Geçen hafta “ses veren” bir ölüm olayı yaşadık: Akademisyen, gazeteci yazar ve yorumcu - analist İsmail Kemal sonsuzluğu göçtü.

1980 öncesinde Kıbrıslı yükseköğrenim gençliği arasında yaşanan devrimci sol örgütlenme ile ilgili sürecin önemli figürlerinden biriydi.

Yakından tanışmamız, dost olmamız, yaklaşık on beş yıl önce oldu. Tanışmayı ben istedim. O da benimle tanışmayı çok istiyormuş. İlk yüz yüze görüşmemizi gerçekleştirdik.

Daha ilk andan, çok büyük oranda aynı telden çaldığımızı hemen belirtmeliydim. Birbirimize hemen ısındık. Dahası hemen her konuda uzlaşıyorduk. Bakış açılarımızda büyük benzerlikler vardı.   

Sürekli görüşmeye karar verdik ve yıllarca yaklaşık olarak ayda bir kez görüştük. Her görüşmemiz saatler sürer, başta güncel olaylar, birçok konuya dalar, uzun uzun konuşurduk.

Herkes gibi benim de yaşamımda çok sayıda dostum oldu ve dostluğumuz çok yakın olmakla birlikte bazı konularda düşünceleriniz, yaklaşımınız çakışmadı. Bu insancıl ve çok doğal bir durumdur.

İçtenlikle söylüyorum, İsmail Kemal’le uzlaşmadığımız konu olmadı. Hep aynı noktaya geldik. Bu durumda olan belki birkaç daha arkadaşım olabilir, anımsamıyorum ama onunla hiç öyle bir şey yaşamadım.     

Onun devrimci sol yönü üzerinde durmayacağım. Ben onu akademisyen, gazeteci yazar, yorumcu - analist ve hepsinden önce insan olarak tanıdım. Bu yönleri üzerinde duracağım.  

Evet, her şeyden önce bir insandı. İyi bir insandı. Dürüst ve güvenilirdi. Bir dünya yurttaşıydı ama sapına kadar bir Kıbrıs Türk’ü idi.

   

BİR AKADEMİSYEN, GAZETECİ YAZAR,

YORUMCU – ANALİST

Kıbrıs Türkleri, gazete sayfalarında, TV ekranlarında onu akademisyen, gazeteci yazar, yorumcu - analist olarak tanıdılar. Çok iyi bir okuyucu – izleyici kitlesi olduğunu düşünüyorum.

Birikimli ve deneyimliydi. Alanında bilgi hazinesiydi. Dünya siyasetini, uluslararası ilişkileri, Güney Kıbrıs siyasal yaşamını iyi izler ve bilirdi. Hem iyi izleyip güvenilir bilgilere sahip olduğundan, hem yorum - analizlerini kendi ideolojik düşüncelerinden arındırarak yaptığından, yazı, yorum ve analizleri gerçekçiydi.     

Yorumcu - analistlerin ezici çoğunluğu, yorum – analizlerini kendi ideolojik pencereleri çerçevesi içinde yaparlar. Kendilerini ideolojilerinden, düşüncelerinden arındırıp soyutlayamadıklarından doğal olarak tarafsız da olamazlar. Yazdıklarında ideolojileri doğrultusunda algı yaratma amacı, hatta propaganda unsuru çoğu kez ayan beyandır, en azından sırıtır. Bu, iflah olmaz bir hastalıktır ve İsmail Kemal, bunu yapmadı. Yazdıklarını, yorum – analizlerini, gerçeklere, olgulara, verilere dayandırdı. Yanlı olduğu konularda bile yansız - tarafsız olarak yazdı. Ele aldığı konuları, inandırıcı bir biçimde açık seçik gözler önüne serdi.     

KIBRIS VE İSMAİL KEMAL

İsmail Kemal’in Kıbrıs konularına da, genellikle dıştan bir gözlemci gibi yaklaştığını söyleyebilirim. Yansız – tarafsız yazdı ama kendisi asla yansız eğildi. Bakış açısında “Kıbrıslılık”  da vardı ama esas itibarıyla ve ağırlıklı olarak onda “Kıbrıslı Türk” bakış açısı egemendi.

Yazdıkları yanında yazmadıkları, örneğin kendi hesabıma, bana söyledikleri vardır.

Görüşme sürecinde, Kıbrıs Türkleri bakımından, inanılmaz bir gafletle “tek egemenlik” denen uyduruk kavram için yaratılan yele kapılma, bu kavramı şu ya da bu biçimde yazılı biçimde kullanma olayı vardır. Bu olaya hep karşı çıktım. Onlarca yazı yazdım bu konuda, televizyon programlarında dile getirdim. Bana göre bu kavram asla kullanılmamalıydı. Hele hele yazıya hiç geçirilmemeliydi.

İsmail Kemal, sürekli olarak Kıbrıs konusunda yazdıklarıma, söylediklerime katıldığını söylerdi. Tek egemenlik konusunda da hep beni destekledi, görüşlerime katıldı. Bu konuyu benim yazmamın önemli olduğunu çok kez dile getirdi ve beni özellikle bu konuyu yazmam için hep teşvik etti. 

İsmail Kemal’in, yaşamını Güney’de, Kıbrıs Üniversitesi bünyesi içinde geçirdiğini bilmeyen yok sanırım.  Ben tek bir kez bile “neden, niçin” diye ona sormadım ama o nedense bazen değinmek gereğini duydu. Kaç kez, “eğer Güney’de yaşamasaydım, gençlik hayallerimden kurtulamayacak, birçok gerçeğin ayırımına varamayacak, Rum halkını tanımayacaktım” derdi.

İnsancıldı ve ideolojisi doğrultusunda bir toplumu toptan düşman ya da kötü görme gibi bir yaklaşımını görmedim. Ama Rum halkı içindeki güçlü Türk düşmanlığının ayırımındaydı. Eşitliğimizi kesinlikle sindiremeyeceklerini söylüyordu.

İSMAİL KEMAL’İN “KULAĞIMDA KÜPE” OLAN SÖZÜ

Dostum İsmail Kemal’le yaklaşık altı aydır görüşmüyorduk. Aramızda bir sorun olduğundan değil! Benden kaynaklanan bir durum söz konusuydu. Aralık 2019’dan başlayarak sağlık sorunları yaşadım. Toparlanmak üzere idim ki Coronavirüs belası çıkageldi. Tabii ki arada internet üzerinden kısa iletişimlerimiz oldu ama “maalesef ve maatteessüf” bir araya gelme olanağı yakalayamadık. 

Çok içtenlikle söylüyorum: Ölüm haberinin öncelerinde, ilk fırsatta ve elbette ki  olağanlaşmanın olanak vereceği (doğallıkla sınır kapılarının açık olacağı) yakın bir zamanda onunla görüşmeyi aklımdan geçirdim. Ne yazık ki böyle bir olanak artık hiç olmayacak!

İsmail Kemal’le son görüşmemiz, benim aracılığımla, on on beş kişilik kapalı bir grupta oldu ve o görüşmede ilk kez kulağıma küpe olan bir saptamasını dile getirdi.

Rum halkının kesinlikle bizim eşitliğimizi kabul etmeyeceğini, bu bakımdan “federasyona asla razı olmayacaklarını” söyledi. “Akıllarında olan adayı sahiplenmektir. Bir gün, federal denen bir çözüme evet derlerse bilin ki çözümün içeriğinde, ileride adayı sahiplenmelerine olanak verecek bir delik vardır.”          

Bu sözünü hiç unutmadım. Unutmam olanak dışı! Kulağımda hep küpe olarak kalacak!

Bunun, yalnız kişisel olarak benim değil, başta siyasal erki elinde tutanların, hatta her Kıbrıs Türkü’nün kulağına küpe olabilecek önemli ve yaşamsal bir saptamadır. Toplumsal bellekte derinden yer etmelidir.

Allah rahmet eylesin, ruhu şad olsun!