyeti ile ilişkilerimizin güçlendirilmesi, kapalı Maraş konusunda yeni bir değerlendirme yapılması, mülkiyet sorunun hafifletilmesinde/çözümünde Taşınmaz Mal Komisyonuna ek mali kaynaklar sağlayacak ve etkinliğini artırıp işlemleri süratlendirecek düzenlemeler getirilmesi, eğitim sistemimizin yeni koşullar ve ihtiyaçlara göre yeniden kurgulanması ve KKTC yetki alanlarında TPAO ile yüksek teknolojiye dayalı ve uluslararası uygulamalarla uyumlu gerçekci hidrokarbon aramalarına hız verilmesi  öncelikli hedefler arasına alınmalıdır.
Kısaca, herkes tarafından ifade edildiği gibi, öngörülen federal ortaklık hedefinin imkânsızlığının ortaya çıkması dünyanın sonu değildir ve bu durum onurlu, çağdaş, laik bir halk olarak yaşamanın yollarını bulmamızı gerektirmektedir. Bunu Anavatanımız Türkiye’nin de desteği ile kendi Devletimizle yapacağımız tabiidir.
Değişen paradigmalar, Cumhurbaşkanı Akıncı ve siyasi liderlerimizle sivil topluma ve hepimize yeni bir yol haritası çerçevesinde reform ağırlıklı yeni görev ve sorumluluklar yüklemektedir. 
BİRKAÇ SÖZ
Velhasıl durum apaçık! 
Kudret Özsay’ın da vurguladığı gibi, Kıbrıs sorununda, “federasyon da dahil yönetimin paylaşılacağı ortaklık modellerinden, yönetimi paylaşmayı içermeyen işbirliği modellerine” yönelmenin, bizim için kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum.
Crans Montana’da Türk tarafının esneklik gösterdiği doğrudur. Hatta bu esnekliğin abartıldığını, özellikle güvenlik ve garantiler konusunda kumar oynarmışçasına abartıldığını (dahası ölçünün kaçırıldığını) da söylemek gerekir. 
Baksanıza Eide garantiler “çağdışıdır” ve “kalkacaktı” diyor. Çağdışı demekle tarafsızlığı kalmıyor ama sonuca ulaşılsaydı garantilerin kalkacağını söylemesi bizim bakımımızdan öldürücü şaka gibi! Ve bu söylem bizimkilerin (gerek Sayın Akıncı’nın, gerekse Çavuşoğlu ile Erdoğan’ın) söyledikleri ile bağdaşmaz. Eğer Eide doğru söylüyorsa bizimkilerin yaptığı, abartılı esnekliğin çok çok ötesine gider. 
Üstelik eğer bir kumar oynanmışsa; bu kumar BM, AB ve diğerlerinin, sorumluluğu Rum - Yunan tarafına yükleme noktasına gelmesi için oynanmış olmalı ama baksanıza Eide hâlâ “ortak sorumluluk”tan söz edebiliyor. Yani kumar oynanmışsa işe yaramadı, tersine elimizi zayıflattı.    
Belli ki Crans Monta’nın daha bilmediğimiz gizleri var. Bunlar elbette ortaya çıkacak. Özellikle Eide’nin söyledikleri için Cumhurbaşkanı ile Türk Dışişleri’nin açıklama yapmaları şart! 
 Bu konu daha çok, ama çok konuşulacak! Hem de derin izler bırakarak konuşulacak!